Tanzimat’tan harf devrimine dek Türkçe edebiyatın zenginleşmesine katkı sunmuş isimlerin metinleri bu kez farklı bir bakış açısıyla derlendi. Serdar Soydan’la, ‘Ah Bu Sevda! Türk Edebiyatında ‘Öteki’ Cinsellik Öyküleri 1872-1928’ derleme kitabındaki, örtük ya da açıktan anlatılan eşcinsel hikâyelerinin ardındakileri konuştuk. (*)
Neden böyle bir derleme yapma ihtiyacı duydunuz?
20 yıldır kütüphanelerde gazete ve dergi arşivlerini tarıyorum. İnsan bir şeye bakarken -algıda seçicilik tabii- ilgilendiği şeyleri görüyor ve onları biriktiriyor. Ben de yıllar içerisinde kendi ilgi alanlarıma göre pek çok dosya oluşturdum. Sevdiğim yazarların bilinmeyen eserlerini yayına hazırladım, İstanbul üzerine derlemeler yaptım. LGBTİ var oluşa dair pek çok haberi, öyküyü de biriktirdim.
Ergenliğe girdiğim ve kendimi tanımlamaya çalıştığım 90’ların başında internet yoktu ve eşcinsel bir birey olarak benzer öyküleri duymam, bulmam bugünkü kadar kolay değildi. Aslında bu derlemenin en temelinde bu var: Bir tür yalnızlığını giderme ve kendini tanımaya çalışma. Ancak bugün LGBTİ bireyler yalnız değil. Pek çok örnek, pek çok bilgi kolay erişilebilir durumda. Yine de geçmişte yaşananları, yaşayanları, anlatılan öyküleri bilmek önemli. Bu derlemeyi kıymetli kılan da bu. 1872-1928 yılları arasında bu topraklarda LGBTİ var oluşa dair neler yazıldığını ortaya koyuyor.
‘Ah Bu Sevda’ ismi nereden geliyor?
‘Ah Bu Sevda’ kitaptaki öykülerden biri. Baha Tevfik tarafından 1910’da yazılmış. Hoş da bir yazılış öyküsü var. Baha Tevfik’in yakın arkadaşı Şahabettin Süleyman’ın bir bölümü yine bu derlemede yer alan ‘Çıkmaz Sokak’ adlı oyunu bir sene önce bir dergide yayımlanmış ve eşcinsel kadınları merkeze alan bu oyun eleştiri oklarını üzerine çekmiş.
Aslında eleştirilen oyun da değil. Bir yazarın eşcinselliği konu edip edemeyeceği, yani edebiyatın ahlakla ilişkisi masaya yatırılmış. Bu tartışma Yakup Kadri, Mehmet Rauf gibi isimlerin de araya girmesiyle alevlenince o sırada Vefa Lisesi’nde Fransızca öğretmeni ve müdür yardımcısı olan Şahabettin Süleyman bu görevinden uzaklaştırılmış.
Ahlak konusu, tam da bu süreçte ‘Yeni Ahlak’ adlı bir kitap hazırlamakta olan Baha Tevfik’in önem verdiği bir mevzu. Bu yüzden hem arkadaşına destek olmak hem de bir anlamda LGBTİ var oluşa desteğini sunmak için iki öykü kaleme alıyor ve kendi çıkarttığı dergide yayınlıyor.
Derlemeyi hazırlarken metinleriyle sizi şaşırtan bir yazar oldu mu?
Aslında her metin çok farklı ve çekici karakterler, olaylar sunuyor okuyucuya. Ancak Memduh Şevket Esendal’ın ‘Miras’ ve Peyami Safa’nın Server Bedi takma adıyla yazdığı ‘Havva’nın Üvey Kızları’ romanları gerçekten şaşırtıcı.
Memduh Şevket’in romanında bugünkü tanımlarla biseksüel diyebileceğimiz bir karı koca var. Atiye Hanım ve Sabit Molla. Atiye Hanım’ın kız arkadaşı, Sabit Molla’nınsa erkek arkadaşları var. Birbirilerini -bunu açık açık konuşmamış olsalar da- biliyorlar. Yani birbirlerine karşı anlayışlı, göstermelik evlilik yapmış bir çift! Atiye Hanım bir süre sonra hamile kalıyor. Hemen dedikodular çıkıyor ve çocuğun Sabit Molla’dan değil de genç ağası Dilaver’den olduğu söyleniyor. Sabit Molla’nın bu dedikodulara verdiği cevap cidden şoke edici. “Dilaver’le ödeştik!”
