Bir tesadüf eseri elime geçen 'Yatak Odasındaki Kalabalık | Türkiye'de Kadınların Vajinismus Deneyimleri' kitabı uzunca bir süre evde oradan oraya savruldu. Okumaya başlamamdaki sebep ise görmezden geldiğim, görmediğim bir kelimeyi sonradan fark ettiğimde ortaya çıktı.
Kapağa ilk baktığımda daha küçük puntolarla yazılmış olan 'Türkiye'de Kadınların Vajinismus Deneyimleri' ifadesi nedense "Türkiye'de kadınların cinsellik deneyimleri" olarak kalmış aklımda.
Kitabı okumaya başladığımda ise bunun sebebini anlamıştım. 'Vajinismus' olan biriyle daha önce hiç karşılaşmamış, hatta belki de uzun süre bir erkekle birlikte olmayan kadınları kolayca yaftalamak için erkeklerin kullandığı bir kelime olarak düşünmüştüm.
Yeliz Turan Yunusoğlu'nun Metis'ten çıkan kitabı üç bölümden oluşuyor. En çarpıcı kısmı ise 'Kara Kutu' olarak adlandırdığı 11 kadının kendi hikâyelerini anlattığı bölüm.
Turanoğlu, görmezden geldiğimiz ve kadınların arasında daha fazla konuşulması gerektiğini düşündüğüm kitap hakkındaki sorularımı yanıtladı.
Tıp literatüründe vajinismus, vajinal ilişki esnasında belirgin ağrı, korku ve anksiyete yaşanması ve vajinayı çevreleyen kasların vajinaya girişi kapatacak şekilde kasılması olarak tanımlanmıştır. Kadınların vajinal ilişkide karşılaştıkları zorlukları hastalık söylemi içine yerleştiren bu tanımlamada birçok sosyokültürel faktörün göz ardı edildiğini görmek çok da zor değil.
Bu yüzden vajinismus 'aslında' nedir sorusu, bu araştırmaya başlarken benim de yanıt aramaya çalıştığım bir soruydu. Bu konuda yaptığım araştırmalarda karşılaştığım neredeyse her tanımlama, kadınların vajinal kaslarına, reflekslerine, fobik kaçınmalarına ve kişilik özelliklerine dayanıyordu. Açıkçası böylesi mekanik tanımlamalar bir kadın ve feminist araştırmacı olarak beni tatmin etmedi.
Vajinismus üzerine binlerce makale, kitap okuyun ya da doktor olarak sayısız 'hasta' görün fark etmez. Kadınların yaşadıkları bu sorunu kadınlardan daha iyi kim tarif edebilir ki? Bir kadının yaşadıklarının en yakın tanığı, kadının kendisidir. Bu yüzden bu çalışmada her ne kadar tıbbın bir terimi olan vajinismusu ödünç almış olsam da, bu kelimenin tanımı ve anlamını kadınların kendi deneyimlerine dayandırmaya çalıştım.
Genel itibariyle araştırmaya katılan kadınlar tarafından vajinismus, kadının kadın, eş ve anne olmasını engelleyen bir durum olarak tanımlanmaktadır. Kadınlığın inşasında vajinal birleşmenin önemine vurgu yapan bu tanımlamalar, bir hastalık olarak düşünülen vajinismusun deneyimlenmesinde kültürün oynadığı rolü görünür kılar.
Uzmanlara göre cinsel yaşantısı normal seyreden bir kadın menopoz döneminde vajinismus olabilir. İlerleyen yaş ile birlikte düşen östrojen seviyesinin vajen içi nemlilik ve elastikliğin kaybolmasına neden olması bu dönemde yaşanan vajinismusun altında yatan esas sebep olarak görülmektedir.
