Bilginin üretim erklerinden üniversitelerin (kamu ya da vakıf) hal-i pürmelâli yılların meselesidir. Bu tantanalı konu, 1980 Askeri Darbe sonrası, özellikle YÖK’ün kurulmasıyla akademik özgürlük, idari kontrol bağlamında tazeliğini hep korudu. Ancak şu da bir gerçek ki; yüksek öğretim yeniden yapılanıyor, köklü değişimlere uğruyor. Paralı eğitimin bir parçası olan vakıf üniversiteleri bu değişimin öncüsü. Üniversitelerde danışma kurulları kurulmasını öngören yönetmelik (ki bu neo-liberal yönetişim mantığı ile yapılmış), şirket mantığının öne çıkarılması, öğrencilerin “müşteri”ye dönüştürülmesi, bürokratik-hantal yapının sadece “mali özerklik”le aşılacağına dair inanış bu köklü dönüşümlerin bir parçası. Piyasa denilen süper iletken yapının Türkiye’deki akademik ortama nasıl sirayet ettiği başka bir yazının konusu olsa da, Türkiye’den giderek, endüstrileşme evriminin ileri seviyesinde olan ülkelerin akademik ortamında şekillenen gençlerin bu değişimde önemli payları var.
Bu gençler 2008 ekonomik kriziyle birlikte ABD’den ziyade başka ülkeleri tercih ediyorlar. Yolları, benzer ama detayda farklı nedenlerle, Avustralya’nın güneyinde, Adelaide’de kesişen, genç Türk akademisyenlerle konuştum. Uluslararası ekonominin bu kadar iç içe geçtiği bir ortamda, hegomonik olanla bağlantılı olarak; akademik bilginin yani teorinin artık nerede üretildiğinin pek öneminin kalmadığını anlıyoruz onların anlatımlarından. Mesele “daha çok para kazanacağın bir coğrafyaya göçmenin” ötesine geçmiş, Ben çok konuştum, sözü onlara bırakıyorum.
Duygu Yengin; Adelaide Üniversitesi Ekonomi Bölümünde 4 yıldır hocalık yapıyor mikroekonomi konusunda. Bilgi Üniversitesi ve London School of Economics’i bitirdikten sonra; kendi deyimiyle ekonomi alanındaki dünyada ilk 10 ya da 15’te olan Amerika’daki Rochester Üniversitesi’nden doktorasını alarak mezun olur. Buraya geliş nedenini ise şöyle anlatıyor Duygu Yengin: Avustralya yasam tarzı olarak dünyanın en rahat ülkelerinden biri hatta bu sene yasam standardı en yüksek şehirler listesinde Melbourne, Sydney ve Adelaide ilk sıraya oturmuş. Çalıştığım bölümdeki diğer hocalar da Amerika ve Avrupa’nın sayılı üniversitelerinden mezunlar ve uluslararası bir çalışma ortamımız var. Bölümün sağladığı araştırma desteği, konferans bütçesi, ders yükünün azlığı ve pozitif ve özgür bilimsel ortam da beni oldukça tatmin ediyor.
Burak Ata; O da Adelaide Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde asistan. İTÜ İnşaat Fakültesi mezunu. Yüksek lisansını işletme üzerine yaparken, 2001’deki meşhur “Anayasa Fırlatma Krizi” sonrası işsiz kalır ve akademiye adım atar. Yine buradan bir hocanın; Prof. Doğan Tırtıloğlu’nun yönlendirmesiyle, akademinin olmazsa olmaz duraklarından yurt dışını dener ve Melbourne Üniversitesi’nin doktora programına kabul edilir. Onun geliş nedeni de Duygu Yengin’in anlattıklarına parallel: Buraya geldiğimden beri dünyanın en saygın finans profesörlerini gördüm. Dersler aldım, atölyelerine katıldım, birlikte yemek yedik. Bunu solumak çok önemli. Üniversitenin maddi olanakları haricinde, birebir istişarede bulunabileciğiniz insanlar alanının en iyi isimleri olabiliyor. En temel neden o network’ün içinde olabilmek.
İlke Onur; Güney Avustralya Üniversitesi’nde hoca. Onun da alanı mikroekonomi. Koç Üniversitesi’nin matematik ve ekonomi bölümünlerinden çift diploma ile mezun olur. ABD’de Teksas Üniversitesi ekonomi bölümünün master programına kabul edildikten sonra, mezuniyet sonrası , ABD’deki ekonomik krizin etkisine eklenen kişisel nedenlerle TOBB Teknoloji Üniversitesi Ekonomi Fakültesi’nde yardımcı doçent olarak başlar. Neden yurt dışı dediğimde ABD sisteminin akli, rasyonel yanlarını sıralıyor ve bu sistemle Türkiye’deki sistem arasındaki çatışmaları anlatıyor; TOBB Ekonomi Bölümü’nün tamamen ABD sistemini kopya etmesine ragmen. Türkiye sonrası yeniden bir gidişin nedeleri de yanıtında saklı: Avustralya’daki “daimi kadro” sistemi, iş güvenliği sağladığı için üretim özgürlüğünü kolaylaştırıyor. Bulunduğum üniversitede yılda 2 ders veriyoruz. Bu 2 dersi aynı döneme toplayarak diğer dönemde zamanımı sadece makale yazmaya ve araştırmalara verebiliyorum. Ders vermediğim dönem yurt dışı konferanslara gitmem ve yurtdışındaki üniversiteleri ziyaret edip 1-2 ay kalarak oradaki akademisyenlerle çalışabilmem için zaman sağlanıyor.
Bilgi üretiminin “sayılı hocalar” gözetimi, refaketi eşliğinde yapılabilme şansı ve alanının iyi isimlerinin ağ/network’üne girebilmek en temel motivasyon. O yüzden “ulusal üniversiteciliğe” sığmayan bir kuşakla karşı karşıyayız. Bilgi üretirken yaşanan zorluklar, akademik özgürlüğün sınırları, bilimsel üretimin toplumla ilişkisi gibi konuları da konuştuk ama yerim kalmadı. O da haftaya.