New York Times'ın 29 Temmuz günkü sayısında Nina Siegal imzalı bir yazı yayınlandı. "Van Gogh'un Son Günlerine Dair Bir İpucu Son Tablosunda Bulundu" başlıklı bu yazıda Wouter van der Veen adlı Hollandalı bir araştırmacının eski bir kartpostaldan yola çıkarak yaptığı keşif anlatılıyordu.
Yakın zamanlara kadar genel kabul, Van Gogh'un Auvers-sur-Oise'da "Buğday Tarlası ve Kargalar" tablosunu yaptıktan sonra kendini silahla vurduğuydu. Ama son zamanlarda, özellikle Steven Naifeh ile Gregory White Smith'in birlikte yazdıkları Van Gogh: Yaşam (Van Gogh: The Life) adlı kitapta tarihi tamamen tersine çeviren bir iddia söz konusuydu: Van Gogh, intihar etmemiş, öldürülmüştü. Fakat bu cinayetin bilerek ve hesaplanarak işlendiği konusunda kesin kanıtlar yok. Yazarlar bazı çıkarımlarda bulunarak böyle bir kanaate varmışlar.
Van Gogh, 1890 yılının 29 Temmuz günü, izbe bir odada, midesinden -göğsünün altından?- vurulmuş bir halde öldü. Vurulduktan sonra iki gün daha yaşamış ama bir daha yataktan kalkamamıştı. Van Gogh'u ölüme götüren sebeplerin başında anlaşılamamışlık hissi yer alır. Yaşarken bir tek tablosu, o da öldüğü sene satılmış -"Bağbozumu". Kardeşi Theo'nun yardımları sayesinde hayata tutunmayı başardığını ve iki kardeşin birbirini çok sevdiğini mektuplaşmalarından biliyoruz. Theo da, abisinden altı ay kadar sonra, henüz 34 yaşındayken ölür. Auvers-sur-Oise'daki mezarlığa yan yana gömülürler.
37 yaşında ölen bir adamın resim sanatına bu denli çarpıcı bir etki bırakabilmesi şaşırtıcı. Üstelik, Van Gogh'un resme gerçek manada otuz bir-otuz iki yaşında başladığını düşünürsek, o kıpkısa bir süre içinde yaptıklarının dudak uçuklatıcı olduğunu söyleyebiliriz. Van Gogh, hayatına bir vaiz olarak başlamasıyla, kulağını kesişiyle, yok sayılmasıyla, anlaşılamamasıyla, çıldırışlarıyla, akıl hastanesine yatırılışıyla, Paul Gauguin'e hayranlığıyla, sadece resme önem veren beş parasız bir hayatı sürdürme inadıyla tabii sinemacıların da ilgisini çok çekti. Hayatını anlatan birkaç film çekildi. Bunların en meşhuru, Vincente Minelli'nin başrolde Kirk Douglas'ı oynattığı Ölmeyen İnsanlar (Lust for Life, 1956) filmi herhalde.
Ölmeyen İnsanlar'da Van Gogh açık havada resim yapmak için her zamanki gibi kolunun altında şövalesi, paleti ve boyalarıyla kaldığı evden çıkar. Şövalesini buğday tarlasına kurar. Resmi yapar, sonra silahı cebinden çıkardığını görürüz, bir el silah sesi duyulur. Van Gogh intihar etmiştir.