Şüphesiz bu dönemde değişen hormonlar vajinal kuruluğa ve cinsel ilişki esnasında ağrı hissedilmesine sebep oluyordur. Ancak bilinenin aksine ilerleyen yaş ile birlikte kadında cinsel istekte azalma olmadığı için kadın, cinsellikte biyolojik sebeplere bağlı olarak ciddi sorunlar yaşamayabilir. Vajinal kuruluk gibi yakınmalar bazen hormon tedavileriyle bazen de çeşitli kremlerle giderilmekte ve cinsel etkinlikte konfor ve haz kaybına yol açmamaktadır.
Dolayısıyla, bir kadın menopoz döneminde vajinismus oluyorsa, altta yatan biyolojik sebeplerin araştırılmasına ilaveten -hatta öncellikle- menopozun psikososyal algılanışı ve sosyokültürel yönleri üzerinde durulmalıdır çünkü birçok sebepten cinselliği yaşamak istemeyen kadınlar için menopoz, cinsellikten kaçınmayı meşrulaştırma aracı olarak kullanılabilir.
Ayrıca, cinselliği biyolojik üretkenlikle eşitleyen bir toplumda doğurganlık fonksiyonunu 'zamanında' yerine getiren kadın görevini tamamladığından, cinsel ilişkiye girmek için geçerli bir sebebi kalmamaktadır. Belli bir yaşa gelen kadınların, hele ki anne olmuşlarsa, cinsel ilişkiye girmelerinin ayıplandığını da görüyoruz. "Bu yaştan sonra…", "Koskoca kadına yakışıyor mu…", "Boyu kadar çocukları var…" denildiğine şahit olmuşuzdur.
Annelerimizin bir yaştan sonra yataklarını ayırmaları ve erkekten yalnızca arkadaşlık ve şefkat beklemeleri sadece hormonlarla ilgili olmasa gerek. Son olarak, madem biyolojiye bu kadar vurgu yapılıyor, o zaman biyolojik olarak kadınların cinselliği yaşama, haz alma ve orgazm olma potansiyellerinin erkeğe kıyasla daha fazla olduğunu belirtmek isterim.
Erkeklerin cinsel potansiyelleri yaş ilerledikçe azalarak devam etmesine rağmen kadınlarınki yaş ya da süre ile kısıtlı değildir. Ancak, bizim gibi ataerkil toplumlarda bahsettiğim bu biyolojik avantajın kadınlara sorun yarattığını düşünüyorum. Yaşamın her döneminde baskı altında tutulan ve denetlenen kadınlar, menopozla beraber cinselliğin 'bittiğine' inandırılıyorlar ve bu, erkek cinsel potansiyelinin kırılgan yönünü gizlemek ve biten cinselliğin kadın kaynaklı olduğunu düşündürmek için yapılıyor.
Kadınlar kendi adlarına, kendileri için konuşsunlar istedim çünkü. Vajinismus olan bir kadının nasıl bir sosyal çevrede kadın olmaya çalıştığı ile ilgilendim ve istedim ki ilişkiye giremeyen kadınlar basitçe hasta olarak değerlendirilmesin.
Odaklandığımız nokta penisin vajinaya giremediği 'o an' olursa, kadınların sırf kadın oldukları için karşılaştıkları birçok zorluğu görmezden geliriz diye düşündüm. Bu yüzden, kadınların sadece vajinismus yaşadıkları anı anlatmak ya da 'başarı' öykülerini paylaşmak yerine, özünde cinsellikle ilgili olmadığını varsaydığımız gündelik yaşam deneyimlerine değinmeye çalıştım. Bu yolla, hikâyelerini dinlediğimiz kadınların vajinismus olmalarını yadırgamayacağımızı, cinsellik de dahil olmak üzere birçok alanda kısıtlanan bu kadınların cinsellikten kaçınmalarını yargılamayacağımızı düşünüyorum.
