Sığınmak, göçmek bir hak; savaş, baskı, ırkçılık, ayrımcılık, diktatörlük, işkence ve zulüm olduğu sürece.
Sığınmak, göçmek bir hak; savaş, baskı, ırkçılık, ayrımcılık, diktatörlük, işkence ve zulüm olduğu sürece. Bir gece, bir an, ölümü göze alarak, bazen beş parasız, sevdiğin her şeyi, sana ait olan her şeyi; yaşadığın, doğduğun, tarihin olan coğrafyayı terk etmek zorunda kalabilirsin. Dünyanın kaynayan noktaları olduğu sürece hep birileri gitmek zorunda kalacak. Terk edenlere kollarını açan ülke sayısı ise az. Yeniden başlamanın zor ama zaruri olduğu hayatlardan örneklere rastladım göçmen ülkesi Avustralya’da. “Sahi gidenlere ne oldu” sorusuna sağır kaldığımızın yüzleşmesiydi sanki.
Mültecilere karşı duvarları yüksek, onların deyimiyle “katı sınırlarımız olmalı, yoksa milyonlarca sığınmacıyı barındırmak zorunda kalabiliriz” diyen bu kıtada Afganistan’dan, Bhutan’tan, Brundi’den gelen kadın mültecilerle konuştum. “Mülteciler Haftası” etkinlikleri kapsamında benzer acıları deneyimlemiş kadınlar biraraya gelmişti; buranın “varoşu” diyebileceğimiz bir semtte. Üst başlığı “Evimi alabilirler ama geleceğimi hayır”, alt başlığı ise “ freedom from fear, özgürleşmek korkulardan”olan haftada, adınını daha önce hiç duymadığım bir ülkenin Bhutan’ın kadınlarıyla tanıştım. Geleneksel giysilerindeki Hintli çizgiler nedeniyle önyargılı sorularımı frenleyen kadınlar sayesinde Bhutan’ın nerede ve nasıl bir ülke olduğunu öğrendim. Meğer Bhutan, Çin ve Hindistan arasında, Himalayalar ülkesi, Hindistan’dan 1949 yılında ayrılan (ama dış işlerinde hâlâ Hindistan’a bağlı), televizyonun en son girdiği, takas ekonomisinin 40 yıl öncesine kadar sürdüğü, minik, nüfusu 3 milyona varmayan bir ülke imiş. Mutlak krallıkla yönetilen ülkede Budistler ve Hindular arasındaki gerginlik, şiddet, bugün 21 yaşında ve anne olan Lachi’yi küçük yaşta zorunlu göçle, zulümle tanıştırmış. Bhutan’ı terk ettiğinde 4 yaşındaymış Lachi. Nepal’de büyümüş, orada eğitim görmüş. “İnançlarımızı yaşamamıza izin verilmiyordu Bhutan’da” diyen Lachi bir yıl önce Avustralya’ya sığınmacı olarak kabul edilmiş. İngilizce bildiği için şanslılardan. Zor bir hayatın teselli cümleleri bunlar sadece. Zira “ne tür zorluklar yaşadın/yaşıyorsun?" diye sorduğumda, gülümseyerek “gazlı ocağın nasıl yakıldığını bilmiyordum, ilk kez sifonu çektiğimde ürkmüştüm” diye anlatıyor. Mülteci olmanın hele de kadın olmanın birbirlerini anlamada ortak bir dil oluşturduğunu söylüyor.
Afganistan’dan kaçan Şii bir kadın ise hâlâ yaşadıklarının etkisiyle, yüzüne düşen acının gölgesiyle konuşuyor. Kocası, kızkardeşi ve eniştesi Talibanlar tarafından öldürülmüş. Hâlâ etkisinde, yüzünü buruşturuyor, cümlelerini kuramıyor. 7 yıl önce “sığınmış” Avustralya’ya iki oğluyla birlikte. Çocukları şimdi çalışıyor ama kaygıları bitmemiş. Talibanlar tarafından öldürülen kızkardeşinin iki kızı İran’da. Bütün derdi, tasası onları da yanına aldırabilmek. O zaman rahat bir nefes alabileceğini söylüyor. Mülteciliğin izdüşümü hastalıklar ise peşini bırakmamış. Yüksek tansiyon ve şekeri olduğundan şikayet ediyor. Brundi’den kaçan Christana da öldürülmekten kurtulmak için gelenlerden. Beden diliyle polisin insanları nasıl öldürdüğünü tarif ediyor. Konuştuğum kadınların çoğu, tam zamanlı ingilizce kursu öğrencileri. Yasal hakları gereği bu kurslardan bedava yararlanabiliyorlar. Centrelink denilen bir kamu fonundan nakdi yardım alıyorlar. Mülteciler Haftası dolayısıyla basına dağıtılan istatistiklere göre; 2008 yılında dünya genelinde 41 milyon insan zorla yerinden edilmiş.
Mültecilere ev sahipliğinde Pakistan 1.8 milyon ile birinci, Suriye 1.1 milyon ile ikinci, İran ise 980 bin ile üçüncü sırada. Mültecilerin yüzde 47’sini ise kadınlar ve kız çocukları oluşturuyor. Avustralya’ya gelince, mülteciler konusunda duvarları yüksek bu ülkede 2009 rakamlarına göre çoğunlukla Irak, Burma, Afganistan, Sudan ve Bhutan’dan mülteci gelmiş.