Uluslararası kapitalist sistemin büyük sahnesi.
Eğlence ve liberal ideolojinin özgürlük timsali.
Sınırsızlığın dili; müzik masalı.
“Tatlı tatlı rekabet ediyoruz” klişesi.
Milli davalılaştırma telaşesi.
Herşey politik! Sözünün sağlaması: Eurovizyon.
Bir ülkenin demokrasi çıtasının yüksekliğini gösteren bir ölçü olmalı Eurovizyon’a atfedilen önem. Ne kadar çok şatafat ve gürültü, o kadar az demokrasi.
“Darbe” yamalı Türkiye demokrasisinin maruz kaldığı kültürel işkencelerden biriydi Batı’ya yaraşır şarkı üretme saplantısı. 12 Eylül Anayasası’nın sonrasında üretilmemiş miydi zevarihi kurtarıcı, milli kompleks dışavurumu “Opera” şarkısı . Öyle ki, o yıl (1983) Türkiye’nin sıfır puanla dönüşünün bedelini besteci Buğra Uğur “dayakla” öder.
Dış politikanın etkisinin belirleyici olduğu yıllarda, yarışmanın Tel-Aviv değil de Kudüs’te yapılmasına karşı çıkan Türkiye , şarkıyı belirlemesine rağmen son anda çekilir Eurovizyon’dan.
Türkiye’nin Eurovizyon macerası ile politik gelişmeler arasındaki bağdan bahsetmek değil derdim. Sahne gerisinde yaşanan idelojik ve politik atmosfere küçük bir örnek sadece.
Geçenlerde Avustralya devlet yayın kuruluşu SBS’te bir belgesel yayımlandı: The Secret History of Eurovision/Eurovizyon’un Gizli Tarihi.
Belgesel, İkinci Dünya Savaşı sonrası bölünmüş Avrupa’nın, ortak “eğleme/eğlence” misyonuna soyunan Eurovizyon’un, Soğuk Savaş Dönemi’nde Sovyetler ve Doğu Bloku ülkelerine karşı verdiği ideolojik savaşı anlatıyor.
Yönetmenliğini Stephen Oliver’in yaptığı belgesel, demokrasiyi Batı’nın temsil ettiği ön kabulü ile hazırlansa da önemli bilgileri seyirciye ulaştırıyor.
Belgeselde Eurovizyon, bir anlamda Demir Perde olarak adlandırılan Sovyet Bloku’na karşı bir direniş olarak tanımlanıyor. Bu ifadesini güçlendirmek için de, Doğu Almanya’dan bir ismi konuşturuyor: “Gizli gizli izlenirdi. Pop kültürü hep vardı zaten. ”Berlin Duvarı’nın yıkılması ile birlikte bu ülkelerin “ demokrasi, alışveriş, özgürlük ve kapitalizmin tadına vardığını” söylüyor.
Yaşanan büyük değişim Eurovizyon tarafından da onaylanıyor. Zira İtalya’nın “Birleşik Avrupa” , Almanya’nın “Özgür Yaşamak” ve Norveç’in “Brandenburg”şarkısı(Doğu Almanya’ya açılan kapı) 90’ların kazanan parçalarıdır.
Bir anlamda reel sosyalizmin çöküşü kutlanıyor.
Doğu Bloku ülkeleri arasında Eurovizyon’a katılan ilk ülke Yugoslavya, ki o zamanlar daha parçalanmamıştır, ev sahipliğindeki yarışmada şarkıların genel içeriği özgürlüktür. Ancak Zagrep’teki teknik alt yapıdaki sorunlar, İspanyol grubun sahneyi terketmesi gibi nedenlerle dalga geçiliyor bu ülke ile.
Miloseviç’in kırımından geçen Bosna’dan da söz ediliyor belgeselde. Bosna’yı temsil eden grup savaş ortamından adeta kaçarak yarışmaya katılıyor, sahnede şiddet karşıtı bir şarkı seslendiriyor. 16. olsa da Bosna, dünyanın dikkatini çekmeyi başarıyor. Uzun zaman iç savaşı izleyen NATO’nun müdahalesinin ardından 99’daki Eurovizyon’da yarışmacılar sahneye çıkıyor, “Hallelujah” ilahisini savaş kurbanları için söylüyor. Yer İsrail. Bir taşla çok kuş. Avrupa imajını bir anlamda temize çıkarıyor.
Başka bir örnek İrlanda ile ilgili. Şiddetle özdeşleştirilen bu ülke, Eurovizyon’un imaj yaratma gücü ile turizme açılıyor. Hatta üç yıl üst üste kazanınca, “iflas edeceğiz, kazanmalayım artık” içerikli komedi programları yapılıyor. .
1997’de cep telefonlarının çıkması ile tele-voting(oylama) sistemi devreye giriyor. Bu oylama sistemi ile birilkte “politik tercihler oylara yansıyor” tartışmaları başlıyor. Komşular komşulara, güç blokları birbirlerine vs.
90’ların sonunda eşcinseller de bu sahneyi kullanıyor sesini duyurmak için. 98’de İsrail’i transeksüel bir sanatçı temsil ediyor.
2009’a ev sahipliği yapan Rusya ise, yarışma tarihinin en pahalı organizasyonunu düzenliyor ve bu Sovyetler sonrası Rusya’nın Batı’ya meydan okuması olarak yorumlanıyor. .
Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesi Eurovizyon’a da yansıyor. Ön elemelerde “Putin’i istemiyoruz” şarkısı aşırı politik bulunarak, ki siz bunu denge gözetme olarak okuyun, devre dışı kalıyor.
140 ülkede aynı anda canlı olarak izlenebilen gezegenin bu en büyük eğlence programı , müzik, ışıltı ve giderek tek dilleşen(İngilizce) yapısı ise, zenginlik ve serbestiyet imaj pazarlamacılığı yapmaya devam ediyor 1956’dan beri.
İmaj hiçbir şey, susuzluk her şey!