Araştırmaya başlarken vajinismus olan kadınlara ulaşmanın en kolay yolunun hekimlerle iletişime geçmek olduğunu düşündüm. Dolayısıyla, Ankara'da vajinismus 'tedavisi' yapan birçok doktora ulaşmaya çalıştım. Fakat doktorlardan bu konuda pek de olumlu dönüşler aldığımı söyleyemem. Çoğu cevap bile vermedi aslında. Geri dönüş yapmayan doktorlar belki çok yoğundu -hepimiz gibi- bilemiyorum. Öte yandan vajinismus bir hastalık olarak kabul ediliyor sonuçta. Sırf bu yüzden vajinismusun sosyal bir araştırmanın konusu olamayacağını düşünen doktorlar oldu.
Bana o zamanlar en tuhaf gelen ise bir doktorun araştırmamı etik bulmamasıydı. Kadınların deneyimlerini kendi ifadeleri ile aktarmaya çalışmanın neresi etik değil, başta anlamakta zorlandım. Sonrasında o doktorun vajinismus hakkında yazdıklarını okuyunca benim çalışmamın onu neden rahatsız ettiğini idrak edebildim. Kendisine tedavi amacıyla başvuran kadınların ağzını yansılayarak 'eser' veren bu doktora, "Kadınlar kendi adlarına konuşsunlar" demiştim. Bu uzman için kadının deneyimlerinin doğrudan aktarılması çok riskliydi belki de. Ya kadın 'klinik deneyimler'e ters düşen bir şey söylerse? Kadının ağzını yansılayan da yok söylediklerini bip'leyen de…
Bu arada iki doktor, katılımcılara ulaşmam konusunda bana yardımcı olacaklarını söylemişti. Ancak ikisiyle de ortak bir çalışma içine giremedim çünkü doktorlardan biri özel kliniğinin çalışmamda açıkça belirtilmesi şartıyla yardımcı olacağını söylerken diğer doktor da kadınları yönlendirmektense klinik deneyimlerini paylaşmayı teklif etti. Sorunuza geri dönecek olursam, doktorlardan doğrudan yardım almadım ama araştırmama olan yaklaşımları vajinismusun tıbbileştirilmesi konusunda bana yeteri kadar bilgi verdi.
Gözlemlerime dayanarak vajinismus yaşayan kadınların bu konuda kendilerini yalnız hissettiklerini söyleyebilirim. Yaşadıkları sorunları yakınlarıyla paylaşamamaları sanırım yalnızlaşmalarına sebep oluyor. Madem bu bir hastalık, o zaman neden kolayca paylaşamıyorlar ki diye düşünmeden edemiyor insan.
Ancak vajinismus olan kadınlar toplumun öngördüğü gibi sırasıyla kadın, eş ve anne olamadıkları için yaşadıkları problemi paylaşamamaları da anlamlı oluyor. Bence hikâyelerin bir diğer ortak noktası da bu kadınların baskı altında hissetmeleri. Cinsel birleşme yaşamakta zorlanan kadın, durup kendisine sormuyor "Ben bunu istiyor muyum?" diye. Eşine, ailesine, arkadaşlarına vereceği hesabı düşünüyor önce. Benim gözlemlediğim kadarıyla tedavi arayışına girmelerinde bile çevrenin büyük etkisi oluyor. Vajinismus olan bu kadınlar eşlerini/partnerlerini kaybetme korkusuyla ya da çocuk sahibi olma isteğiyle kliniklere başvuruyorlar.
Elbette var. Cinselliği yaşamak için heteroseksüelliği tek norm haline getiren ideolojik düşünce düzeni yani heteroseksizm eşcinsel kimlikleri yok sayma, damgalama ve çeşitli yollardan cezalandırma eğilimindedir. Dolayısıyla, heteroseksüel cinsiyetçiliğin hakim olduğu bir çevrede toplumdan göreceği baskı ve şiddetten korktuğu için cinsel yönelimini ve cinsel kimliğini açıkça ifade edemeyen eşcinsel kadınlar, heteroseksüel evliliğe zorlanmaktadır.