‘Havva’nın Üvey Kızları’ da çok özel, dahası iyi kurulmuş, güzel bir roman. Romanın ana karakteri Rıfkı, bir kitapçıda karşılaştığı Piraye’yle bin bir badireyi aşıp evleniyor. Ancak kısa süre sonra karısının bir kız arkadaşı olduğunu öğreniyor. Bu kız arkadaş, Piraye’nin bir an bile yanından ayrılmayan Neriman’dan başkası da değil üstelik. Meğer bu iki kadın okul yıllarından beri sevgililermiş. Rıfkı, Piraye’yi o kadar çok seviyor ki büyük dramlar yaratmadan, kıyametler kopartmadan, eşcinselliğin ne menem bir şey olduğunu anlamaya çalışarak -Freud’un konu hakkındaki makalelerini okuyor- yaklaşıyor olaya. Karısını kaybetmek istemiyor. Ve sonunda… Sonunu söylemeyeyim.
Neden sadece erkek yazarların metinlerine odaklandınız? Kadın yazarların eserlerinde ‘öteki’ hikâyeler yok muydu?
Kitapta yer alan metinlerden üç tanesinin yazarı belli değil. Ve evet, diğer metinlerin yazarları -biri hariç- erkek. Ele alınan dönemle ilgili biraz da bu. Seçkiyi hazırlarken Tanzimat’tan harf devrimine kadar geçen süreç içinde yazılanları dikkate aldım. Böyle bir sınır koymayı, daha rahat derleyip toplayabilmek açısından gerekli buldum.
Diyeceksiniz ki dönemde yazan kadınlar yok muydu? Az olmakla birlikte tabii ki vardı. Fatma Aliye, Emine Semiye, Halide Edip, Nezihe Muhittin… Bu yazarların eserlerinde cinsel ötekinin izine rastlayamadım. Bu da ilginç, üzerine düşünülmesi gereken bir veri. Sadece Suat Derviş’in 1924 tarihinde basılan novellası ‘Beni Mi?’deki Nermin karakterini aldım kitaba. Nermin’in cinsel yönelimini ya da cinsiyet kimliğini bilmiyoruz aslında. Nermin’in sesini duyurmuyor bize yazar. Ancak o, ‘kadın gibi bir kadın’ olmadığı için şiddete maruz kalışıyla bu derleme içerisinde kendisine yer buluyor.
Netflix’teki eşcinsel karakterlerle ilgili çıkan haberler malum. İleride ‘Sinemanın ‘Öteki’ Cinsellik Öyküleri’ gibi bir derleme de yapmayı düşünür müsünüz? Siz nasıl bakıyorsunuz bu duruma?
Eşcinsel kadınları merkeze alan bir oyun yazdığı için Şahabettin Süleyman’ın başına gelenlere değinmiştim. Tam 110 yıl geçmiş aradan ve değişen bir şey olmamış. Halen kurmaca bir eserde eşcinselliğin konu edilmesi sorun olarak görülebiliyor. Oysa LGBTİ bireyler hiç olmadığı kadar göz önünde artık. Sosyal medyanın yaygınlaşması, hatta hayatlarımızı ele geçirmesinden sonra insana dair her şey gibi, LGBTİ var oluş da daha görünür hale geldi. Yani LGBTİ bireylerin her yerde olduğu görüldü.
İki kuşak öncekilerin Bir ben bir Zeki Müren (**) yalnızlığının yerinde yeller esiyor. LGBTİ bireyler bu kadar çeşitli ve çokken, toplumun her kesiminde, her işte, her kurumda, her evde varken neden bunun ekranlarda bir karşılığı olmasın ki? Siyasal yetkenin bu sansürleme çabasının geniş bir taban tarafından destek gördüğüne de düşünmüyorum. Toplum, her ekonomik ve sosyal sınıfıyla çoktan bağrına bastı kardeşlerini, çocuklarını, komşularını.
Böyle bir dönemde bu tarz derlemeler politik bir anlam da kazanıyor. Hiç yoktan bakın nasıl da vardık, nasıl da varız demiş oluyorsunuz.
Bu yüzden “Sinemanın ‘Öteki’ Cinsellik Öyküleri” derlemesini de düşüneceğim, fikir için teşekkür ederim. Yok sayıldığımız, bastırılmaya çalışıldığımız şu dönemde varız diye bağırmaya ihtiyacımız var.
* Bu söyleşinin özeti ilk olarak İstanbul Life dergisinde yayımlandı, kısaltılmamış halini burada paylaştım.
** Baskın bir heteroseksüel ortamda yetişirken kendini “farklı” hisseden gençler televizyonda Zeki Müren’i gördüklerinde hayatlarında ilk defa bu dünyada yalnız olmadıklarını, yeryüzünde onlar gibi en az bir kişi daha olduğunu fark ediyorlardı.