Oysa, Naifeh ile Smith'in kitabından etkilenerek çekilen Vincent'ten Sevgilerle (Loving Vincent, 2017) ressamı aynı yere götürse de silahı başkasının eline verir. Ölümcül bir yarayla odasına dönen Van Gogh, suçu üstlenir. Kendisine zarar verme eğilimi zaten bilindiğinden çok da şaşırtıcı karşılanmaz. Bu kez dozu aşırıya kaçırmıştır. Dosya kapatılır. Vincent'ten Sevgilerle filmi çok basit bir sorudan yola çıkıyor: İntihar etmek isteyen bir insan silahı nereye tutar? Böyle durumlarda namlunun ya şakakta ya çenenin altında ya da ağzın içinde olması beklenir ama Van Gogh daha önce denenmemiş çok acılı bir şey yapmıştır. Bir adım daha ileri giden yazarlar, ressamın son dönemlerinde görece hayatının en mutlu günlerini geçirdiğini söylerler. Görece deyişimin sebebi, "mutluluğun" Van Gogh dünyası içinde ne kadar olabilecekse o kadar olduğunu vurgulamak. Sürekli resim yapmaktadır. Auvers-sur-Oise'dayken günde iki-üç resim bitirdiğini biliyoruz. Rüzgâr, yağmur, güneş hiçbir şey fark etmez onun için. Ayrıca, intihar etmek isteyen adam neden kalkıp onca yolu yürüyerek evine dönsün? Ve, ölmek isteyip de beceremediyse neden bir el daha ateş etmedi?
New York Times'ta bahsettiğim yazı çıktıktan sonra, Wouter'la bir mülakat gerçekleştirdim. Burada o mülakatı biraz özetleyerek aktarmak istiyorum:
Van Gogh, Wouter'ın hayatına 1999'da çevrimyazıyla girmiş, bir daha da çıkmamış. "Herkesin tersine ben Van Gogh'u tanımaya tablolarıyla değil mektuplarıyla başladım!" diyor. Doktorasını da bu çalışmaya dayandırarak yapmış: "Van Gogh'un Mektuplarındaki Edebiyat" ("Literature in Van Gogh's Correspondance").
"Van Gogh, fikirlerin ve duyguların bağımısızlığını simgeler" diyor Wouter. "Onun bakış açısı, her şeye açık bir zihin ve kalple baktığınız sürece sonsuzluğun hiç de uzak, bulanık ve erişilmez olmadığını gösterir. Siyasetin tamamen dışında olan sanatının, dinle de çok az alışverişi vardı. O sanatı oluşturan esas madde, merakın hacmi, istiap haddiydi."
Şimdi, Wouter'ın bütün dünyada büyük bir heyecanla karşılanan keşfine yakından bakalım. Van Gogh'un Auvers-sur-Oise günlerinde çizdiğini bildiğimiz "Ağaç Kökleri" ona kılavuzluk etmiş. 94 yaşındaki koleksiyoner Janine Demuriez'in 1905'ten kalma kartpostalı bir bisikletçiyi Paris'in yaklaşık otuz kilometre uzaklığındaki Auvers-sur-Oise'da, tam olarak da Daubigny Sokağında, gösteriyor.
"Kartpostalın bana 'Ağaç Kökleri'ni gösterdiğini fark ettiğimde gerçekten ürktüm. Adrenalin patlayışı, benim gibi bir araştırmacının gündelik yaşamında pek yer tutmaz çünkü. Ama 'Evreka!' dediğim andan sonra bu keşfi nasıl paylaşabileceğim bir soru işareti olarak önüme geldi. Öncelikle, Auvers'e gitmem ve yerin şimdiki halini görmem gerekiyordu. İşte ikinci adrenalin patlaması! Üstelik ilkinden de büyük. Resimdeki gövde orada!"
Peki, filmlerin ve biyografilerin son resmi olarak işaret ettiğinin aksine "Buğday Tarlası ve Kargalar" son eser değil mi? Wouter, bu keşifle birlikte bu tezin tamamen çürüdüğünü ve Van Gogh'un son eserinin "Ağaç Kökleri" olduğunu iddia ediyor.
"İki somut olgu, 'Ağaç Kökleri'nin son resim olduğunu gösteriyor. Bir, Andries Bonger'in 1893'te yazdığı mektup. Orada, bu resmin 'Van Gogh'un intihar ettiği gün' yapıldığını söyler. Bonger'in dediğine güvenebiliriz çünkü Van Gogh'un cenazesine iştirak edenlerden biriydi. İki, Van Gogh her zaman başladığı işi bitirdi. 1890 Temmuzunda Van Gogh'un tamamlamadığı sadece iki resim vardır. Bunlar, 'Jorgus'un Çiftliği' ile 'Ağaç Kökleri'. Minelli, Ölmeyen İnsanlar'da dramatik bir etki yaratmak için 'Buğday Tarlası ve Kargalar'ı kullanınca herkeste bu resmin Van Gogh'un son eseri olduğuna dair bir fikir oluştu. İyi de, basitçe baktığımızda bile bunun doğru olmadığını görebiliriz. Buğdaylar, tabloda görünür. Hasat mevsimi değildir. Başka tablolarında ise aynı yerdeki ürün toplanmıştır. Bu da, 'Buğday Tarlası ve Güvercinler'in son eser olamayacağını ortaya koyar. Bu resim, 10 Temmuz 1890 civarında yapılmış olmalı."
Böylece, Van Gogh'un öldüğü güne geliyoruz. Wouter'a Vincent'ten Sevgilerle filminde dile getirilen iddiayı ve bu keşfin bize ölümüne dair ne gibi yeni bilgiler verdiğini sordum.
"Naifeh ile Smith, benim keşfimden uzun bir süre önce bu iddiayı dile getirdiler. Bu açıdan, benim keşfim bu iddialara yeni hiçbir şey eklemedi. Bir kapı kapanıyorsa, o kapıyı 'daha fazla' kapama şansınız yoktur. Şimdi, biz tablonun nerede ve ne zaman yapıldığına dair tahmin yürütebiliyoruz. Tabii yaklaşık olarak. Benim araştırmam şunu gösteriyor: Son gününde, bütün gününü zor bir yaşamın mücadelelerini simgeleyen bir resmi çizmeye harcıyor. Haletiruhiyesi apaçık. Ve, birkaç saat sonra intihar ettiğini düşünürsek mükemmelen örtüşüyor."
Kurmacayla hakikat arasında…
"Van Gogh'un kendini vurduğuna dair kabul edilen yerleşik bir görüş var ve buna karşı çıkmak hayli zor. Pek tabii ki, kurmaca bir eserde, tarihi olaylara herkes istediği şekli verebilir, yeniden yazabilir vb. Vincent'ten Sevgilerle'nin yaptığı da tam olarak bu. O, kurmaca bir film. Ama Naifeh ile Smith'in kitapta yaptıkları kurmaca değil ve bana sorarsanız, Van Gogh'un mirasına olumlu hiçbir katkısı da yok. Onun kendi hayatına son verme kararına da saygı göstermemiz gerekiyor, her ne kadar buna çok üzülsek ve ömrü boyunca mutlu bir hayatı birbirinden değerli resimler yaparak geçirmesini istesek de!"
Naifeh'in kitabına kadar, Van Gogh'un hayatını anlatan bütün filmler intiharla sona eriyor. Ama bu kitaptan sonra çıkan Vincent'ten Sevgilerle ile Sonsuzluğun Kapısında (At Eternity's Gate, 2018) da cinayet teorisi daha mantıklı bulunmuş. Wouter'ın araştırması, Van Gogh'un intihar edip etmediğine dair bir şey söylememekle beraber, Minelli'nin yarattığı son tablo mitini yıkıyor. Van Gogh, son yetmiş gününü, Daubigny Sokağına 500 adım mesafedeki Auberge Ravoux'da geçirdi. Dolayısıyla, vurulduktan sonra buğday tarlasından eve uzun bir yolculuk yapmadı -zaten büyük ihtimalle yapamazdı da.
"Bu keşfi paylaşabilmiş olmaktan ötürü çok mutluyum. Bu tecrübe bana şunu öğretti: Hayatın en basit şeylerinde bile umduğumuzdan fazlasını her zaman görüp hissedebiliriz. İyi bir arkadaşlıkta, sabah güneşinin huzmelerinde, gülen bir çocukta, şakıyan bir kuşta, ağaçlar arasında yapılan bir yürüyüşte…"