Cinselliği karşı cinsten biriyle yaşamak istemeyen, belki de heteroseksüel cinsellikten tiksinen veya korkan eşcinsel kadınlarda vajinismus, heteroseksüel cinselliğin reddi olarak deneyimlenebilir. Benim çalışmamda böyle bir deneyime rastlamasam da bazı durumların mecburi heteroseksüel birliktelikler sonucu ortaya çıktığı bilinmektedir.
Evet, dediğiniz gibi birçok hikâyede ilk seks deneyimi 'kötü' oluyor. Ancak burada dikkatimi çeken aslında olumsuz geçen 'ilk gece' değil çünkü çiftlerin flört döneminde birbirleriyle olan iletişimleri ilk kez deneyimlenecek olan cinsel birleşmenin muhteviyatını da belirliyor.
Cinsellik ve cinsel problemler çiftler arasında özel bir iletişim şekli bence. Bazı hikâyelerde şahit olduğumuz gibi kadınlar sevgilileri/eşleri tarafından çeşitli sözel, psikolojik, cinsel ve fiziksel olarak sınırlayıcı ve istismar edici davranışlara maruz kalıyorlar. Böyle durumlarda vajinismus bir bakıma kadının "Hayır" deme biçimi oluyor.
Vajinismusun ortaya çıkmasında ve/veya sürdürülmesinde erkeğin müşterekliği kadınların vajinismusu kendi ifadeleri ile tanımladıklarında daha da görünür hale geliyor zira bazı kadınlar vajinismusu "Benim hayır deme şeklimdi", "İlişki sorunlarının beden bulmuş hali" ve "Eşine kızgınsan seks olmaz" şeklinde tanımlıyorlar. Buna rağmen vajinismus yalnızca kadının problemi olarak görülebiliyor.
Ancak bu çalışmada senaryolaştırma yaklaşımını kullanarak savunduğum gibi cinsel birleşme kadının oynadığı tek kişilik bir tiyatro değildir. Erkeğin de kadına eşlik ettiği vajinismus oyununda, kültür tarafından sunulan davranışsal seçeneklerin normatif uygunluğunun değerlendirilmesi çiftin karşılıklı mutabıkına bağlıdır. Yani cinselliği yaşayacak taraflar ortaya çıkan vajinismus senaryonu beraber yazarlar. Bu çalışmada ortaya çıkan cinsel iletişim eksikliği, cinsel ihtiyaç ve istekteki farklılıklar, çiftlerin duygusal ve cinsel olarak uzak olmaları, cinselliği yalnızca penis-vajina ilişkisinden ve vajinal orgazmdan ibaret olduğunu düşünmeleri vajinismus yaşayan kadınların partnerleri ile cinsel yaşantılarının büyük oranda uyumsuz olduğunu ve cinselliği performans odaklı düşündüklerini göstermektedir. Bu koşullar dikkate alındığında, vajinismusu yalnızca kadının problemi olarak görmek yanlış olacaktır.
Kadınlar, vajinismus tedavisi için gittikleri doktorlardan bahsederken 'ilgisiz', 'soğuk', 'duyarsız', 'dalgacı', ve 'suçlayıcı' gibi ifadeleri sıklıkla kullanıyorlar. Görüştüğüm kadınların doktorlar için kullandıkları bu ortak ifadeler bana tesadüf gibi gelmiyor. Bence doktorlar katılık ve kayıtsızlığı profesyonellik olarak algılıyor olabilirler. Daha kapıdan girer girmez kadına adını bile söylemesine fırsat vermeden "Şikayetiniz nedir?" diye soran bir psikiyatrdan bahsetmişti bir katılımcı mesela. Kadın henüz kendisini anlatamadan da sözünü kesip onunla alaycı bir tavırla konuşmuş. Karşımızdaki insanı dikkatle dinlemek empati kurmanın en etkili yollarından biri olduğu için, bu anlatıda doktorun empati kuramadığını düşünüyorum. Üstelik empati kuramadığını düşünme sebebim yalnızca bu soğuk karşılamadan ötürü değil; görüşmenin tüm detayları bu düşüncemi haklı çıkarıyor.
