“Benim Avustralyam” ı anlatıyorum sizlere haftalardır; kadrajı, ilgi alanıma, mesleki bilgi ve deneyime göre, şahsım tarafından belirlenen. Subjektif bir kadraj bir yanıyla. O kadraja insanlık için küçük, benim için “büyük” öyküler giriyor zaman zaman; önyargıları silip süpüren, bazen utandıran, kişisel deneyimleri ortaklaştırılabilir, paylaşılabilir kılan öyküler. Bu hafta böyle bir öykümüz var; buyrun...
Taksim’in İstiklal Caddesi gibi bir cadde. Canlı, neşeli, acemi illüzyonistlerin, sokak müzisyenlerinin cirit attığı, iki ucu arasında koşuşturan insanlarla dolu, ayaklı gazete misali, “nerede ne var”ı öğrenebileceğiniz bir cadde. Geçerken o caddeden, ilk o zaman duymuştum o sesi. Melodik desem değil, tek düze, tek sesli, titreşimi güçlü, kişide trans duygusu uyandıran bir ses. Sesin kaynağı kalın bambuyu çağrıştıran bir boru. Adı “didgeridoo”: Aborijinlerin geleneksel enstrümanı; ayinlerde, hikaye anlatımlarında, şifa verme törenlerinde çalınan, sadece erkekler tarafından kullanılan nefesli bir alet. Enstrümanı çalan siyah olunca ; önyargı denilen tuzağa düşüp Aborijin zannettim müzisyeni. Utandım; hayatı, coğrafyaları, sistemleri, ırkları iki boyutlu algılayanların dünyasına, bir anlık da olsa, ait olmaktan. Sokak müzisyeni Batı Timorlu Oscar Asbanu ise alışıkmış meğersem bu duruma. O, bir siyah olarak çok memnun ve gurur duyduğunu belirtiyor; öteki olmanın getirdiği “açıklama ve altını çizme” ihtiyacıyla.
Ünlü bir futbolcu olma hayaliyle geldiği Avustralya’da şimdi kıtanın yerlisi Aborjinlerin müziğini yaşatıyor gündelik hayatta. 7 yaşındaki oğlunun, okul gösterisi için didgeridoo istemesiyle tanışıyor bu enstrümanla. “Birgün bile çalmadı oğlum” derken; iyi ki olmadı der gibi. Çünkü çok seviyor yaptığı müziği, sokaklarda insanlarla olmayı, laf atmalarını, ayak üstü sohbetleri, Aborjinlerin gelip, kendisine ders vermesini. İzleyerek, taklit ederek, sorarak öğreniyor didgeridooyu. Üniversitede İngilizce öğretmenliği bölümünde master yapıyor ama ruhu, sistematik olamayacak kadar haşarı.
Yaz -kış demeden çalıyor. Gelip geçenlerin tepkisin anlatırken, mübalağa sanatını kullanarak “müziğimle insanlar kendinden geçiyor, dans ediyor, öyle ki ‘ne oluyor bize’ diye şaşırıyor” diyor. İşin abartı yanı bir tarafa, enstrümandan çıkan sese konsantre olduğunuzda, sadece o sesi duyduğunuzda derin bir yolculuğa çıkmış gibi oluyorsunuz. Turistik bir öğeye indirgemeden dinlediğinizde, modern dünyanın takvimi icat edilmeden once, kıta çöllerinde, kabilelerde bu seslerin yükseldiğini düşündüğünüzde algınız genişliyor. Bazen farklı müzisyenlerle bir araya gelip, (saksafon,davul) çeşitli festivallerde sahne alıyor Oscar Asbanu. Prova mekanları akşam saatleri yine sokaklar. Bir gün Sorry Day’de(Aborijin Çalınmış Kuşaklardan Özür Dileme Günü) çalması için teklif alıyor. Daveti yapanlar da benim gibi onun Aborijin olduğunu düşünmüş galiba,. Ahlaki bir frenle, Aborijinlere ve kültürlerine saygısından dolayı çalamayacağını söylüyor. Zira kendisinin değil o halkın, o günde, çalması gerektiğini düşünüyor. Didgeridoo ile tanışmanın sağladığı terbiye olsa gerek.
Oscar Asbanu henüz tanınmıyor. Zira radyo, gazete ya da televizyonların kendisiyle röportaj yapıp yapmadığını soruyorum, “hayır” diyor. Belli mi olur, belki bir gün konser verir İstanbul’da. Biz tanıtım için ilk adımı attık bile!
Öyle hayatlar var ki; paylaşmam gerek diye sabırsızlandığım. Buraları, oralara taşımak, uzak diyarlardan ulaklık yapmak...
Şimdi Christmas ve yeni yıl telaşı heryerde. Hayat yavaş akıyor tatil zamanı. Ben de yavaş yavaş çekileyim...
İyi haftalar
Not:Merak edenler Oscar Asbanu’yu ve yaptığı müziği http://www.youtube.com/watch?v=jE7cltLQzjk adresinden izleyebilir.