Yalnızca Aralık ayında İstanbul'da yaşadıklarımı, gördüklerimi ve dinlediklerimi anlatmaya kalktığımda sanki birkaç yılda yaşanmış gibi geliyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu liderliğinde düzenlenen Las Tesis protestosunda polis tarafından tartaklanıp, gaza maruz kalmadan ve genel sekreterimiz azılı bir suçlu gibi ters kelepçe ile göz altına alınmadan az önce metropolün yeni yükselen değeri Bomonti semtinde üst üste açılan ve mahalle kültürünü önemseyen, sürdürülebilirliği esas alan birkaç yeni girişimin davetindeydim. Anaokullarında din eğitimi ile ilgili ebeveynlerin anlattıkları ile şok geçirdikten bir kaç saat sonra MARKA konferansı sahnesinde özellikle Z-kuşağı üzerine son araştırmaların umut veren grafikleri ile heyecanlandım. Heykel adı altında çer çöpe harcanan 439 milyon lirayı tahayyül etmeye çalışırken İstanbul'da bir kültür sanat çalıştayının sundukları ile umutlandım. Psikiyatr Prof. Dr. Mehmet Sungur'un dinlediğim bir konuşmasında dediği gibi adeta duygusal bir rollercoasterda yaşamak gibi bu şehirde yaşamak. Bu ay belki biraz da kendi yıl sonu hesaplaşmalarım eşliğinde bu rollercoasterın en yorucu ve en baş döndüren versiyonuna binmiş gibiyim.
Bu hafta 20.si düzenlenen MARKA konferansının ana teması İstanbul idi; İstanbul nedir, İstanbullu kimdir, İstanbul'un marka değeri nasıl yükselir, neden yükseltilmelidir genel olarak bunlar konuşuldu. Konuşmacılar içinde en çok etkilendiklerim "algı"nın değişimi üzerine ilham veren isimler oldu; MoMa'nın direktörü Glenn D. Lowry modern sanat müzeciliğine dair algısının nasıl değiştiğini, moda tasarımcısı Sir Paul Smith moda endüstrisinde ve perakendede son birkaç yılda değişen pek çok algıyı on yıllar önce kendi markasını kurarken nasıl kullandığını anlattı. Her iki isim de kendi hikayeleri üzerinden değişim ve dönüşüme dair güzel örnekler verdi.
Moda endüstrisine olan özel ilgim sebebiyle Paul Smith'in hikayesinden pek çok anektodu not aldım. Konuşmasını "tekrar basitliğe, normalliğe ve sürdürülebilirliğe dönüş zamanı" diye bitiren Sir Paul Smith için "classic with a twist"in mucidi demek yanlış olmaz. Farklı giyinmek ve görünmek konusunda çekingen olan , renklerin feminenlikle bir tutulduğu bir dönemde erkeklerin kolayca giyebileceği ama bir yerinde farklılık, renk, desen, çarpıcı bir ayrıntı barındıran kıyafetler tasarlayarak yola çıkıyor Paul Smith markası. Bu rengarenk bir gömlek de olabilir, klasik bir ceketin desenli iç astarı da, çizgili çılgın bir çift çorap da diyor. Bir moda tasarımcısı ve kreatif direktör olmasına rağmen hala her Cumartesi bir mağazasında 3 saat tezgahtar olarak çalışıyormuş. "Asla ekmek paramı kimden kazandığımı unutmadım", dedi bu konu açıldığında, "Ayrıca bir müşterinin mağazaya girip yaptığımız şeyi beğendiğini görmek, izlemek, onlarla sohbet etmek beni mutlu ediyor." diye devam ederek sevdiğin işi yapmanın önemini bize bir kez daha hatırlattı. Markasını dikkatle ve oldukça yavaş oluşturduğunu anlatırken, roketlemem zaten mümkün değildi çünkü asla bir banka ya da yatırımcıdan para alarak markamı geliştirmek istemedim diyor. Bugünkü sistemin buna maalesef pek izin vermediğini, markayı birkaç ayda bir yerden bir yere getirmemişsen tüm ekibi kov gitsin felsefesinin baskın olduğunu ifade etti. "Bizim dönemimizde nefes almaya, durup bakmaya ve işleri dinginlikle ve nezaketle yapmaya yetecek zamanımız vardı" derken şimdiki yeni tasarım markalarının çoğunun devler tarafından domine edildiği ya da hızla satın alındığının altını çizdi. Hiçbir zaman motivasyonu daha fazla para olmadığından 20 yıldır Paul Smith'i almak isteyen her kuruma hayır cevabını verebilmiş. "Bu sebeple de bir fikrimi söyleyip cevap aldığım tek bir adam var, o da sabahları aynada traş olan adam" diyor.
California'nın en fazla Instagramlanan mağaza duvarı olan Paul Smith mağazası kocaman çingene pembesi bir küp; Sir Paul Smith haritayı alıp, mağazanın konumuna bakınca, herkesin araba kullandığı bu upuzun caddeye dikkat çekecek, çılgın bir şey inşa etmeye karar vermiş; "büyük bir kurumun parçası olsaydım bunu onlara sormam gerekirdi oysa ben ve aynadaki adam 'hadi yapalım' dedik" diye anlatıyor.