Vajinismusu fıtrata uygun davranmamak olarak tanımlayan bu doktor, vajinanın çocuk doğurmak için var olduğunu savunuyor. Gerçekten doktorun kadını anladığını düşünmüyorum. Ayrıca, kadınların aktardıklarına dayanarak bazı doktorların duruma yukarıdan bakan, ben bilirimci bir tavırla yaklaştıklarını söyleyebilirim. Empati kurarak kadını anlaması ve anladığını hissettirerek kadının kendisini daha fazla ifade etmesine yardımcı olması gereken doktorlar, penisin vajinaya girememesine anlam veremeyerek vajinismuslu kadınlara "Oradan bebek kafası çıkıyor penis neden girmesin?" diye soruyorlar. Bu soru kadınları anlamaktansa daha çok 'anlamamak' üzerine gelişiyor.
Kadınlar bu soruya yanıt olarak zaten "Evet, doğru" diyorlar ve kendilerini daha da kötü hissediyorlar çünkü bebek çıkıyor ama penis giremiyor işte. Ayrıca, cinsel ilişkiye girerken yaşadığı ağrı, acı, korku, utanma gibi olumsuz deneyimlerden ve duygulardan bahseden bir kadına "Aslında normal şartlarda böyle olmaması gerekir" denmesi de empatik iletişimin olmadığını gösteriyor.
Kadının kendi bedenini tanıması bence cinsellikten keyif alması ve cinselliği 'sağlıklı' bir şekilde deneyimlemesi için son derece önemli. Maalesef kadın bedeni ve cinselliği hakkında yakınlarımızla konuşamıyoruz. Annelerimiz, kız kardeşlerimiz, komşularımız, kendimizi yanlarındayken güvende hissettiğimiz tanıdıklarımız cinsellikten ya hiç bahsetmiyorlar ya da cinselliğin genç bir kız için ne kadar tehlikeli olabileceğini anlatıyorlar. Kimseden elle tutulur bir şey öğrenemediğimiz gibi kendimiz de keşfedemiyoruz ne bedenimizi ne de cinselliğimizi.
Kızlık zarı olarak tabir ettiğimiz himeni düşünelim mesela. Bir kadın olarak, hayatımızın birçok bölümünün bir et parçası ve o et parçasına yüklenen anlamlar tarafından denetlendiğini söyleyebilirim. Kızlık zarı nedir, nerede, ne işe yarar (ya da yaramaz) o kadar bilinmiyor ki ve o kadar imtina edilmesi gereken fiziksel ve sosyal bir değer olarak bize öğretiliyor ki sürekli olarak onu korumaya çalışıyoruz. Üstelik bu sadece kendimizi bir erkekten korumakla kalmıyor, hayatımızın her alanına da nüfuz ediyor.
Yapılan sporlar bile bazen kızlık zarını düşünerek seçiliyor. At binme, jimnastik yapma, bisiklet sürme gibi sportif aktiviteler kızlık zarına zarar verebileceği düşüncesiyle bazı aileler tarafından kızları için uygun görülmüyor. Bir yerden düşen kızlar acılarını unutup acaba kızlık zarına bir şey oldu mu diye endişeleniyorlar çünkü bilmiyorlar kızlık zarının aslında tam olarak nerede olduğunu.
