Tıp doktoru Selçuk Mızraklı, sosyalist kimliği ile parlamenter siyasete de atıldı, belediye başkanlığını da denedi. Denedi diyorum çünkü 2019'daki yerel seçimlerinde yüzde 63 oy alarak Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi ama yaklaşık 4 ay sonra görevden alınarak yerine kayyım atandı.
Mazbatasını aldıktan sonra kayyımın lüks makam odasının görüntülerini paylaşan Mızraklı "Halkın parası ile kendilerine saraylar yapmışlar... Bütün israf ve şatafatlarını halka tek tek göstereceğiz” dese de kayyımın icraatlarının daha fazlasını kamuoyu ile paylaşamadan bir itirafçının iddialarıyla "örgüt üyeliği" suçlamasından tutuklandı. Mızraklı üç yıldan fazladır cezaevinde. Şubat ayından bu yana Selahattin Demirtaş'la hücre arkadaşlığı yapıyor. Avukatları aracılığı ile sorularıma yanıt veren Selçuk Mızraklı, Altılı Masa'nın hazırladığı Anayasa değişiklik önerilerinde "Kürdün K'sının " olmadığını, en geniş anlamda muhalefetin ortak adayı konusunda "kader ortaklığının tescilinin de sağlam olması" gerektiğini, demokrasinin "her siyasal oluşumun önce kendi bünyesinde yaşaması gereken bir gerçeklik" olduğunu, Kürt siyasetindeki gerilim iddialarıyla ilgili de "Tarz farklılıkları olabilir fakat ayrışma ve zihniyet çatışması pek görülmediğini" söyledi.
İşte soru ve yanıtlar
Yargıtay, Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği cezayı “ eksik inceleme” ve “yetersiz gerekçeler” nedeniyle bozdu, tahliye talebini ise reddetti. Kararla ilgili yorumunuz nedir?
Öncelikle yaşanılan süreç başından sonuna hukuken yargılama süreci değil. Kumpas çerçevesinde rol ve görev tariflerinin yapıldığı, medya üzerinden algının yönetildiği, uydur-doldur tarzı dosya tanzimi, hayatın olağan akışı ile uyumsuz senaryolar ile kurdun illaki kuzuyu yemesi gerekliliğiydi. Hani derler ya adım gibi biliyorum bütün bunları yapabileceklerini. Onun içinde ilk andan bugüne kadar bir siyasi rehine olarak işletilen bu sürecin günü geldiğinde ortaya gerçekleri çıkaracağına ve kumpası kuranların hepsinin tek tek hukuk önünde hesap vereceklerine inandım, mahkemelerde de söyledim.
Normalde bu dosyada Yargıtay’ın en azından tahliye vermesi beklenirdi fakat demek ki kumpası kuran iradeyi yeterince aşabilmiş değiller. Ayrıca bu aşamada tahliye edilmem kayyımın gayri meşruluğunu daha görünür kılacaktı, hazmedemezdiler. Fakat kumpasçılar başlarını devekuşu misali kuma gömdüklerinden, bizim rehineliğimizden bağımsız şekilde kayyımın halkın vicdanında zaten gayrı meşru ve gayri ahlaki görüldüğünü bir türlü kabullenmek istemiyorlar.
Siz Hicran Berna Ayverdi'nin verdiği ifade doğrultusunda tutuklanmıştınız, bu kişinin daha sonra çokça davada da tanık olduğu ortaya çıktı, çelişkili ifadeleri duruşma tutanaklarına yansıdı. Bozulan dosyanızda nasıl bir süreci öngörüyorsunuz?
Bahsedilen kişi kadrolu itirafçı olarak işine devem ediyor, ona da, kullananlara da yazıklar olsun! Benim açımdan bundan sonrası da, önceki gibi Emile Zola’nın “Dreyfus Davası”nda yazdığı yazıyı bugüne uzatmak ve “sizleri itham ediyorum” demek olacak. Sosyal medyada da ifade etmiştim, ben ve benim gibilerin yaşamlarından gasp edilenler ne tazmin edilebilir ne de bağışlanabilir. Ama daha da önemlisi halk iradesinden gaspın ve kayyımlar marifetiyle ortaya çıkan hasarın telafisidir.
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı seçildikten sonra, sizden önceki kayyumun odasına ilişkin görüntüler çok yankı uyandırmıştı. Kayyım dönemine ilişkin uygulamalar, faturalar vs bunları da teşhir etmeye devam edecek miydiniz, “siyasi tutuklama” derken bu ifşaların da etkili olduğunu mu söylüyorsunuz?
