Avustralya şu sıralar siyasi bir skandalla yatıp kalkıyor. Zira İşçi Partisi hükümeti, Temsilciler Meclisi Başkanı Peter Slipper’ın erkek yardımcısına cinsel tacizde bulunduğu ve kamu kaynaklarını kötüye kullandığı iddiaları karşı karşıya.
Ama biz verdiğimiz söze sadık kalarak, eşcinsel evliliğe destek veren kiliselere dönelim ve geçen hafta aktardığım Uniting Church vaizi Andrew Prior’la yaptığımız söyleşiye kaldığımız yerden devam edelim.
Nasıl bir süreçten geçildi bu noktaya gelmek için?
Biz 10 yıl süren (1990-2000) uzun bir tartışma dönemi yaşadık gey ve lezbiyenlerin kiliseye kabul edilip edilmemesi konusunda. Çok tepkiler vardı, yoğun ve gergin tartışmalar yapıldı. Bu sürecin ardından durum şimdi daha sakin. Ama hala çok yerde sorun yaşanıyor ve yaşanacaktır da. Bana göre, bir Katolik papazın eşcinsel evliliklere destek vermesi daha zor. Ama toplumlar değişiyor. Avustralya’da 10 ya da 20 yıl öncesinde eşcinseller nehir kenarlarında öldürülmüş olarak bulunuyordu. Ya da şiddete maruz kalıyorlardı. Bu genel bir sorun, sadece kiliselerde yok.
Neden farklı olan düşmanlaştırılıyor?
Bizler hayvanlardan farklı olarak yaşayarak öğreniyoruz, evrim teorisinde maymunlar önce topluluk oldular. Kabile, klan, toplum gibi aidiyetlik üzerinden farklı olanı düşmanlaştırıyoruz ve onun prensipleriyle yaşamayacağız diyoruz. Din de bunu yapıyor. Oysa bu büyük bir enerji kaybı. Katolik bir din adamı çıkıyor ve karşı çıkın diyor. Sınır koymalar, gard almalar başladı mı sonun başlangıcı bu.
Almanya, İtalya ve Hollanda’da bazı kiliselerde çocuk cinsel istismar olayları yaşandığı kamuoyuna yansıdı? Asıl sapkınlık bu değil mi?
Toplumsal formlar çok belirleyici. Sabit fikirli, kilitlenmiş beyinli bir toplumlar, röntgenciler, sapkınlar yaratıyor. Nerede bir grup var ise (kilise, ordu gibi), orada kendi çıkarını kollayan ve grubu kullanan bir alt grup oluşuyor. Kiliselerde bu sorun çok sık yaşanmasına rağmen geç fark edildi, geç uyanıldı olan bitene karşı. Çünkü korumaya çalıştılar. Sorunun kaynağına inmektense saklamayı tercih ettiler. Ama cinsel istismar sadece kiliselerle sınırlı bir sorun değil. Bazı kiliseler bu sorunla ciddi biçimde uğraştı ve çözdü.
Freud’a göre gelişme sürecinin ergenlik evresinde cinsellik dürtüsünü tanıyorsunuz. Bu süreç birçokları için heteroseksüel ve normal bir süreç. Bu gelişim sürecinde eğer birey tacize uğrar ise gelişme yaşanmıyor ve 6 yaşındaki çocuğun zekâsına salip oluyor. Cinsel saldırı burada başlıyor. İnsanlar karıştırıyor; cinsel yönelim ve çocuk tacizi arasında bir bağlantı yok.
Bir dindar olarak şunu söylüyorum: Buradayız, toplumu büyütmek, kendimiz dışında başkalarını da düşünmek yükümlülüğümüz. Yeryüzünde sadece ben yokum. İlişkinin iki eşit arasında yaşabileceğine inanıyorum. Cinsel istismar insanı nesneleştirir, kobaylaştırır. Bunun bahanesi olmaz. Yanlış olan bir şeye yanlış demeliyiz.
Din felsefesi açısından bakarsak dinin tolere edici etkisi var mı?
Dinin, insanı daha adaletli yaptığına inanıyorum. Adaletin temeli sevgidir. Adalet sadece senin ve benim için değil herkes içindir. Demokrasi önemli ama adalet demokrasiden daha önemli ve daha fazla olmalı. Demokrasi bir koyun ise, adalet o koyunu yememektir. Din işte böyle bir adalet için uğraşmalı. Ortak çıkarlar için çalışılmalı. Tolere ise göreceli. Kadına şiddet uygulayan bir erkeği tolere etmek yanlış. Önemli olan tolere etmek değil, farklılığı kabul edip, o kişiyi o toplumun parçası yapabilmektir. Din misafirperverliktir. Beraber yemek yemektir aynı sofrada.
Kiliselerden: Eşcinseller vardır!