Hükümetle PKK arasındaki pazarlıklarda örgütün silahlı güçlerinin hangi tarihlerde ve hangi güzergâhlar üzerinden Türkiye’den ayrılacakları müzakere ediliyor. Bu teknik bir konu. Ayrıntı, ama önemli bir ayrıntı.
İki taraftan farklı demeçler gelmeye devam edecektir, ancak bu ortada ciddi bir anlaşmazlık olduğunu göstermiyor. PKK militanlarının silahlarını bırakarak mı yoksa silahlarıyla mı çekilecekleri meselesi kısa sürede çözüme kavuşacak bir konudur.
Kürt hareketi on yıllar boyunca Türk soluyla ittifak içinde oldu, birlikte yürüdü. Önümüzdeki aylarda daimi bir barışın sağlanması PKK/BDP’nin dış politikada ve yeni anayasa yapım sürecinde AKP’yle yakınlaşmasına bağlı olduğu nispette, Türk solu ve Kürt hareketi birbirlerinden ayrılacaktır. Burada önemli bir husus, Kürt hareketindeki sol unsurların ne yapacağı.
Tam bu noktada yanlış bir anlaşılmaya mahal vermemek için birkaç hususu vurgulamak isterim. Birincisi, git gide genişleyen ve kitleselleşen bir ulusal hareket olan PKK/BDP çizgisinin, farklı siyasi görüşleri barındıran bir şemsiyeye dönüşmesinin olağan olduğudur. Bu iyi veya kötü bir şey değil, yalnızca olağan bir şeydir.,
Uzun yıllar önce Marksist-Leninist bir örgüt olarak yola çıkan bir hareket zaman içinde farklı siyasetleri, sınıfları, çıkarları altında toplayan bir ulusal şemsiyeye dönüştü. Halen bu şemsiyenin dışında kalmış unsurlar vardır elbet; AKP’deki Kürtler, Hizbullah çizgisi, HAK-PAR ve başka küçük gruplar gibi.
Ama neticede hedefine yaklaşmış, git gide koalisyona dönüşen bir ulusal hareket söz konusudur ve bu hareketin kendi ajandası vardır. Türk solunu memnun etmek o ajandada son sıralarda yer alıyor. Haklılar, kimse bir şey diyemez.
Değinilmesi gereken ikinci nokta, en kötü barış bile savaştan iyidir ve Kürt hareketi şu anda güçlü bir ihtimal olarak gündeme gelen barışı tırnaklarıyla sökerek almıştır. Kürtler bu yolda on binlerce ölü verdiler, yüz binlerce insan mahpusluktan, işkenceden geçti, türlü eziyet ve horlanmalara maruz kaldılar. Açıkçası, yoksullukları ve yoksunluklarıyla “ezilen ulus” olma halleri, horlanmaları barıştan sonra da bir anda ortadan kalkmayacaktır.
Yani mevcut barış ihtimali Tayyip Erdoğan’ın Başkanlık için Kürtlere verdiği bir lütuf, onların ağzına çaldığı bir parmak bal değildir. Erdoğan’ın Başkanlık hesabı olduğuna ve bu hesabını barışla ve yeni anayasa yapım süreciyle ilişkilendireceğine hiç şüphe yok. Ancak ayakları üzerinde duran figürü baş üstü görmeyelim, Erdoğan’ı bu noktaya gelmeye zorlayan legal ve illegal düzlemdeki on yıllar süren mücadelesiyle Kürt hareketidir.
Kürt hareketiyle Türk solu arasındaki ayrışmaya dair belirtmek istediğim üçüncü ve son nokta ise, burada yapılması gereken en son şeyin Kürtleri eleştirmek olduğudur. Ne Öcalan’ın ne PKK’nin ne de BDP’nin Erdoğan’a ve AKP’ye bayıldığını bize düşündürtecek bir belirti yok.
Bu ülkede eğer en az yüzde 30’luk bir sosyal demokrat kitle ve en az yüzde 5’lik bir sosyalist kitle olsaydı, hiç şüpheniz olmasın ki Kürt ulusal hareketi bu sorunu söz konusu muhayyel kitlelerin siyasi temsilcileriyle çözmeyi fazlasıyla tercih ederdi. Zira şu andaki, şemsiye ve koalisyon sözcükleriyle tanımladığımız haliyle bile Kürt hareketinin sol profili güçlüdür. Bu sol profilin bundan böyle git gide silikleşecek olması yeni bir durum ve ayrı bir konudur.
Öcalan/PKK/BDP’nin bundan böyle iyice kızışacak Ortadoğu coğrafyasında Türk devletiyle işbirliği, hatta belki kader birliği edecek olma ihtimali bir vehim değildir. Sünni eksenine dayalı bu işbirliğinin karşısında Suriye, İran, Lübnan Hizbullah’ı, hatta Irak; içinde İsrail, Suudi Arabistan, Katar, Irak Kürdistanı; arkasında da ABD’nin olacağı, bir vehim değildir.
İsrail’in Türkiye’den özür dilemesi, Öcalan’ın Newroz mesajında Türkleri ve Kürtleri “Ortadoğu’nun temel iki stratejik gücü” olarak tanımlaması ve İslam bayrağı altındaki kardeşlik hukukundan bahsetmesi, Suriye’de “Özgür Suriye Ordusu” ve PYD’nin anlaşma imzalaması, Murat Karayılan’ın T24’te yayımlanan röportajında mealen “Türkiye ile İran ve Suriye arasındaki çelişkiden yararlanmamız ve bu iki devletten destek almamız mümkündü, iç ve dış koşullar 2013’te silahlı mücadeleyi yükseltmemiz için elverişliydi ama Türk devleti bu manzarayı görüp politika değişikliğine gitti” demesi…
Manzara açık.
Türkiye solunun ne emperyal, yayılmacı ve saldırgan bir dış politikada öyle veya böyle yer alan, ne de diktatörlük manasına gelecek bir Başkanlık sistemine cevaz veren bir Kürt hareketiyle dayanışması mümkündür. Bu tür konuları tali görmesine yol açan, kendine özgü bir gündemi olması konusunda Kürt hareketi ne kadar haklıysa, Türkiye sosyalist hareketi de kendi açısından o kadar haklıdır.
Kaldı ki günün birinde devlet Kürtlere kaşıkla verdiğini kepçeyle almaya yeltenirse, Kürt halkının yanında kimin duracağı bellidir.