Savaş, silah ve ölümün ötesinde bir gerçeklik. Feminist akademisyen Prof. Cynthia Enloe’un "savaşlar sadece savaş alanında gerçekleşmez" sözleri kadın ve çocukların savaştan nasıl etkilendiğinin görünmezliğine bir vurgu. Zira savaş "mutfakta, bir mülteci ya da sığınmacı kampında ya da savaşın coğrafyasında yer almayan birçok mekânda sürer." Kadınların neler yaşadığının kayıt altına alınmadığı, görülmediği bir savaşı tarif etmek eksik kalır.
Suriye’de 2011 Mart’ında başlayan savaştan kaçanların yüzde 75’i kadın ve çocuklar. Bunların çoğu çadır ya da konteyner kentlerde kalıyor. Evlerde, yakınlarında kalanlar da var.
Ceylanpınar savaştan kaçan kadınların neler yaşadıklarının en çarpıcı yerleşkelerinden biri. Bakım emeği savaşa göçe rağmen kadınların yükü olmaya devam ediyor. Yoksullukla baş etmek yine kadınlara düşüyor. Tek göz, dükkândan bozma odalarda, 9-10 kişi bir arada yaşıyor. Bazı evlerin sıvası yok. Pencereler kilimle ya da naylonla kaplanmış. Isınma ciddi bir sorun. BPD tek tek evleri gezerek tespit yapmış ihtiyaçlar konusunda. İlk elden barınma ve yiyecek sorunu çözülmüş. Kadın ve çocuklar için ped ve çocuk bezinin yanı sıra iaşe dağıtımı düzenli olarak yapılıyor sınırlı olanaklarla. Kızılay da ayda bir paket veriyormuş.
Aralarında Şam’dan gelenler olsa da ağırlıklı yer Resulayn/Serakaniye bölgesinden gelenler. Kendisine Özgür Suriye Ordusu bileşeni diyen ama oradaki yaşlı kadınların "çeteci" olarak tariflediği gruplar kimilerinin evlerini talan etmiş. "Alamadıklarını da kırdılar" diye anlatıyorlar. Ermeni bir kıza annesinin gözleri önünde tecavüz edilmiş. Savaşın bir diğer anlamı da kadınlar için taciz ve tecavüz değil mi zaten. Kadın bedeninin "işgal yurdu" olarak görüldüğü eril militarist politika her daim savaşın pususunda bekliyor. Uluslararası Kurtarma Komitesi (International Rescue Committee) raporu da bunu teyid ediyor. Kadınlar evde sokakta özellikle de silahlı çeteler tarafından tecavüze uğruyor. Üstelik bunlar toplu tecavüz biçiminde ve sık oluyor.
4500 kişi ilçeye yerleşmeyi tercih etmiş. Ağırlıklı olarak Kürtler, aralarında Araplar da var. Zira sınırın öte yanı Kürtlerin bölgesi. Türkiye’nin Suriyeli Kürtlere yönelik yaklaşımı zorunlu tercihin politik arka planı. Görüştüğüm yaşlı–genç kadınlar çadırlarının yakıldığını ve suçun üzerlerine atıldığını anlatıyor. Tanıdıklarının yanında kalmak daha güven veriyor onlara. Zira sınırı gördüğünüzde anlıyorsunuz nasıl suni bir ayrım olduğunu. Evlerinin bir kilometre ötesi akrabaları. Kaymakamdan izin çıkmadığı için Ceylanpınar Çadırkent’e giriş mümkün olmadı. Anlatılanlarla yetinmek zorundaydım. Yaşlı erkeklerin orada kalan ailelerin çaresizliğini istismar ederek genç kızlarla "evlenme" karşılığı para teklif ettiklerini, tuvaletlere gidip gelirken kadınların rahatsız edildiklerini öğreniyorum. Tek başına kalan o kadar çok kadın varmış ki. Arap ve Kürtler arasında ayrımcılık yapıldığına dair öyküler de dinliyorum. 2 ay kampta kalan Kürt bir kadın sorgulandıklarını anlatıyor. Savaş öncesi Suriye’de öğretmenlik yapan bir kadın ise üniversitede dil (İngilizce) eğitimi alan kardeşinin belgelerini ibraz etmesine rağmen ne Gaziantep ne de Harran Üniversitesi’ne kayıt yaptırabildiğini söylüyor. Oysa YÖK, Suriye'de okuyan öğrencilerin zaman kaybının önüne gelmek için sınırdaki illerde bulunan 7 üniversitede "özel öğrenci" olarak okuma hakkı verdi. Üstelik mültecilerin kayıt yaptırması için beyan yeterli.
