Ablası Mahter Halanın vefatından bir süre sonra, dedemle her zamanki tavla partilerimizden birine karşılıklı oturuyorduk.
"Ölümün güzelinden" bahsetti bana, şaşırdığımı görünce, "sıra artık bana geldi," dedi, "çekmeden, çektirmeden, en önemlisi sırayı şaşırmadan…"
"Ölümün güzelini" tarif edişi o günden beri aklımdan çıkmadı hiç.
Sıra şaşmadı beki ama dedemin ölümü beklediği gibi de olmadı…
Şu bir hafta içinde, gazeteci ölümleri arka arkaya gelince, "ölümün güzelini" düşündüm yeniden.
Markar Esayan’ı yazılarıyla tanıdım ben, evvela Agos’ta, sonra Peder Gomidas’ı anlattığı romanı Karşılaşma’yla.
Derken, Taraf’ın yazıişleri müdürlerinden biri oldu.
Şahsen tanışıklığım o günlerde başladı, musahhihimiz Natali Ablayla beraber gelirdi gazeteye, bir bohemi vardı, öyle kalmış aklımda Markar Abi, baharları ayağında sandaletler olurdu.
Ermeniler üstüne yüksek lisans tezi yazmaya çalışan bir arkadaşımın kendisinden randevu istediğini söylediğimde gamzeli gülümsemesiyle "hemen gelsin," demişti, kitabevinin dördüncü katındaki, camsız, karanlık odasında oturmuştuk saatlerce.
Fanatik Galatasaraylıydı, bir yandan Ermeniler üstüne konuşurken sık sık "şikeci, çay yok mu?" diye takılırdı bana.
Sonra, Markar Abiyi tanıyamaz oldum.
Yani, benim tanıdığım Markar Abiyle gördüğüm Markar Bey hiç uyuşmaz oldu.
Nasıl oldu, neler değişti öğrenemedim hiç.
Markar Esayan, çok kısa bir süre içinde Markar Bey olup çıktı ve benim tanıdığımı sandığım alçakgönüllü, sevecen, gülümseyince gamzeleri görünen, romancı olmaya hevesli bohem gazeteciyi yok etti.
Gene de Markar Abiydi, onca zamanı beraber geçirmiştik, yazılarına bakıyordum ara ara.
"Merhabarev" diye bir yazıyla başlamıştı Taraf’a yanlış hatırlamıyorsam, iki dilde de selam veriyor, kadim düşman görünen Türklerle Ermenilerin konuştukça bu saçma fikirden kurtulacaklarını söylüyordu.
"Yüzyıllık yalnızlığı" bitirecek meşaleyi Osmanbey kaldırımlarından kaldırıp gökyüzüne tutmaya çalışanlardan biri Markar Abiydi.
Markar Abinin lanet hastalığa yakalandığını duymuştum ama hiç görüşmüyorduk artık, hiçbir yerde rastlaşmadık da -belki de iyi ki rastlaşmadık, kalkıp selam verir miydim bilemiyorum, belki bugün, bu saatte, onun da acısı dolacaktı içime.
Ölüm haberini aldığımda ne Markar Bey ne Sayın Milletvekili ne başka bir şey...
Markar Abiyi kaybetmiş olmanın üzüntüsü oturdu içime, "ölümün güzeli" olur mu diye düşündüm yeniden, hiçbir yaş geç değil ölmek için ama elli bir çok erken.
Markar Abiyle en çok siyaset konuştuğumuzu hatırlıyorum.
"Laikçi mahallenin" askerden medet uman tavrına karşıydık, bugün asırlar öncesinin konusu gibi görünen 27 Nisan çok tazeydi o günlerde.
Demokrasi istiyorduk, yeni bir anayasa yazılmasını, askeri vesayetin son bulmasını, yapısal reformların gerçekleştirilmesini, halkların barışmasını, işsizliğin azalmasını vs. istiyorduk…
Bekir Coşkun’u karşı kampta görürdük, hadi ben kendi adıma konuşayım, "laikçi statükonun" temsilcisiydi Bekir Coşkun benim gözümde, o meşhur "bidonkafa" yazısı her yerdeydi.
Kader, Markar Abiyle hiç tanışmadığım Bekir Coşkun’u handiyse birer gün arayla buluşturdu yeniden.
Türkiye’nin en çok okunan yazarlarından biriydi Bekir Bey, ben daha çok hayvanlarla insanların sıcaklığını yazdığı yazılarını okumayı tercih ederim.
Hürriyet’teki "Onuncu Köy" adlı köşesini, Habertürk’e geçerken "Onbirinci Köy" yapmak istediklerine dair çıkan haberleri hatırlıyorum, kabul etmemişti, kendi fikirlerini "göçmen bir kaplumbağa" gibi köy köy dolaştırması gerekecekmiş meğer, en son Sözcü’de, şu amansız hastalığın pençesine düşmeden önce.
Yetmişbeş yaşındaymış Bekir Bey, elli bir erken de yetmişbeş geç mi?..
Şimdi düşünüyorum da Markar Abiyle Bekir Coşkun’un hayal ettikleri dünya özünde aynı yer, ama yollar farklıydı, öteki yoldan gitmeyi düşünene selam vermez olduk.
Bekir Coşkun bana siyaseten çok uzaktı; Markar Abi de, Markar Bey olduktan sonra çok uzak oldu ama onlar kendi içlerinde birbirlerine belki daha da uzaklardı…
Hayatın tuhaf açmazları ölümün gerçekliği yanında çok daha belirgin hâle geliyor.
Artık ne Bekir Beyle ne de Markar Abiyle demokrasi tartışabileceğiz.
Meğer onların görecekleri son mevsimdeymişiz.
Sonbahar ne de olsa…
Tabiat ölüyor, işte evin önündeki ağaç, yaprakları dünden daha az, yarın daha da az olacak.
Markar Abiyle Bekir Bey bu ağacın çıplak kalışını göremeyecekler.
Dedemin bir şeyi atladığını fark ettim, "ölümün güzel" olabilmesi için bir de "dış etken" gerekiyor, iyi hatırlanmak.
Belki tek avuntu dedemin çok iyi hatırlanarak uğurlanmasıydı, tıpkı Markar Abiyle Bekir Bey’in çok iyi hatırlanacağı gibi.
Hoşçakalın Bekir Bey…
Güle güle Markar Abi…