Büyükşehir Belediyeleri Kanunu hamlesi ve etrafında oluşan muhalefetin gerekçeleri bir kez daha yönetim meselemizi ne kadar tartışmaya ihtiyacımız olduğunu gösterdi. Ne kanunun gerekçesi ne de muhalefet olarak söylenenler gerçek sorunun özü ile ilgili.
Öncelikle şu noktada bir mutabakat gerekiyor, bugünkü yönetim sistemimiz sürdürülemez. Ne siyasi olarak ne sosyolojik ve ekonomik olarak ne de teknik olarak. Kürt meselesi dahil bir çok siyasi meselenin en önemli boyutlarından bir tanesi yönetim meselesi. Fakat bu mesele böyle paldır küldür bazı düzenlemeler yapılarak da aşılamaz. Yönetim sisteminin yeniden yapılanmasını, tüm boyutları, kapsamı, kademeleriyle yani çok daha bütünlüklü olarak tartışmalıyız.
Önce tüm siyasi aktörlerin zihni değişime ihtiyacı var. Tüm partilerin, hatta PKK’nın bile, şöyle bir bakışı var: Yönetimler hizmet üretir, yurttaşlar da bu hizmetlerin alıcısıdır yani tüketicidir. Partilerin programları, vaatleri bu hizmetlerin neler olacağı, vatandaşın ayağına hangi hizmetlerin götürüleceği üzerine.
Halbuki yurttaşlara tüketici olarak bakmaktan başlıyor birinci yanlış. Günümüzde kimlik talepleri ve politikaları sonrası geldiğimiz yerde yurttaşlar daha çok tüketmek isteyen tüketicilerden değil yalnızca. Yurttaş olmak aynı zamanda daha çok kamusal özne olmak isteyen, kendini ve kimliğini yaşamak, kendine ve kimliğine göre hayata müdahale edebilmek isteyen insan olmak demek.
Kısaca “aktif yurttaş” olmak bugünün dünyasında ve yaşamakta olduğumuz sorunlar içinde daha geçerli bir talep.
Bu noktadan bakınca aktif yurttaş olma talebi, yönetim sisteminin hiyerarşisini yeniden düzenlemekten ibaret bir sorun değil. Sorun katılım sorunu, katılımın hangi seviyelerde, hangi araç ve yöntemlerle gerçekleşeceği sorunu.
İkinci zihni sorun yerel yönetimler ya da daha geniş tanımıyla yerelleşme meselesi. Her yerelleşme demokratikleşme anlamına gelmeyebilir. Eğer farklı siyasi ve sosyolojik kümelenmelerin bu mekanizmalar içinde karar alma gücünü nasıl paylaşacakları, dengenin nasıl ve nerede oluşacağı gibi meselelere cevap arayan ve üreten bir yönetim sistemi değil de yalnızca hiyerarşik düzenlemeler içeren bir yönetim reformu konuşuyorsak bu reform demokratikleşme anlamına gelmez.
Örgütlenme ve ifade özgürlüğünü tam olarak sağlamadan, siyasetin demokratikleşmesi tamamlanmadan, toplumda hoşgörü eşiğini yükseltecek, bir arada yaşamanın kurum ve kurallarını iyileştirmeden yapılacak yerelleşmeden demokratikleşme değil, örgütlü azınlığın sessiz çoğunluğa tahakkümü çıkma olasılığı yüksektir.
Yönetim sisteminin ister bir ucundan reforme etmek için olsun ister tümüyle yeniden yapılandırmak için olsun, başlangıçta bir başka zihni berraklığa ihtiyaç var: tek tipli yerelleşme olmaz, olmamalıdır. Var olan yerleşimler, sürmekte olan ve gelecekte de süreceği kesin olan göç dikkate alındığında farklı yerleşim modellerinin, farklı gündelik hayatların, farklı sosyolojik yapılanma ve dağılımların oluşmakta olduğu açık. Bu nedenle de farklı yerleşim biçimlerinde veya farklı bölgelerde farklı ihtiyaç ve talepler var. Örneğin Kürtlerin talepleriyle Karadenizlilerin talepleri farklı. Bu nedenle de farklı modeller düşünmek durumundayız.
Tüm bunları bir arada düşününce de çok daha genel planda bir yönetim kademelenmesi ihtiyacını görmemiz gerekir. Evrensel olandan yerele doğru bir yönetim vizyonuna ihtiyaç var.
Güç paylaşımı hangi kademelerde hangi katılım mekanizmalarıyla gerçekleşecek düşünmeliyiz. Küresel – ulusal – bölgesel – yerel kademelenmeye cevap üreten bir sistem tasarlamak ve her bir adımı bu genel vizyon içinden düşünmek durumundayız.
Var olan küresel yapılanmaların da aynı biçimde reforma zorlandığı, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Dünya Bankası, IMF ve NATO gibi yapılanmaların dünyadaki yeni güç dağılımındaki değişimler nedeniyle zorlanmakta oldukları ve değişime cevap üretemezlerse yerlerine yeni yapıların oluşacağı açık.
Ulusal seviyede ulus devlet birçok fonksiyonunu, yetki ve sorumluluğunu gerek ulus ötesi küresel yapılanmalara gerek yerellere kaybediyor. Ama öte yandan da örneğin çevre gibi bazı sorunlara karşı mücadele ve müdahale için de ulus devletin dışında henüz daha iyi bir yönetim aygıtı yok. Bu nedenle ulus devletin de yeniden yapılanmasına, yeni rol tanımlarına ihtiyaç var. Yönetimi aşağıya doğru bölgesel ve yerel kademelerindeki rol dağılımının, karar süreçlerinin daha demokratik ve katılımcı yolla yeniden tasarlamak gerekiyor.
Eğer bu kademelenme vizyonu olmadan ve aksine ulus devletin vesayetini kaldırmadan yapılacak yönetim reformu ileri doğru ve hayatın ihtiyaçlarına cevap üretemeyeceği açıktır. Aksine tartışılmakta olan Büyükşehir Kanunu böyle bir vizyon ima etmediği gibi merkezin vesayetini de artırmaktadır.