İlk anda karşılaştığımız ve ifşa ettiğimiz görüntüler “halka yabancı, halka rağmen” kayyım uygulamalarının kapak resmi, VTR’siydi. Aynı zaman da toplumda yarattığı çağrışım "küçükleri böyle yapıyorsa acep büyüklerinin devranı nasıldır" şeklindeydi. Bizlerin gerisini de aynı vicdan ve bilinçle yerine getireceğimiz bilinen bir durumdu. Hepsi hafızalara nakşoldu. Ama hikaye kurgu farklı yapılmıştı. 2014 yılından itibaren başlayan bir devlet şekillenmesinin hesapları farklı kurulmuştu. HDP’nin bölgede belediyelere iktidar olmaması kritik önemdeydi ve bunu sağlamak için hukuk dışına çıkılabilirdi. 2019’da YSK’nın "aday olabilir" vizesi verdiği kişilere hemen seçimin ertesinde KHK’ları gerekçe göstermesi manidardır. Ayrıca benim özelimde söylemek gerekirse adaylığım belli olduğu andan itibaren kumpasa dönük bir ekip çalışmaya başlamıştı. Sadece devreye konulacağı tarih İstanbul seçimlerinin iptali ile değiştirilmiş oldu. Yoksa ilk planlama ve hazırlık 2019 Mayıs ayı için yapılmıştı.
Kayyım atamasından sonra çekingen tutum almayışım, Diyarbakır halkının yapılan araştırmalarda yüzde 81,5 gibi bir oranla kayyımlığı kabul etmemesine rağmen tutuklanmamamın yolunu açtı ve bunun üzerinden meşruiyet üretmeyi seçtiler.
“Bugün havalandırmaya bir ağaç yaprağı düşmüştü. Sordum kendisine, 'dalımdan koptum' dedi. Siz siz olun, dalınızdan kopmayın, bütünlüğünüzü bozmayın. Bakın biz canlılığımızı köklerimizden beslenerek koruyoruz” diye yazdınız Twitter hesabınızdan. Bu sözleri ben siyasi olarak okudum. Mesajınız neye ve kimeydi? Kürt siyasetinin aktörleri arasında gerilim var iddiaları hakkında neler söyleyeceksiniz? “Dalınızdan kopmayın, bütünlüğünüzü bozmayın” mesajınız bu bağlamda mıydı?
Bu aralar siz dışarıda olanlar dalından kopanların nasıl tükenişi yaşadığını gözlüyorsunuzdur. Son bir iki aydır uyuşturucu melaneti konuşuluyor, dillendiriliyor. O zaman ben size ekleyeyim; kumar, bahis, kripto para, borsa sahtelikleri, dolandırıcılık… Bir yanda kişilik parçalanmaları, ötede toplumsallığı çürüten pislikler, klikler. 2019'un eylül ayının başında İstanbul’da verdiğim mülakatta kötülüğün olağanlaşmasının yıkıcı toplumsal tahribatlara yol açacağını vurgulamıştım. Bireyin ve toplumun sinir uçları duyarsızlaştırılınca ancak kötülük iktidarlaşabiliyor, itaati sağlıyor. Orwell’in romanın günümüz versiyonlarını yaşayabiliyoruz.
Duyarlı, farkında, etkin ve cesur adımlarla “V for Vandetta” öyküleri de yazılabilir: ) İster siyasal, ister sosyal. isterse de kültürel olsun ama bir şekilde duruşumuzu sağlamlaştırmazsak her türden tuzağa düşebiliriz. En kaba bütünleyici olarak değer merkezli olsa dahi bu toplum kırım, birey kırımın etkileri kırılabilir. Dayanışma (Solidarity) birçok ülkede halkların kaderini belirledi. Biz de yapabiliriz. Kürt siyaseti olgun, tecrübeli olduğu kadar eleştiri-özeleştiri pratiği zengin ve güçlü bir siyaset alanıdır. Bağışıklığı da güçlü olmakla beraber aynı zamanda efsunludur:)
Tarz farklılıkları olabilir fakat ayrışma ve zihniyet çatışması pek görülmez. Zorun koşullarında doğmuş, zorla imtihan olmuş, ders çıkarma olgunluğunda bir düzeydedir. Topluma açık ve toplumdan beslenen, sürekli bünyesini ve siyasetini güncelleyen tarzı ile günü kucaklama ve yarına iyiliği, doğruluğu, güzelliği, özgürlüğü bırakmakla mükellef. Alınacak çok dersleri olan özgün bir alan.
Siyaseti yakından takip ediyorsunuz. İçeriden dışarısı nasıl görünüyor?
