Acun Ilıcalı, televizyon dünyasının gündem belirleme ustası artık epeydir, ancak kanal sahibi olduktan sonra daha çok konuşuluyor.
Son olarak yaptığı transferden önce özel bir haberi paylaşayım: TV8’i satın alan ve yerinde hamlelerle kanalın hamurunu iyice kıvama getirme yolunda olan Ilıcalı ile TV8 ekibi, yakında TV8’in Ayazağa’daki binasından çıkıp Show TV’nin Levent’teki binasına kiracı gelecek. Bunun için hazırlıklar tam gaz devam ediyor. Hatta futbola düşkün olan Ilıcalı yeni yerine bir halı saha yaptırmakta.
Şimdi ise 'Bu Tarz Benim’e gelelim... Acun, transfer etti kanalına, programın format eleştirisinden önce şunu demeliyim ki bu hamle televizyonculuk adına doğru bir hamledir. Zaten neyin neden tuttuğu tumadığının en bilinmeyen sezonunda, tutmuş bir işi transfer etmek başarıdır, yerinde bir karardır.
Televizyonculuğun dinamiklerine göre aslında iki reklam arasına yapılan, tutmuş ve çok reklam alan ve kazandıran program, dizi doğru dizi ve programdır. İşin içeriği, kalitesi ayrı tartışma konumuz ki az sonra pek sert geliyorum.
Ben televizyon da zaten aptal kutusu tespiti kolaycılığına hep karşı oldum ve eleştirmenliğe de biraz bilinçlendirme isteğiyle başladım. Aaaa televizyon da aptal kutusu neyini eleştireceksin diyen über zekalı arkadaşlar inanın en çok eleştirilmesi gereken kitle iletişim aracı televizyon ve bu toplumda bireylerin need for orientation yani yönlendirme gereksinimi var. Bu gereksinim eğitim düzeyi arttıkça düşer bir toplumda, o yüzden keşke çok çok tv yazan ama bunu bilinçli yapan insanlar olsa ülkede. need for orientation, Agenda-Setting theory gündem belirleme teorisinin kapsamındadır ve etki alanları kitlelerin manipülasyonudur. Ülkemizde de çokça başvurulan bir yöntemdir ve hatta son günlerde. Çok teknik sıkıcı oluyor geçiyorum...
'Bu Tarz Benim, tipi formatlarla ilgili çok fazla ve hepsini kapsayacak tespitlerde bulunduğum yazılar yazmıştım. Ondan bu kadar tutmasına rağmen direndim yazmamaya.
Sen Yeter Ki Tüket, kafanı çalıştırma formatları bitmez bu ekranlarda. Ses yarışmaları da devam ediyor, bir ara da oyunculuk üzerine yarışmalar revaçtaydı. Bu yarışmalara katılan herkes hayallerde ama hiç kimsenin sonrasında bir yere geldiği ve de hayalleriyle coştuğu bir ortam yok, olmuyor, olmayacak. Birinin gerçekleri söylemesi gerek. Sadece televizyonun nesnesi oluyorsunuz.
Üzerine üniversitede epey çalışma yaptığım çok sevdiğim Dövüş Kulübü’nden bir replik özetidir ahvalin:
“Televizyonla büyürken milyoner, film yıldızı ya da rock star olacağımızı sandık ama olmayacağız... bunu yavaş yavaş öğreniyoruz...ve çokça kızgınız...”
Gündeme dair kafamda deli sorular:
Acaba Samanyolu TV’de keylenmemiş yeşil adamların altında nasıl bir ideoloji yatıyordu?
Diziler ideolojik makine diyen Orhan Tekelioģlu, acaba dizi ekibi gözaltı olaylarını nasıl yorumlar?
O değil de İdeolojiler, nasıl bu kadar “geceden gündüze değil de; bugünden yarına değil de; çok acil olarak değil de; çabuk çabuk” değişir oldu?