Londra
Meraklı gözlerle etrafa bakan çocuklar, kortej noktasına doğru ilerleyen yüzlerce yüz… İçinde yüksek yüksek binaların olduğu metropol bir şehir ve ortasında hâlâ yaşayan bir saray… Âdeta yüzyıl öncesine yolculuk gibi hissettiren, etraftan ara ara gayda seslerinin yükseldiği geniş alan ve üzerinde binlerce insan… Muhafız alayı, atların asaleti, o dik duruş ve yaslı yüzler. Kanallara canlı görüntüler geçen kameramanların vizöründen ta ileriyi görmek için bakmaya çalışan törenzadeler… Büyük bir veda hazırlanmış, saatler ilerledikçe gördük.
1952 yılında kraliçe unvanı alan, tacını ise unvanı aldıktan 16 ay sonra 1953 tarihinde giyerek 70 sene İngiltere hükümdarı olan Kraliçe ll. Elizabeth, 19 Eylül 2022 günü son yolculuğuna uğurlandı.
İngiltere’nin tahtta en uzun süre kalan hükümdarı olan Kraliçe ll. Elizabeth yaz aylarını geçirdiği İskoçya’da bulunan Balmoral Kalesi’nde son nefesini verdiğinde 96 yaşındaydı. Kraliçenin Balmoral’de huzur içinde öldüğü açıklandığı anda siyahlar giyildi ve gerçeğe 3-2-1 dendi.
Hayata gözlerini kapattığı 8 Eylül gününden bu yana binlerce insan, cenazesi halka açılan Kraliçe ll. Elizabeth’i görmek için Londra’ya akın etti. Cenazesi Westminster Hall’a getirilmişti ve günlerce halka açık kaldı. Neredeyse 200 binden kişi ziyaret etmiş ve deftere notlar yazmışlardı. Kraliçenin katafalktaki naaşının önünden saygı geçişi yapmak isteyenlerin oluşturduğu kuyruğun 8 kilometreye kadar çıktığını ve yaklaşık 15 saatlik bekleyişten sonra kraliçenin tabutuna ulaşabildiklerini biliyoruz. İddialı bir kuyruk kilometresi ve zaman.
Cenazeden önceki gün akşam saatleri itibariyle, kraliçe ziyareti halka kapatıldı. Cenazenin arefesinde ise Buckhingam Palace tarafından kraliçenin daha önce hiç görülmemiş bir fotoğrafı paylaşıldı. İşte bu fotoğraf kraliçenin naaşının götürüldüğü Windsor Kalesi’nde Mayıs ayında çekilmiş. Bu fotoğrafta gördüğünüz elmas broşu ise babası Kral Vl. George kızı Elizabeth’e 18.yaş gününde hediye etmiş.
Daha önce hiç kraliçe cenazesi takip etmemiştim. İnanılmaz bir hazırlık yapılmış, her şey ilmek ilmek bir kanaviçe gibi işlenmiş adeta. Güvenlik önlemleri ise had safhada organize edilmiş ama tüm bunları bir bütün olarak yerinde görmek başka bir şey elbette.
Saatlerce ayakta kalıp, elektriğe de ulaşamayacağım için beni destekleyecek malzeme çantamı hazırladım ve sabah 7.30 gibi evden çıktım. Tören sabah saat 11.00’de başlayacaktı. Dışarı çıktığımda etrafta kuş uçmuyordu. Etrafta inanılmaz bir sessizlik, bende de bir şaşkınlık var. Sabah metroya bile zar zor binebileceğimi hayal eden ben, otobüse bindiğimde yalnızca şoförü gördüm. “Acaba insanlar geç mi gidecek, yoksa geceden mi oraya gittiler?” diye düşünmeden kendimi alamıyordum. Metro bile her gün olduğundan daha sessiz ve ıssızdı. Ancak dakikalar ilerledikçe tablo değişmeye ve renkleşmeye başladı. Durak durak gittikçe, ellerinde çiçek demetleri, boyunlarında kamera çantaları asılı olan insanlar gözüme ilişmeye başladı.