Sırf kızlık zarına zarar vermemek için mastürbasyon yapmaktan kaçınan kadınlar oluyor. Evlilik olmadan kendi bedenimize dokunmaya korkar hale geliyoruz. Bedenlerimiz sanki bize ait değil gibi… Hâlbuki bilsek himenin yapısını, tam olarak nerede bulunduğunu, bekâreti simgelemek dışında bir fonksiyonunun olmadığını işte o zaman daha rahat hareket etmez miyiz? Bilmek, bedenimizi tanımak, neleri sevdiğimizi, nelerden hoşlanmadığımızı keşfetmek cinselliği yaşanılası kılar elbette.
Bu kitapta bir araya gelen kadınların en önemli ortak noktalarından biri de cinsellikten zevk alamamaları. Vajinismusu bir şekilde çözüyorlar ama sonrasında cinsel ilişkiden ağrı, acı duyma ve zevk alamama devam ediyor.
Cinsellikle çocuk sahibi olmayı öyle bir özdeşleştiriyorlar ki cinselliği yalnızca çocuk sahibi olmanın bir aracı olarak görebiliyorlar. Böyle düşünmelerinde toplumsal öğretilerin ve baskının etkisi çok büyük bence çünkü evlenmek ve çocuk sahibi olmak kadının toplumsal görevi olarak görülüyor.
Bu bağlamda evlilik, kadınlarda cinsel işlevin başlangıcı olarak kabul ediliyor. İma edilen cinsel işlev tabii ki de üreme ile ilgili olan. Cinselliğin zevk verme gibi işlevlerinden söz edilmiyor bile; hâlbuki kadın cinselliği genç kızın bedenini keşfetmesi ve mastürbasyon yapmasıyla beraber evlenmeden çok daha önce başlayabilir. Ancak doğurganlığın getirdiği bir dizi tehlikelerden dolayı evlenmemiş kadınlara aseksüel gözüyle bakılır. Üstelik evlenmeden önce aseksüellik çoğu zaman tercihe bağlı değildir çünkü cinsellikten kaçınmayı namus bekçiliği olarak kadınların cinsel benliklerine ve davranışlarına işleyen ataerkil kültürün ta kendisidir. Evlenir evlenmez ise konuşulmaya başlanan kadın cinselliği, mahremiyet ve aleniyetin iç içe olduğu "Çocuk düşünüyor musunuz?" sorusundan öteye gidemiyor. İşte bu soru kadınların zevk almasalar da vajinal ilişkiye girebildiklerine şükretmelerine sebep oluyor çünkü artık çocuk sahibi olmalarının önünde teknik olarak bir engel olmuyor.
Porno sektörü kadınlığın ve cinselliğin sosyal olarak inşa edildiği önemli bir alan. Bu alanda kadınlar kullanılmak, istismar edilmek ve 'tüketilmek' üzere var olan nesneler; bu yüzden pornografiyi zararsız bir fantezi ya da temsil olarak görmüyorum.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kadının erkeğe boyun eğmesi, kadının istismar edilmesi ve kadına karşı şiddetin kendisi erotikleştiriliyor bir kere. Dolayısıyla, porno ile beraber şiddet olağanlaşabilir ve cinselliğin bir parçası olarak görülebilir. Sonuç olarak porno sektörü vajinismus da dahil olmak üzere kadınlarda birçok cinsel soruna sebebiyet verebilir.
Bu araştırmada porno sektörü ile ilgili herhangi bir konu gündeme gelmese de pornonun kadın cinselliğine olan olası olumsuz etkilerini kadınların deneyimlerindeki iki farklı eğilime dayanarak açıklayabilirim.
Görüştüğüm kadınların büyük kısmı fiziksel özelliklerini, cinsel tutum ve davranışlarını diğer kadınlarınkine kıyasla değerlendiriyorlar. Burada 'diğer' kadın; seksi, güzel, mükemmel bir vücudu olan, erkekler tarafından arzu edilen, cinsel olarak aktif ve 'başarılı' kadınlara karşılık geliyor. Vajinismus olan bir grup kadın, 'diğer' kadınları ulaşılması gereken bir ideal olarak kabul ettikleri için kendilerini cinsel olarak yetersiz görüyorlar. Öte yandan bazı kadınlar cinsel olarak aktif olan 'diğer' kadınları 'basit kadın' olarak adlandırıyorlar ve kendilerini bu kadınlardan farklı ve üstün hissediyorlar.
