“Çok gezen mi bilir çok okuyan mı?” sorusu teori ve pratik arasındaki diyalektik bağı koparmaya çalışan bir soru olsa da, resmi tarihin egemenlerin kaleminden çıktığını kabul ediyorsak eğer, gezmek de bazen işe yarıyormuş diyenlerdenim. Siz hiç tarih kitaplarının 1915 Çanakkale Savaşları’na Aborijinlerin hatta Torrens Strait Islanderların katıldığını yazdığını duydunuz mu? Her yıl 25 Nisan’da Şafak Ayini’nde adı anılan “Jonnyler ile Memedler” arasında hiç kıtanın yerlilerinin adlarının anıldığını okudunuz mu?
Tarihi bir sapma mı ya da bedeli ağır “bir ispat mı”? Topraklarını işgal eden Beyaz Adam’ın taraf olduğu, onların olmayan bir savaşta yer almak, Aborijinlerin trajedisi aslında. Konuyu araştırırken ‘Coloured Digger Project’in varlığından haberdar oldum. Projenin medya sorumlusu Pastor Ray Minniecon’la konuşurken de bu tarihsel çelişkiye pek de rahat yanıt veremediklerini gördüm.
Proje, Aborijinlerin yoğun olarak yaşadığı New South Wales (Sydney) Redfern bölgesinde 5 yıl önce başlatılmış. Amaç ise Gelibolu’da ölen Beyaz olmayan Avustralyalıların varlığını duyurmak, unutmamak ve resmi olarak tanınmak. Onlar da her yıl 25 Nisan’da ayrı bir anma etkinliği düzenliyorlar.
Güncelden biraz kopup tarihe kısa bir parantez açarsak; bilinen o ki Gelibolu’da ölen 5 Aborijin dışında aslında savaşa katılanların 500-600 olduğu tahmin ediliyor. Ancak savaştaki askerlerin kayıt listelerinde etnik kökenleri belirtilmediği için gerçek sayı tam bilinmiyor.
Daha önce aktarmıştım, okuyan bilir, Aborigin and Torrens Strait Islanders halkının vatandaşlık haklarını almaları 60’ların sonuna denk geliyor. Yani Birinci Dünya Savaşı sırasında onlar resmi olarak vatandaş değiller. Gündelik yaşam içinde, koruyucu yasalara rağmen, seçimlerde oy kullanamıyor, barlara alınmıyor, yerli olmayan biri ile evlenip, toprak satın alamıyorlardı. Pastor Ray Minniecon’a gore; işte bu şartlardan dolayı toplumlarındaki gençlerden bazıları, biraz macera, biraz da para kazanmak gibi nedenlerle katılıyor bu savaşa. Sivil yaşamlarında ırkçı, küçük düşürücü davranışlarla karşılaşan bu gençlerin siperdeki arkadaşları Mick, Ben ve Harry olur. Yanlış kanılar, olumsuz klişeler, elbette birçok Aborigin olmayan Avustralyalı askerin kafasında vardı. Ama cephede, birlikte yaşarken, gülerken, yemek yerken hatta ölürken bu önyargılar kayboluyordu.
Makinalı tüfeklerden çıkan kurşunlar başlarına yağarken, bombalar etraflarında patlarken yaşanan acının daha katmerlisi asıl savaştan sağ kurtulanlar, kendi topraklarına döndüğü zaman yaşanacaktı. Cephede görece yaşanan eşitlik siperlere gömülecek, Aborijin “gaziler”, sakınılan, uzak tutulan kişiler olacaktı.
Ray Minniecon’ın ağzından dinleyelim: “Özverilerinin hepsi yok sayıldı. Mazlum asker aileleri Federal ve Eyalet hükümetleri tarafından ayrı ayrı olarak daha fazla ezildiler. Hükümetin zalimce kullandığı inisiyatif, diğer askerlere toprak tahsis ederken Aborijin askerler, bu haktan yararlanamadı. Cephede omuz omuza çarpıştıkları arkadaşlarıyla birlikte içki içemediler. Savaşta fiziken ve psikolojik olarak hasar alanlar, rehabilite hizmeti alamadı. Üstelik çocukları onlardan çalındı. Gösterilen nankörlük, 1930’larda, Aborijinlerin hakları için siyasi bir hareketin gelişmesine hizmet etti. Savaşa katılmaları aslında zorlu bir ispattı. İnsan olarak daha iyi bir Avustralya arzu ediyorlardı ancak Beyaz Avustralya onların ayağa kalkıp güçlenmesini istemiyordu.”
Bütün bu ayrımcılığa rağmen nasıl oldu da orduya katılabildiler diye sorduğumda; Minniecon, “kendi kimliklerini gizlediler o zaman. Kendilerini Maori ya da Hintli diye tanıtmışlardı” diye açıklıyor ve ekliyor: Tanınma, saygı, onur benim halkımın hakkı ve hak ediyorlar.
Resmi ANZAK törenlerine katılım çok az Aborijinler arasında. Bu yılda Redfern’deki alternatif anma töreni, savaşan askerlerin geride bıraktığı annelerine, kızkardeşlerine, sevgililerine, eşlerine atfen düzenlendi. Çünkü aralarında “Çalınan Kuşak”tan olanlar, o zorlu koşullarda varolmaya çalışan, çocukların bakımını tek başına üstelenen kadınlar var.
Ölümün insanları eşitlediği önermesini çürüten tarihi bu gerçeğin arkasında görünen o ki, Beyazların dünyasına onların değerlerine yenik düşerek girebilme çabası var.
“Tarihte kendini arayanlarla, kendine tarih arayanların” garip, trajik buluşması işte.