Bugün perakende mağazacılıkta devrim olarak görülen ve neredeyse olmazsa olmaz hale gelen deneyimle, sanatla ve hikayeyle birleşen fiziksel mağazalar fikrini, 80lerde ilk olarak Paul Smith uygulamış; "ilk mağazam o kadar küçüktü ki, müşteri girdiğinde burun buruna kalıyordun, içeri giren kişi nasıl daha rahat hisseder, burada daha fazla vakit geçirir, mağazada bir değişiklik olmalı, güzel kıyafetlerden öte bir karakteri olmalı diye düşündüm. Burası bir giyim mağazası diye neden seramik de satılmasın, müşteri belki gördüğü bir resimle kendini daha sıcak bir ortamda hisseder, güzel bir gömlek bulabileceği gibi güzel bir objeyi de bulup keyiflenebilir diye düşündüm ve mağazamı karakteri ve konsepti olan bir alana dönüştürdüm". Öte yandan e-ticarete de ilk giren tasarımcı markalarından biri ve cirosunun büyük kısmını buradan elde ediyormuş. Yine Paul Smith'in önemli dönüm noktalarından biri bugünün hemen tüm markalarının iştahla saldırdığı Uzakdoğu pazarını erken keşfi oluyor. Markasını kurduktan yalnızca 4 yıl sonra, 1983de Japonya'ya "genç tasarımcı" olarak bir davet alıyor ve sırf 18 saat ekonomi sınıfında uçmayı kabul edip, bol yıldızlı bir otel talep etmediği için bu fırsatı yakalıyor. Bugün Japonya'nın 5. Büyük markası olan Paul Smith'in ülke çapında 265 mağazası varmış. "1995 yılında orada çoktan süper star olmuştuk ama o aşamaya gelene kadar olağanüstü çalışıp yılda yüze yakın kez Japonya'ya uçtum, İngilizce çok az konuşuluyordu ve tüm iletişimimi espri ve arkadaşlık üzerinden kurdum" diyor.
Bugün moda endüstrisinde taşlar yerinden oynuyor ve kartlar yeniden dağıtılıyorken, neredeyse 40 yıl önce bunları görmesi ve uygulaması bizi sanki yine en başa götürüyor: nefes alacak, işleri dinginlikle ve nezaketle yapacak kadar zaman. Belki 2020'de kendimiz, bedenimiz, ruhumuz ve işimiz için bizim de mottomuz bu olur.
Türk moda tasarımı büyük potansiyeline rağmen henüz o büyük çıkışı tam kapasite yakalayamamış olsa da Türk aksesuar tasarımcıları başarılı, heyecan verici ve hatta çoğu dünya çapında işlere imza atıyor. Bunun önemli sebeplerinden birini Anadolu'ya ve köklere dönüşleri olarak görüyorum. Zanaate, zanaatkara; Anadolu mistisizmine; el sanatlarına, efsanelerine dönüş… Manu Atelier, Begum Khan, Mehry Mu hepsi bu topraklardaki işçiliği, geleneği, hikayeyi modernize ederek dünyaya sunabilen nadir markalar.
Anadolu kadınının eşsiz tel kırmasını couture ile birleştirerek çok başarılı koleksiyonlara imza atan Zeynep Tosun'un önemli takı tasarım markalarımızdan Lucky Culture işbirliğiyle çıkardığı ilk aksesuar koleksiyonu da yukarıda bahsettiğim harmanın en güzel örneklerinden biri olmuş. "Anadolu'ya Nazar Değmesin" ismi verilen koleksiyon Anadolu mistisizmine saygı duruşu niteliğinde ve uzun zamandır gördüğüm en yaratıcı tasarım işbirliği. Anadolu ve uzantılarında yaşamış medeniyetlerden ilham alarak tasarlanan tılsımların günümüz kitch ruhu ile harmanlanmasından oluşturulan ve "hepimiz ortak bir kültürün karmasıyız, ortak bir yerde mutlaka buluşuyoruz" ana fikriyle yola çıkan koleksiyon Hilal, Göz, İnanna, Atmaca gibi yedi farklı tılsım temasından oluşuyor.
Bir başka aksesuar işbirliği ise mücevher tasarımcısı Begüm Kıroğlu'nun Begüm Khan markasının dünyanın önemli İtalyan lüks ayakkabı markası Aquazzura ile yaptığı kapsül koleksiyon. "Begüm Khan for Aquazzura" adıyla satışa çıkan koleksiyon 8 parçadan oluşuyor. Marka yolculuğuna kol düğmeleri ile başlayan Begüm Kıroğlu cami kubbelerinden Osmanlı kültürüne buradaki mirasından aldığı ilhamla, yine eski Osmanlı tekniklerini sürdüren yerel zanaatkarların el işçiliğini modern bir vizyon ile bir araya getirebilmiş. Bu önemli işbirliği de ne kadar başarılı olduğunun kanıtlarından biri.
MARKA konferansında "İstanbul karşılaşmaların şehri" dendi; çağların, kültürlerin, dinlerin, insanların... Umarım 2020 bu karşılaşmaların çarpışma değil uzlaşma, tüketim değil üretim, tükenmişlik değil ilham getirdiği bir yıl olsun.