Demokrasiyi ülkemiz açısından adeta bir statü seviyesi olarak görülüyorum. Tarihsel olarak baktığımızda demokrasi hız aldıkça yurttaş da toplum da ferahlanmış, darbelendikçe daralmış. Son 8 yıl gibi darbeler zinciri, (sivil-asker-siyasete-ekonomiye… ) siyaset tarihimizde yaşanmamıştı. Şüphesizdir ki önümüzdeki seçimler bu süreçten çıkış yapılabilmesi açısından kritik önemdedir. Siyaset ve toplum 8-10 kelime, kavram, kutsal ve sembol üzerinden ablukaya alınmış ve her türden kötücül durumlara ambalaj haline getirilebilmiş halde. Kolektif hipnoz hali diyeceğimiz bu durumu kırmak, uyanık olan, mecalsiz düşmemiş her kesimin sorumluluğu. Hekimce ifade edecek olursam, hastalığı değil hastayı tedavi edeceğiz ve aynı zamanda hepimiz de hasta sahibiyiz. Hiç kimse hastanın en yakını da değil en uzak olanı da. Bugün nasıl kan vermek gerektiğinde hemen kolumuzu uzatmamız gerekiyorsa yarın da nekahat ve rehabilitasyonda sorumluluk almak gerekecek. Bizler gelin bugünden yarın için düşlediğimiz ve önerdiğimiz demokrasinin değer, ilişki ve kurumlarını şimdiden işletelim diyoruz. Yine bizlerin yaptığı gibi demokrasi diğerlerine önerilen bir tahayyül değil her siyasal oluşumun da önce kendi bünyesinde yaşaması gereken bir gerçeklik olsun. Seferberliği de çatışma ya da savaş protokollerine değil demokrasinin tahkimine yaparsak hep birlikte kazanabiliriz.
Altılı Masa ile ilgili neler düşünüyorsunuz? Sizin başkan adayı tarifiniz var mı ve ortak aday fikrine ne diyorsunuz?
Öncelikle Altılı Masa katettiği mesafeyi topluma, tabanlarına aktarma ve benimsetme noktasında zayıf kalıyor. Bakiye kalan, karşılama görüntüsü ve masa etrafında çekilmiş fotoğraf oluyor. Seçim dönemine üç ay kala daha sağlam delilleri ortaya koymazlarsa işleri zorlaşabilir. Altılı Masa’nın sınırlı haline tav olmuş gözüküyorlar ama bizlerin ittifak ve bileşen hukukumuzdan, işleyişimizden feyz almalarında da fayda var.
En önemli çıktıkları taslak anayasa değişiklikleri oldu ama anlaşıldığı kadar İyi Parti tazyiki ile 62. maddede "Dış Türkler" adı sanı ile anılmış. Fakat ne yazık ki 100 yıllık meselemiz olan, ne içerideki ne de dışarıdaki Kürt akıllarına gelmemiş. İnsaf, “K” harfini sözlükten çıkarsak Türkçe konuşmak zorlu hale gelebilir, görmüyorlar mı? Çok sıkıştıysalar HDP’ye sorsalardı çözümünü üretir, rahatlatırdık. Sanırım oradan da hiç kimse bir yüzyıl daha heba etmeye gönüllü değildir.
Adayı tarif etmeme gerek yok, her gün beraberiz zaten:) Yüzde 50 +1= Tek adam sisteminin üretmiş olduğu çıkmazların ve çözümlerin farkında olarak farklı formülasyonlar yapılabilir. Gerçekçi olan, dönüştürücü ve sıçratıcı olan bir momentumu yakalamak istiyorsak aklı selim, fedakarlık (taviz değil) ve uzlaşma ile sağlayabiliriz. Yeter ki niyetler samimi ve berrak olsun. Biliyorsunuz kader ortaklığı yapılıyor ise tescilinin de o denli sağlam olması gerekir.
HDP’nin öncülüğünü yaptığı Emek ve Özgürlük İttifakı, ortak aday konusunda kapıyı sonuna kadar açık tutacak gibi… Altılı Masa’da ise bazı partiler HDP seçmeninin oyu olmadan seçimi kazanma matematiği yapıyor. Türkiye’de reel siyaset çoğunlukla hep matematik ama mesele bundan öte olsa gerek yapısal sorunların çözümü için. 2+2=4 olur mu her zaman özellikle siyaset söz konusu olunca?
“Kaptanın iyisi fırtınalı denizde belli olur” metaforunda ifade edildiği gibi hem fırtınalı hem kayalık hem de Iceberg’lerin cirit attığı denizdeyiz. Amin Maalouf’un dediği gibi de zaman bizim şu anda düşmanımız. Bir geriye sayım demindeyiz. Mitolojik tarifle de Prometheus ateşi, ışığı, aydınlığı müjdelenmeli.
Şu anda bu ülkenin neresinde ise orada doğan bebeğe karşı sorumluyuz. Cana dair, hayata dair yapabileceğimiz iyi ve doğru olan neyse onu yapmak ölümün, yıkımın, soygunun, çatışmanın, kutuplaşmanın önüne geçebilmeliyiz.
