Sadece sarf edilen sözleri paylaşmam yeterince utanç verici. Acun Ilıcalı lütfen bunları filtreden geçirsin ve uyarsın, yayına verilmesin.
Çok rahatsız edici… Etrafında çalışıp bu durumdan rahatsız olan bir tane kadın yok mu merak ediyorum.
İşte Benim Stilim’deki Bahar Candan zulmüne engel olmak istemeyen Ilıcalı’dan ricam bari bu durumu kontrol altına alsın.
Dizilerde de hayatta da kadınlar, hep bu eril öfkenin altında eziliyor…
Serhat: Karı gibi gülme… Erkeğe saygı duy… Kız gibi atıyorsun… Karı gibi konuşma…
Sedat: Kadınlar konuşmaz erkeğin yanına…
Önce Kapadokya’da geçen bir çocuk gelin hikâyesi diyebileceğimiz Çoban Yıldızı, ardından da yine daha önce Kapadokya’da geçmiş bir dönemi sallamış Asmalı Konak’ın ‘copy paste’ Bursa sürümü İstanbullu Gelin başladı.
Sanki Asmalı Konak’ı alıp ikiye bölmüşler, mekânı Çoban Yıldızı’na bırakıp hikayeyi Bursa’ya taşımışlar.
Menderes Samancılar’ı bu kez Kapadokya’da ağa, sınıf atlamış. Ama onu görünce Asmalı Konak hafızamıza gelip yerleşiyor yine…
Özcan Deniz = Asmalı Konak’ın Seymen Ağa’sı = Haziran Gecesi’nin Baran’ı = Kaderimin Yazıldığı Gün’ün Kahraman’ı = İstanbullu Gelin’in Faruk’u.
En farklı rolü, Yeşim Ustaoğlu’nun çok sevdiğim Araf filmindeki Mahur karakteriydi.
Deniz, dizilerde hep aynı rollerde. İstanbullu Gelin’de de centilmen, nazik, karizmatik, varlıklı, kadınları tavlayacağı her türlü numarayı bilen ama ileride her türlü gözü karalığı ve psikopatlığı yapabilecek her an Shining Jack’e dönebilecek karanlık bir adam.
Seymen Ağa da Bahar’ı tavlamak için sokaklarda danslar şarkılar binbir numara yapmıştı.
Taa ki o konağın o evin içine onu kendi güvenli bölgesine kapatıp hegemonyasına alana kadar.
Tabii bir de yine üstte geçen diğer Özcan Deniz dizi karakterleri gibi anne ile müthiş bir bağ ve çatışma var. Odipal okumalara açık…
Her iki dizide de baht dönüşümü var, hem de ilk bölümde (Baht dönüşümü üzerine ayrıca yazmıştım). İzleyicinin en bayıldığı şey bu. Bir karakter birden fakirken zengin olsun, kadınsa eğer daha cazip. İyi bir durumdan hemen bir çıkmaza sokup allak bullak tersyüz edelim, bunu izlemek de katharsisi coşturuyor.
***
Çoban Yıldızı mesela Bir Zamanlar Anadolu’da olduğu gibi usta Neşet Ertaş’ın Çoban Yıldızı’nın çalıyor, hem de böyle çok doğal bir şekilde, bir sanat filminde kullanır gibi… O zaman beni ikna ediyor, iyi şeyler yapmaya odaklı bir proje olduğuna… Bu bende çok iyi bir etki bıraktı, az bulunur çünkü. Selin Şekerci’nin iyi oynadığı Zühre’nin aşırı doz ağlamasını unutturdu.
Senaryo benzer, aynı olabilir. Hep aynı örneği veriyorum. Godard’ın dediği gibi:
“Bir şeyi nereden aldığınız değil nereye götürdüğünüz önemli.”
Bu cümleden hareketle acaba bir umut var mı diyorum ancak her şey çok açık, her şey çok tahmin edilebilir, her şey çok sıkıcı ve her şey çok cillop gibi ortada her iki dizide de.
Kapadokya enfes derken bir Kırlangıç Fırtınası da başladı ki, hiç izlememiş sayayım kendimi o derece. Ayrıca sektörde bir silkinme lazım, herkes aynaya ve bu yazıya bir tekrar bakmalı.
“Aaeyh cınım emeğinize sağlık, cınım arkidişim mikemmel oynamış, yazmış, çekmiş yolu açık olsun. Set çık kiyifli giçti, film de haliyle kiyifli oldu, aramızda mithiş bir enerji oldu” yazılarından ötesine ihtiyacı var bu sektörün.
Yani,
Nazan Öncel’in dediği gibi:
Aynı nakarat / Hep aynı aynı anlat anlat
Gürültü var ses yok / Sureti var aşk yok / Görüntü var renk yok / Tantana var iş yok