Savaşın izdüşümü sınırın öte tarafında sadece hissedilmiyor yaşanıyor. Aylardır yakınlarını görmüyorlar, can güvenliklerinden endişe ediyorlar. Hep tedirginler. Tek bir öykünün üzerinden atlamak savaşın gerçek yüzünü eksik bırakır dedik. Urfa’da doğup büyüyen, evlenip Suriye’ye giden bir kadın anlatıyor akıl sağlığı yerinde olmayan oğlunun sınırdan kaçarak meydanda silahlı gruplar tarafından öldürüldüğünü ve korkudan cenazenin iki üç gün yerde kaldığını. Yine genç bir kadın soğuk yüzünden üşüten ikiz çocuğundan birini hastaneye götürdüklerini ama geçici ikamet izin belgelerinin yetişmemesinden dolayı hastanenin yeterince ilgilenmediğini ve çocuğunu kaybettiğini. Daha doğrusu O konuşamıyor ağlamaktan, yakınlarından dinliyorum öyküyü.
Suriye’den gelip ilçede kalan sığınmacılar çadırkent üzerinden kayıt altına alınıyor. Sağlık hizmetlerinden ancak bu şartla yararlanabiliyor. Kayıtların ayda bir yenilenmesi gerekiyormuş. Kamplarda okul imkânı olsa da sadece Türkçe ve Arapça eğitim verildiği için Kürt çocuklar okula gidemiyor.
Sığınmacı durumuna düşenler ucuz iş gücü olarak yani karın tokluğuna çalışıyor. Söylenen rakamlar günde 10 lira ya da 5 lira. Kadınlar arasında savaş öncesi çalışan ancak çatışmalar nedeni ile işsiz kalanlar var. Savaş kadınları daha da yoksullaştırıyor. Erkeğe daha bağımlı hale geldiklerini söylüyorlar. Diğer yandan savaştan kaçarken ölüme yakalananlar olduğunu hatırlamak gerekiyor. Ocak ayında Gaziantep 4. Organize Sanayi Bölgesi'ndeki bir fabrikadaki patlamada ölenlerden ikisi Suriyeliydi.
Savaşın kendilerini darmadağın ettiğini söyleyen bir kadın “birbirimizi burada bulmaya çalışıyoruz” diyor. 1,5 yaşındaki kızının herhangi bir gürültü duyduğunda hâlâ ürktüğünü söylüyor. Esad rejimine “yeter” diyorlar. Ancak eli silahlı ÖSO’nun özgürlük getireceğine asla inanmıyorlar. Yaşadıkları, gördükleri ve duydukları onlar için yeterli.
Sınırın öte yanından da söz etmek gerekiyor. İki hat halinde dikenli ve jiletli tellerle korunan sınırın bir noktasından geçişler ellerinde silahları olan kişiler tarafından oldukça rahat. Resulayn/Serakaniye yerleşiminin Ceylanpınar’a en yakın mahalleleri onların kontrolünde. Kaçan insanların evlerine yerleşmişler. İkili üçlü gruplar halinde dolanıyorlar. Şu sıralar ise sınıra elektrikli teller çekildiğini oranın inşaatında çalışan bir işçiden duydum. Tedbir amaçlı olduğu açık, aynı zamanda saldırıların süreceği anlamına da geliyor. Bu daha fazla göç demek.
Savaş bitse de etkileri bitmiyor. Savaş sonrasıyla başa çıkmak yine kadınlara düşüyor. Hem iyi bakıcı hem hemşire hem psikolog olmak zorundalar; kendilerini ihmal ederek unutarak.