Emek ve Özgürlük İttifakı içinde bulunulan süreci yüksek bir sorumlulukla ele alıp siyasal aritmetiğin altın hissesini elinde bulunduruyor kibirliliğine de prim vermemekte. Büyük değişimlerin ne bilek güreşi ne de terazide tartılarak olmadığını bilerek sorunu psikolojik, sosyolojik, politik bütün eksenleri ile ele almakta. Arkasında halkın kahir ekseriyetinin bulunmadığı durum ve duruşlara da sorgulayıcı yaklaşmakta. Hal böyle olunca demokrasiyi ve demokrasi değerlerini içselleştirerek, karikatürüne, eksizine sapmadan dosdoğru demokrasi ve demokratik cumhuriyet diyebilenlere kapısını açık tutar, elini uzatır. Yüzde 75’te, yüzde 85’te yakalanır.
Hekimler Türkiye’den ayrılıyor, bir hekim olarak ne dersiniz?
Zor dönemlerinde hep yaşanan durumu 12 Eylül sürecinde olduğu gibi yeniden yaşıyoruz. Böyle dönemlerde ülkeler hep en değerli aydınlarını, yazarlarını, düşünürlerini, meslek insanlarını kaybediyor, bunu biliyoruz. Onlar ki bir manyeto gibi toplumun ileriye doğru ateşleyicileri olmuşlar hep. Nazım Hikmet’ini, Yılmaz Güney’ini, Ahmet Kayası’nı kaybettiren ahlaksız, sinsi, ikiyüzlü dönemler. Hekimler de en kalifiye mesleklerden birine sahip olmalarına karşın en fazla itibarsızlaştırılan, değersizleştirilenler olarak refleks veriyor. Hikaye "doktora iğne yaptırmam"la başladı, "bir doktor validen kaymakamdan nasıl fazla maaş alabilir" le devam etti. Sonunda “Nereye giderlerse gitsinler” dedi. Bütün bu sürecin birinci dereceden sorumlusu Cumhurbaşkanı Erdoğan. Hekimlerin eğitim için, çalışma hakları gasp edildiği için geçici süreyle gidişlerini anlayabiliyorum ama lütfen dönüş bileti de alsınlar:) Sevgili Sezen Aksu’nun sözü ile “Biz hancı, onlar yolcu”. Ayrıca ülkemizde insanımıza ve yarına borcumuz var. Hep beraber çok daha güçlü olacağız.
Cezaevinden ilk çıktığınız gün ilk yapacağınız şeyle ilgili hiç düşündünüz mü, Diyarbakır’ı özlüyor musunuz?
İnsan sevdası ile daha bir insanlaşıyor. Amed (Diyarbakır) sevdası elektromıknatıs gibi daha çok çekiyor gün geçtikçe. Sokaklarla, duvarlarla, toprakla, gökle tokalaşacak, sarılacağım elbet. Gök kadar yüce, toprak kadar aziz, umutlu, onurlu ve dirençli ve yürekli çocukları, kadın ve erkekleri, zılgıtları, halayları özledim. Newroz tadında buluşacağız. Beraberce peynir ekmek yiyeceğiz.
Cezaevinde günleriniz nasıl geçiyor, Demirtaş’la hücre arkadaşlığınız nasıl gidiyor? "Bir hekim bir hukukçu bir gün aynı kayığa binmiş" diye başlayan bir öykü nasıl devam eder ya da ediyor?
Günlerimiz dopdolu, verimli geçiyor dersem abartmış olmam. Tempom düşecek olsa tempo aktaran, temposu hiç düşmeyen, nükleer yakıtlı bir arkadaşım var. On parmağında “on yüz bin marifet”, yüzünden eksilmeyen gülümseme ve inanmayacaksınız ama uyurken bile düşünebilme yeteneği. Öyle henektan (şakadan) söylemiyorum. Bilmemiz gerekenleri öğrenmek, öğrendiklerimizi bildiklerimizle harmanlayıp güncellemek, günü gündeme tercüme etmek en çok yaptığımız işler. Yüzlerce, binlerce km yoldan gelen avukat arkadaşlarla buluşmak, söyleşmek, dışarıdan nefes almak, nefes vermek oluyor. O ki bizi siyasi rehine ettiler buradan dinçleşerek, gençleşerek, derinleşerek, direnerek başı dik çıkacağız. Öykü tabii ki böyle bitmeyecek, sadece bir başka başlangıç olacak.
Demirtaş’ın, Selocan’ın sıcak, yürek dolusu selamları var. Bekleyin yeni güzel şeyler gönderecek. Israr etmeyin söylemiyorum.
Kimsenin de odamızdaki yatakta gözü olmasın ha! :)