Her ne kadar farklı eğilimleri olsa da her iki gruptaki kadınlar için bu kıyaslama süreci sancılı oluyor ve yaşadıkları güçlük yani vajinismus daha da kötüye gidiyor. Pornografik içeriğin de kadınlar üzerinde benzer etkiler bırakabileceğini düşünüyorum çünkü porno sektöründe mükemmel fiziği ve üstün cinsel performansı ile imgelenen kadınlar, kendimizi ya yetersiz hissetmemize ya da "Ben onun gibi olmamalıyım" diyerek cinsel olarak daha da içimize kapanmamıza sebep olabilir.
Evet, cinsellikle alakalı özellikle kadın cinselliği ile alakalı bazı kelime ve ifadelerin ayıplandığını düşünüyorum çünkü bazı kelimeleri sesimiz titreyerek telaffuz ediyorken bazılarını kullanmaya cesaretimiz bile olmuyor. Tam bir şey diyecek oluyoruz ki o kelime muhtemelen ayıp, yakışıksız, edebe aykırı ve bayağı geliyor ve susuyoruz. Ya da bir cesaret söyleyiveriyoruz ancak bu sefer de sonrasında özür dileme ihtiyacı hissediyoruz. Bazen de 'ayıp' bir kelimeyi derin bir sessizlikle örtmeye çalışıyoruz.
Görüşmeler esnasında çok sık karşılaştığım durumlardı bunlar. Cinselliği o ana kadar hiç konuşmamış ya da kapalı kapılar ardında konuşmuş kadınlara basitçe, "Bir araştırma yapıyorum, hadi konuşalım" diyemiyorsunuz. Ancak, utana sıkıla başladığımız görüşmelerde çok ilerleme kaydettiğimizi düşünüyorum. Kendi cinsel organından bahsederken başlangıçta sadece 'şeyim' diyen kadınlar sonlara doğru sesli bir şekilde 'vajinam' diyebiliyor. Kendisiyle ilgili olan ve bugüne kadar kendisi dışında başkalarının kullandığı bu kelimeyi sahipleniyor. Bu da bizim için müthiş bir şey.
Ben bir tıp doktoru değilim ancak yaptığım araştırmalara ve vajinismus yaşayan kadınların anlatılarına dayanarak vajinismusta tedavi yaklaşımlarının çeşitlilik gösterdiğini söyleyebilirim.
Himenin (Halk arasında bilinen adıyla kızlık zarı) operasyon ile çıkarılması, uyuşturucu ve anestezik pomatların kullanımı, alkol alımı, ağrı kesiciler ve kas gevşeticilerin kullanılması, botoks uygulaması, doktorun yanı başında cinsel birleşmenin yaşanması ve genel anestezi altında cinsel ilişkiye girme gibi etkisi olmayan, olsa bile geçici süre ile etki eden ancak ve ancak travmatik olan tedavi yöntemleri mevcuttur.
Bahsettiğim etik olmayan tedavi usullerine ve bu tedavilerin etkili olma durumlarıyla alakalı daha fazla bilgiye Cinsel Eğitim ve Araştırma Derneği'nin kadın cinselliği üzerine yayınladığı bilgilendirme raporundan ulaşabilirsiniz. CETAD'ın önerdiği terapi modeline göre vajinismusun tedavisi bilişsel davranışçı çift ve aile terapisi çerçevesinde sürdürüldüğünde etkili olmaktadır.
