Çocukken bana doğum günümde hamster hediye eden, Harry Potter serisine âşık olmamı sağlayan, piyano ile uzun yıllardır flört eden, avukatlık ruhsatını aldıktan sonra UCLA Üniversitesi'nde yazarlık üzerine eğitim alan ve New York Film Academy'de yönetmenlik eğitimini tamamlayan Fırat Uran, bugünlerde üçüncü kitabı 'Olamayanlar' ile karşımızda.
10 öyküden oluşan bu yeni kitapta da daha öncekiler gibi LGBTQ+ temasını ele alıyor. İstanbul, Los Angeles, New York, Adana gibi farklı yerlerde geçen öykülerin illüstrasyonları ise Birce Kirkova'nın elinden çıkma.
'Olamayanlar'a ilişkin sorularım ve Fırat Uran'ın yanıtları aşağıda.
Tasvirini çok beğendim. Kitabın ikinci baskısı olunca arka kapağa eklemek isterim. Olamayanlar yarım kalan toksik ilişkileri anlatıyor. Hızlı başlayıp çabuk biten. Fast food dükkânlarının neon ışıkları gibi yanıp sönen. Bir an yakın bir an uzak. Ertesi gün telefonla aradığın arkadaşlarının hayal gücü ve tahminleriyle tamamlanan hikâyeler.
Marguerite Duras'nın çok güzel bir sözü vardır: “Aralarında hiçbir şey olmadığı sürece hafıza, yaşanmamış şeylerle lanetlenir.”
Bence tamamlanmayan hikâye insanlarının ekstra bir özelliği yok. Benim bu insanlarda sevdiğim şey olamayışlarının görkemi. Olamamaları onlara çok yakışıyor. Ancak o zaman bir hikâyenin parçası olabiliyorlar. Çünkü başka türlüsü mümkün değil.
Sen, ben, o, biz.
Harry Potter'ın 7. Kitabında Albus Dumbledore, araftaki tren istasyonunda Harry'ye şöyle demişti: “Elbette ki bunlar kafanın içerisinde oluyor Harry, ama bu neden gerçek olmadığı anlamına gelsin ki?”
Kitaplarımda mümkün olduğu kadar gerçek mekânları kullanmaya özen gösteriyorum. Böylelikle, tarihte bir zaman ve mekânın fotoğrafını çekerken inandırıcılığı da artırmış oluyorum.
Bence gereksiz kıskançlık salakçadır. Akıllı insan kimi kıskanacağını iyi seçer. Ben kıskandığımda pek belli etmem. Birisine “Pandora'nın kutusunu açma”' dersen, o kişi, o kutuyu gidip açar.
Parmak uçlarından başlayıp tüm vücudunu eline geçiren bir orgazm gibi.
İki temel farklılık var:
'Olamayanlar'da ise farklı bir şey denedim. Birinci tekil şahıs ile yazdım. Ben yaptım, yapıyorum gibi. Bunu bilinçli olarak seçtim. Bu seçimimin artısı ve eksisi var:
Artısı, birinci ağızdan anlatıldığı sanıldığı için insanlara daha samimi ve ilgi çekici geliyor olması.
Eksisi, kitapta geçen tüm hikâyelerin benim tarafımdan yaşandığının varsayılması.
Benim de başıma şöyle bir şey gelmişti deyip kendi olamayan hikâyelerini anlatıyorlar.
Bu seneki Onur Yürüyüşü'ne katılmayacağım. Geçmişte birçoğuna katıldım, hatta bir sefer gönüllü avukatlık bile yaptım. Onur yürüşlerinde, yürümememiz için harcanan para ve efor inanılmaz. Helikopter bile uçuruyorlar...
Yıllar içerisinde daha farklı bir bakış açısına ulaştım; sadece yılın bir günü yapılan bir yürüyüşte “Neredesin aşkım?” diye bağırmak, temel hak ve özgürlüklerimizi hatırlatmamız için önemli olsa da yeterli değil. Biz bir bina inşa ediyoruz. Kimisi film yaparak bir tuğla koyuyor, kimisi aktivizm ile. Ben Türkiye'de yazdığım kitaplar ile bu binaya üç tuğla koydum. Bizim daha çok şarkılara, filmlere, resimlere, kitaplara ihtiyacımız var. Burada her bireye, bu binayı yükseltmek için bir görev düşüyor. Sen nasıl bir tuğla koyacaksın?
Londra'da 'Queens' müzikalini izleme fırsatım olmuştu. Dev ekranda yazılarla başlıyordu; yıl bilmem kaç gitar icat edildi… Yıl bilmem ne, müzikli ilgili şu oldu. Derken yıl 2050 ve müzik yasaklandı… Müzikal boyunca her türlü müziğin yasak olduğu bir distopyada insanlar 'Bohemian Rhapsody' şarkısını hatırlamaya çalışıyorlardı. O şarkıyı bir gün biz de hatırlayıp söyleyeceğiz.
https://www.sanderkitabevi.com.tr/olamayanlar
Fırat Uran'ın Instagram sayfası: @uranfirat