Tabii tören alanına açılan çoğu istasyon kapalıydı. Green Park’ta indik ve yönlendirmelerle Hyde Park’a yürüdük yüzlerce kişi. Her şey büyük bir titizlikle planlanmıştı. Büyük bir nizam içinde herkes çekilen şeritler içinde yürüyor ve taşkınlık yapmıyordu. Green Park’a çıktığımızda büyük bir kalabalığın içine akmış bulduk kendimizi. Alana giderken de kolunun altında piknik halısını taşıyanlar, kamp sandalyelerini sırtlayanlar, bebeklerini ve hayvanlarını alıp gelen yüzlerce insan vardı. Neredeyse çoğu insan gözünü yolda açmıştı. Kendileri için ayrılmış bir tarafta bekleyen gaziler, başka bir tarafta uyuyan, yanında getirdiklerini hazır vakit varken atıştıranlar ve elbette acaba konvoy geçerken nereye konumlanabilirim diye nokta araştırması yapan herkes.
Sabah o saatte yüzlerce insanla Hyde Park’a yürürken, henüz tören başlamamış olmasına rağmen kimse yüksek sesle konuşmuyor, bağırmıyor, “Sen benim ayağıma bastın, sen benim önüme geçtin” deyip kimse kimseye çıkışmıyordu. Çünkü o kalabalıkta herkesin arasında dokunulmayacak kadar mesafe vardı. Sanki insanlar da bilmeden bu güne hazırlanmış gibiydi. Kimse daha önden görmek, daha yüksekten bakmak için yarış halinde değildi tören esnasında. Parka büyük ekranlar konulmuştu. Alana gelenler büyük ekranların olduğu birkaç noktaya yönlendiriliyordu. Bize yardımcı olan bir görevli ise, “Şu tarafa giderseniz büyük ekran ve çay var, ama diğer tarafa giderseniz de konvoyu görme ihtimaliniz var ve ayrıca bir ekran da var” dedi. Kalbimizin sesini dinleyip nereye karar vereceğimizi düşünürken elbette ki konvoyu görme ihtimali kendine çekmişti bizi. Zaten ne için gitmiştik, ekrandan izleyecek olsak evden çıkmazdık.
Parka geliş yolunda gözüme ilişen seyyar satıcılar ortalıkta yoktu. Onca yol boyunca gördüğüm satılan tek şey üç ayrı çiçekçinin çiçekleri oldu. Gülün tanesini 7 pounda, ikisini de 12’ye vereceğini söyledi çiçekti. Almak istemediğimizi söyleyince indirim yapmak istedi ama çiçekler elimizde kalacağı için almaktan vazgeçtik. İlerlemeye devam ettik kalabalıkta… Sessizlikte uğultu vardı yalnızca. Çocuklar bile ağlamıyor, neredeyse ortalığa yayılan tek ses helikopterlerin pervanesinin sesi oluyordu.
Kraliçe hayatını kaybettiği gün tarihten bir yaprak düştü. Cenaze töreninin yapıldığı gün ise, görkemiyle ülke tarihine geçti. Dile kolay, tarih sahnesinde 70 sene. 70 sene, Büyük Britanya ve İngiliz Uluslar Topluluğu’na mensup 10'dan fazla ülkeye -sembolik de olsa- hükümdarlık yapmıştı.
Kraliçe ll. Elizabeth, binlerce kişi eşliğinde defnedilecek kiliseye, anne babasının, kız kardeşinin ve eşinin yanına yani Windsor Kalesi’ne uğurlandı. Onun için buranın anlamı vardı. Kraliçe, II. Dünya Savaşı sırasında Londra bombardıman altındayken korunaklı olması için bu kaleye gönderilmiş, koronavirüs pandemi sürecinde burada ikamet etmiş ve sevgili eşi Prens Philip’in cenazesi de geçtiğimiz sene burada yapılmıştı.
Kraliçenin, hayatını kaybettiği günden bu yana, ülkenin turistik marketleri ve meydanları çok dolu değildi. Her zamankinden farklıydı. Çünkü ülkeye gelen çoğu turist, soluğu kraliçeyi görme yolunda almıştı. Konuştuğum bazı kişiler ise, “Kalabalıktan pek bir şey göremedik ama orada olmak istedik çünkü tarihi bir an ve tarihi günler” dedi. Çoğu mekân sahibi işlerinin neredeyse yarıdan fazla düştüğünü söyledi. Buckingham Palace’ın etrafına ve Green Park’a gözlerimizin alamayacağı çoklukta üzerlerinde notlarını iliştirerek çiçek bıraktı insanlar. Kimi hüznünü, kimi minnetini paylaşmıştı. Kesme çiçek üretiminde Türkiye'de ilk sırada yer alan Antalya ve Isparta’dan da cenaze ve yas töreni için 1.5 milyon dal karanfil siparişi verildi. Tüm bu çiçeklerle beraber İngiltere, kesme çiçek ihracatında ilk sırayı almış oldu.
Başka bir yanıyla da popüler kültürün bir parçasıydı Kraliçe ll. Elizabeth. Büyük ve önemli bir dönüşüme tanıklık etti. Artık görünürdü ve ulaşılabilirdi. Halkına sempatik geliyordu. Elbette herkes için değil ama 50 kişiye sorduysam bunun 45’i “Çok büyük işler yaptı, ona çok saygı duyuyorum, onu çok seviyorum, o herkesin kraliçesi” gibi sözler söyledi.
Bir dönem, bir devir kapandı. Peki şimdi kraliçeye gösterilen bağlılık Kral Charles’a da gösterilecek mi? Halkın ikisine duyduğu hisler çok uç noktalarda. İnsanlar kraliçeyi hayatlarından, evlerinden biri gibi görüyordu. Hatta kendi söylediği söz de şöyle ki, “Beni kraliçe değil, teyzeleri gibi görüyorlar…”
Krizlere rağmen sevdikleri ve kraliyet ailesinin diğer üyelerinden farklı gördükleri biriydi. Onlara göre kraliçe kucaklayıcıydı. Hatta halkın kraliçeye duyduğu sempatiden ötürü zaman zaman monarşiye katlandıkları da söylenen bir şey. Tabii buradaki insanların Charles’a baktıkları pencerenin perdesi daha karanlık. O yüzden çok parlak görünmüyor ışık. Bu jenerasyon Prenses Diana’yı filmlerden, dizilerden ve az çok anlatılanlardan biliyor. Ve şimdiki Kral Charles’i bu masalın kötü adamı olarak görüyorlar. Hatta, kraliçenin öldüğü gün, pek çok insan sosyal medyada Diana’nın fotoğrafını paylaşmış ve kraliçemiz sensin diye selam vermişti. Şimdiki kraliçe Camilla’yı anmak isteyene ben denk gelmedim. Kraliçe ll. Elizabeth’in bir sözü aklıma geldi o sırada, “Keder, sevgi için ödenen bedeldir” demiş, hakikaten öyle mi diye düşündüm...
Tüm bunlar aklımdan geçerken tören devam ediyordu…
Bu tören, takip ettiğim ilk büyük ölüm töreni ve her şey büyük bir sadelik ve suskunluk içinde ilerliyordu. Eko yapmayacak şekilde, sesin herkese temiz ulaşabileceği haliyle insanlara canlı yayında şimdi neler yapıldığı anlatılıyor. Bu satırları yazdığım esnada Kanada Başbaşkanı Justin Trudeau’nun kraliçeyi selamladığını duyuyorum ve öncesinde de Emmanuel Macron’un. İçerideki tören bu şekilde devam etti ve ardından Windsor yoluna çıkıldı..
İnsanların çoğu kraliçeyi sevdiği, saygı duyduğu, son kez görmek istediği için, kimi yalnızca tarihi bir an olduğu için, kimi tarihte önemli bir figür olduğundan, bazıları ise sevmese de böyle bir törenin nasıl olacağını görmek için geldi. Ben oradan ayrılırken koca bir kalabalık, çimlerde oturmuş kocaman ekranlardan Windsor’a gidişin anlatılışını izliyordu. Pür dikkatle.
Hakikaten çok ama çok büyük bir vedaydı. Kocaman bir “güle güle” saatleriydi. Böyle bir düzen, tertip, olaysız ve etrafa çöpünü atmayan kalabalık daha önce görmemiştim. Bu tören çok konuşulur.
Sözün özü ise, hakikaten kraliçelere layık bir cenaze töreniydi…