İnsanoğlu doyumsuzdur, ver yalıyı otursun. Herkes bir yalım olsa hayali kurar, İstanbul’a ilk geldiğinde boğaz turu yapar ve o yalıları seyrederken "Ah biri benim olsa neler neler yapardım" der. Sanki dört nala at koşturacak, halbuki ona sahip olsa ondan da bir süre sonra bıkacaktır… Annem hep der:
"Ah kızııım o yalılarda neler yaşanıyor kim bilir, hepsi bizden mutsuz."
Ferzan Özpetek’in 11. uzun metrajı İstanbul Kırmızısı, boğazın meşhur o kırmızı yalısında geçiyor. Ve dizilerimizde de hızla yayılmış o yalı mutsuzluğunu, kederini görüyoruz.
Film sadece yalı metaforuyla aklımda kalmasın… Film boyunca en iyi olan, zorlama olmayan o harika aforizmasıyla aklımda kalsın istiyorum:
“İstanbul tam bir sürtüktür geleni geri çevirmez."
İşte tam da söz bu olmalıydı.
Filmin rotası…
Keşke film şu sözü yansıtabilseydi.
Ama Özpetek, “Geçmişe takılan bugünü ıskalar” gibi ultra klişe bir söze tutunmuş, tutup bırakmasa bari ancak onu da bırakıyor maalesef. Ve buna benzer sözler film boyunca serpiştirilmiş.
İstanbul Kırmızısı, sanki rotasız bir gemi gibi boğazın sularında sağlı sollu ilerliyor…
Bir gizem bir merak yaratmayı başarıyor evet de, birbirinden yakışıklı üç oyuncu ve güzelliğini saatlerce seyredebileceğimiz bir dünya güzeli Tuba Büyüküstün yetmiyor bize.
Mehmet Günsur’un oynadığı Yusuf’un hassaslığı ve naifliği yetersiz kalıyor.
Karakter derinliği ve çatışma eksikliği büyük sorun.
Hatta filmi sırtlamış Halit Ergenç, Vatanım Sensin dizisi ile sempatim doruklarda olduğu için ve gerçekten de tartışmasız iyi bir oyuncu olduğu için ve gözleri tam da boğazın suları gibi olduğu ve Orhan’ın geçmiş acısını hissettirdiği için film benim için ilerleyebiliyor. Belki bu yüzden asla sevmedim diyemiyorum filme.
Nejat İşler’in oynadığı yazar Deniz’in kağıt toplayıcısını acısını teselli etmek için cümle bile kuramayan, aslında hayatın gerçeklerinden tamamen uzak ruhsuz bir üst sınıf mensubu olduğu hissini bile zar zor alıyoruz. Deniz’in akıl oyunlarına kafamızı yormak için pek malzememiz olmuyor…
Gaye Su Akyol’un Kırmızı Rüyalar adlı bayıldığım şarkısını söylediği parti sahnesi, tam bir üst sınıf eleştirisi olabilecekken olamıyor. Aklıma Muhteşem Güzellik’in o muhteşem parti sahnesi geliyor…
İstanbul Kırmızısı, maalesef Özpetek’in filmografisinde zayıf kalıyor.
“Ülkemize has konularda, problemlerde sizin kadar hassasiyet duyuyorum sahneleri”ni, karakterlerin travmalarına ilintiliyor, iliştiriyor, çok açık şekilde…
Tıpkı Mustang ve Dar Elbise’den geçen bir samimiyetsizlik duvarına çarpıveriyoruz.
İstanbul Kırmızısı’ndan çıktıktan sonra, o “aşk”ı gördüğümüz, enfes insan ilişkilerinin, inceliklerinin olduğu, ruh dolu filmlerine özlem hissim artıyor.
Kayıp Şehir dizisi mesela işte o gerçek İstanbul’u anlatıyordu ama eğer üst sınıf buhranından bahsediyorsak Aşk-ı Memnu, İstanbul Kırmızısı’ndan daha başarılı kalıyor.