Bana kalırsa ilk cinsel birleşmeye kadar karşılaştıkları baskı, sansür, kısıtlama ve yasakları içselleştiren kadınlar için vajinismusun üstesinden gelmek ne bilişsel, ne duyuşsal ne de davranışsal olarak kolay değildir. Bu yüzden, vajinismus olan kadınların, karşılaştıkları problemlerle baş edebilmeleri için psikolojik desteğe ihtiyaçları olabileceğini düşünüyorum.
Ancak, bu konuda uzman kişilerin toplumsal cinsiyet eşitsizliğine duyarlı bir bakış açısı benimsemeleri ve kadınların sırf kadın oldukları için karşılaştıkları sorunlara karşı duyarlı olmaları benim için psikolojik destekte ve/veya cinsel terapilerde olmazsa olmaz bir koşul. Aksi halde destek türü ve tedavi biçimi ne olursa olsun uzmanlar ataerkil düzenin yeniden üretilmesine yardımcı olmaktadır.
Ruh Sağlığı Yasa Tasarısı'nda ruh sağlığı hizmetlerinin mali yönlerine de değiniliyor aslında. Önleyici ve iyileştirici ruh sağlığı hizmetleriyle ilgili yatırım ve harcamaların Sağlık Bakanlığı genel sağlık bütçesinden karşılanmasını ve ruh sağlığı hizmetlerinin hiçbir sağlık sigortasında kapsam dışı tutulmamasını öneren bu tasarı meclise sunulmuş olsa da henüz bu konuda somut bir adım göremiyoruz.
Dolayısıyla, vajinismus tedavisi birçok kurumda kapsam dışı kalıyor. Bu bana çok ilginç geliyor açıkçası çünkü kadın olmak, evli olmak ve "aile" kurmak için olmazsa olmaz kabul edilen vajinal birleşme, birden keyfi ve lüks olarak görülüyor ve devlet tarafından tedavisi olması gerektiği gibi karşılanmıyor. Kadınların deneyimlerinden de anlaşıldığı gibi vajinismus bazı devlet hastanelerinde ve üniversite hastanelerinde psikiyatrlar tarafından tedavi ediliyor.
Ancak bu tedavilerde çiftlerin ihtiyacı olduğu söylenen psikoterapi hizmetinin verilmesindense, yukarıda bahsettiğim kısa yoldan çözüme gidilen ama uzun vadede etkili olmayan usullere başvuruluyor. En iyi ihtimalle bazı kadınlar ücretsiz psikoterapi alma fırsatı buluyorlar ancak bu kadınların da durumu ortada çünkü doktorların bir kadın için ayırdığı süre oldukça sınırlı.
Kısıtlı bir sürede kadının cinsellikle alakalı yanlış inanışlarının düzeltilmesi, cinsel organlar ve cinsel sağlık hakkında hem kadının hem de erkeğin bilgilendirilmesi, çiftin genel ve cinsel iletişim becerilerinin geliştirilmesi ve çifte yeni cinsel becerilerin öğretilmesi oldukça zor oluyordur haliyle. Dolayısıyla, devletin bu konuda düzenlemeler yapması ve ihtiyacı olan kadınlara eşit koşullarda yararlanacakları terapiler sunması gerektiğini düşünüyorum.
1989 yılında İzmir'de doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini İzmir'de tamamladıktan sonra Hacettepe Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü'nde lisans eğitimi aldı. 2019 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı'nda yüksek lisans tezini tamamladı. "Sexual Scripts on Vaginismus: Rewriting Women's Sexual Difficulties from Their Point of View" (Vajinismus Üzerine Cinsel Senaryolar: Kadınların Cinsel Problemlerini Kendi Bakış Açılarıyla Tekrar Yazma) isimli yüksek lisans tezi kültür ve düşün dünyasına sağladığı katkılardan dolayı ODTÜ Sosyal Bilimler Tez Ödülü'nü (2019) aldı. Araştırma konuları arasında kadın ve cinsellik, cinsel problemler ve evlilik içi cinsel şiddet bulunan Turan Yunusoğlu, Atılım Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır.