Yönetmen ve yazar Luc Besson, yaşamının ilk yıllarını neredeyse tümüyle denize adanmış bir yaşam tarzının şemsiyesi altında geçirdi. Ebeveynleri dünyanın pek çok yerinde tüple sualtı dalış eğitmenliği yapıyorlardı. Yunanistan, Bulgaristan ve eski Yugoslavya bu süreçte ailenin yaşadığı öne çıkan ülkelerdi. Sinemanın ayrıksı, yaratıcı yönetmeni Besson’un, sinematografik yolculuğunda bu günlerin etkisi olmuş, nitekim ilk filmi “Derinlik Sarhoşluğu”nda (Le Grand Bleu-1998) bu etki kendisini göstermişti. Besson, okulu bıraktıktan sonra, özellikle yunuslarla ilgilenen deniz biyoloğu olmak istemişti…
“Anna”nın, yönetmen Luc Besson’un filmografisinde önde gelen filmlerinden biri olduğu söylenemez. Besson’un, genelde ilk akla gelen filmleri “Leon”(Sevginin Gücü-1994), “Nikita” (Le Femme Nikita-1990) ve “Beşinci Element” (The Fifth Element-1997) olarak sayılabilir. Besson’un filmlerinde erkek oyuncular olarak çoğunlukla Garry Oldman ve Jean Reno dikkati çeker. Özellikle karizmatik Fransız ikili Besson ve Reno’nun, gerçekleştirdikleri ortak yapımlar sinema sanatına da mal olmuştur. “Leon” ve “Nikita” bu açıdan hemen akla gelen ilk örneklerdir. “Leon” (Sevginin Gücü), ailesini öldürdüğü küçük Mathilda’yı yanına alan kiralık katil Leon ile küçük kızın dünyasına odaklanır. Garry Oldman’ın, filmde oyunculuk açısından öne çıkan başarılı performansına da atıfta bulunalım. Besson, Oldman işbirliği, Beşinci Element’te de dikkati çeker.
Soğuk Savaş atmosferinin hakim olduğu, iki kutuplu dünya döneminde 1980’lerin ortaları ve 90’ların başlarında geçen Anna (Sasha Luss), Nikita’daki gibi zor koşullarda ayakta kalabilmek için profesyonel katil olarak yaşamak zorunda kalan bir genç kadının öyküsünü anlatıyor. Anne ve babasını küçük yaşta bir kazada kaybeden Anna’yı, sokakta aç kalmaktan serseri, ayyaş ve keş Piotr kurtarır. Patalojik bir karakter olan Piotr’dan kurtulmaya çalışan Anna, Deniz Kuvvetleri’ne başvurur. KGB’den Alex’in (Luke Evans) bu başvuru dikkatini çeker ve genç, güzel Anna, Alex tarafından KGB’nin ikinci önemli ismi Olga’ya Lanse edilir.
Anna’da kendi gençliğini gören Olga (Helen Mirren), genç kadının bir mankenlik ajansı temsilcisi ile Paris’e gitmesini organize eder ve onu bir öldürme makinası haline getirerek KGB’nin pis işlerinde kullanmaya başlar. Bu arada Amerikalılar da boş durmamaktadır. CIA’de Anna’nın peşindedir ve onun aracılığıyla anlaşamadıkları ve çıbanbaşı olduğuna inandıkları ve daha önce yok etmekte başarılı olamadıkları KGB Başkanı Vassiliev’in (Eric Godon) öldürülmesini isterler. CIA’nın kızı takip ettiğini ve ele geçirdiğini Olga anlamıştır. Vassiliev’in öldürülmesi onun da işine geldiği için sesini çıkarmaz fakat Anna’yı tehdit eder. Zekasına sürekli atıf yapılan Anna, yetiştirilme koşullarını görmesek de, dünyayı karıştıran bu iki gizli haber alma teşkilatı ajanlarını mat ederek özgürlüğe adımını atar.
“Anna”, sanki Nikita’nın yeni bir versiyonu. Luc Besson, aksiyon türünü genelde filmlerinin merkezine alarak, sıra dışı ve tutunamayan karakterlerin öykülerine yoğunlaşan bir yönetmen. Besson, aynı zamanda filmlerinin senaryolarını da yazan bir auteur. Anna, özellikle bir süre sonra takip etmeye zorlanmaya başladığınız zaman içinde ileri sıçrama (flash forward) ve geri dönüşlerle (flash back) öyküsünü anlatan bir film. Besson’un filminde dikkati çeken öncelikli öge kurgu. Film, kurgunun olanaklarıyla genç bir kadının, azılı bir suikastçı haline getirilmesindeki sürecin anlatılmasını linear (doğrusal) olmayan ileri geri gidişlerden beslenerek yansıtıyor. Açıkça söylemek gerekirse, bu dil bir süre sonra gizemini kaybetse de, Besson’un öyküsünün seyirci üzerindeki etkisini sürdürmesine katkı sağlıyor...
Diğer yandan Anna’yı seri katile dönüştüren olayları başlatan manken ajansı temsilcisinin ona yönlendirilmesinin ucuz ve kolay çözüm olarak, bir Besson filmi için yavan kaldığını eklemeden geçmeyelim. Filmin finalinde ise KGB ajanlarıyla, robocop giysili Amerikan özel timi ve CIA ajanlarının karşı karşıya geldiği sahne ise, filmi gerçekle çizgi film ekseni arasında bir noktaya taşırken; Besson’un, her iki gizli haber alma teşkilatıyla da dalgasını geçtiğini düşündürtüyor…