Depremde hayatını kaybedenlerin sayısı resmi rakamlara göre 50 bine yaklaştı. Bir de sel vurdu deprem bölgelerini. Enkaz altında kalan, ölen, yoksulken daha da yoksullaşan, ayrımcılığa uğrayan Suriyelilerden ise hiç söz eden yok. Söz edilme bağlamları belli: Ülkelerine dönsünler, bir de onlara mı bakacağız, yağma yaptılar...
Koas dönemlerinde gerçekler daha da bir silikleşir... Çünkü daha güçlü olanın sesi çıkar... Öteki olan daha korkmuş ve daha sinmiştir zira... Depremin 35. gününde Antakya merkezde İtfaiye Çadırkenti, Antakya Altınözü'ne bağlı Kansu Köyü ve İslahiye'ye giden Sığınmacı Hakları Platformu'ndan Yıldız Önen'le konuştum. Yıldız Önen, Taha Elgazi, Ela Elgazi ve Bahan Gönce Suriyeli depremzedelerin çadırlarını gördüler, hayatlarına tanıklık ettiler, onlarla konuştular.
Tütün seralarında kaldıkları için uyuz hastalığına yakalanan küçücük çocuklar, süt almak için her defasında küçük yaşta çocukları olduğunu ispat etmek zorunda bırakılan Suriyeli anne ve babalar, Türkçe konuşmadığı için pamuk şekeri verilmeyenler, çadırda leğende banyo yapmak zorunda kalan kadınlar, çoğu zaman yetmeyen yemekler ve hâlâ yaşamak zorunda kaldıkları iptidai çadırlar...
"Suriyelileri ilk kez bu kadar öfkeli gördüm" diyen Yıldız Önen, demografiyi değiştirecekler söylentilerine karşı "Paraları olmayan yoksul Suriyeliler orada kaldı, bunlar mı değiştirecekler, onlar zaten oradaydılar" dedi. Kutuplaşmanın depremle birlikte daha da arttığına dikkati çeken Önen "Suriyelilerin kaybedecek hiçbir şeyleri kalmamış, sadece çadırları var" diye konuştu. Ben sözü Yıldız Önen'e bırakıyorum
Antakya İtfaiye Çadırkenti...
"Antakya merkezde, yıkılmış Ülkü Ocakları’nın yanına kurulan İtfaiye Çadırkenti'ne gittik. İtfaiyenin yanında yakınında olduğu için bu ismi vermişler. 50 çadır vardı. Gördüklerimiz arasındaki 'en düzenli' çadırkent burasıydı. Çoğunluğunu Suriyeliler oluşturuyordu ama Türkiyeliler de vardı. Üşenmedim saydım. Düzgün çadır diyebileceğimiz AFAD çadırlarından sadece 15 tane vardı. Çünkü bir odası, küçük başka bir odası, pencereleri olan çadırlar AFAD çadırları ama sayıları yetersiz. Onun dışında sahra çadırları var. Onlar çok uygun değiller. Çünkü askerlerin yan yana dizilip yatabileceği şekilde dizayn edilmişler. Anne çocuk, çok zorlanıyorlar. Bu çadırları iki üç aile birlikte kullanıyor. 15 kişi nasıl bir arada yaşıyorsunuz diye sorduğumda yataklarını gösterdiler. Gündüz olunca yataklar toplanıyor. Akşamları yataklar yeniden seriliyor.
Bu sahra çadırlarında yer olmayınca erkeklerin bir kısmı dışarıda kalıyormuş. Geri kalan diğer çadırlar arasında kamp çadırı da var, İngiltere’den, Çin’den gelen çadırlar da var.
Çadırlarda soba var, odun yakarak ısınıyorlar. Elektrik sorunu çözülmüş. Bir aşevi vardı bir STK'ya ait. Günde üç öğün yemek veriyor.
Bir kadın bir erkek banyosu, 7 kadın 7 erkek tuvaleti var. Banyo için uzun kuyruklar oluşuyormuş. Sabahları tuvalette büyük kriz yaşanıyor. Erkeklerin bir kısmı tuvalet için enkazlara gidiyor. 9 aylık hamile bir kadın vardı. Kadın diyor ki banyolara gidemiyoruz çünkü kapı her an açılabiliyor. Çadırın ufacık bir bölümünü banyo olarak kullanmaya başlamışlar. Perde çekmişler. Şebeke suyu olmadığı için tuvalet ya da banyo için kurulan su tanklarından su taşıyıp sobanın üzerinde suyu ısıtıp kovalarla yıkanıyorlar. Çadırın gideri olmadığı için leğen içinde banyo yapıyorlar. Sonra o kirli suyu taşıyıp döküyorlar.
Kadınların ev temizliği, yemek yükü azaldı diye düşünülebilir ama biz de şahit olduk beş dakika oturamıyorlar. Bir çocuk ağlıyor, öbür çocuk kayboluyor... Enkaza gitmesin diye öbür çocuğun peşinden koşturuyor. Erkekler de giriyor ama yemek kuyruklarında da kadınlar var. Yemekler yoğurt kaplarında veriliyor. Örneğin bir yoğurt kabına fasulye diğerine pilav konuyor. 5 kişilik aileye de aynı ölçüde yemek, 10 kişilik aileye de aynı ölçüde yemek veriliyor. Yemekler çadırda tabaklara konup yeniyor. Yine su taşınıyor, ısıtılıyor, kadınlar bulaşığı yıkıyor.
Çamaşırlar mesela... Kadınlar suyu getiriyor, sobada ısıtıyor, leğende yıkıyorlar. Örneğin 60 yaşındaki Suriyeli bir kadının çamaşırlarını asmak için yıkılmak üzere olan bir binaya ip çektiğini gördüm.
Mesela bir Suriyeli baba, üç çocuğu olduğunu baştan söylediğini, yaşlarını 3, 5 ve 7 olarak belirttiğini, aşevindekilerin bilmesine rağmen her seferinde çocuklarını sırayla yanında götürüp süt almaya çalıştığını anlattı.
Oysa çadırlara numara verilir, insan sayısı yazılır, çocuklar kayıt altına alınır, bu sorun çözülebilirdi. Ama böyle bir uygulama yok.
Biz oradayken Sivas Ülkü Ocakları, çocuklar için pamuk şekeri getirmiş. İki Suriyeli kadınla sohbet ederken biz, 9 aylık hamile olan bir kadın yanında üç yaşında olan bir çocukla beraber yanımıza geldi. Pamuk şeker sırasına girmişler. 'Türkçe konuşanlara verdiler bize vermediler' diye anlatırken gözlerinden yaş geldi. Sonra yaşı daha büyük olan Suriyeli bir çocuk o üç yaşındaki çocuğu aldı ve pamuk şekeriyle beraber geldi. Çünkü Türkçe biliyordu.
Bu insanların birikmiş paraları yok. Kazandıklarını harcayan insanlar. Ekonomik olarak daha bağımlı hale gelmişler. Bu da onları çok sıkıyor. Öfkeli bir şekilde konuşuyorlar. Çünkü artık kaybedecekleri tek şey, çadırkentten çıkarılmak olmuş.
Buradaki Türkgyeli ve Suriyeli depremzedeler arasında bir ayrımcılık yok, 'aynı apartmandan beraber geldik' diyorlar. Ama dışarıdan verilen yardımlarda ayrımcılık gördüklerini söylüyorlar.
İlk 15 gün enkaz başında beklemişler. Üç hafta önce bu çadırkente gelmişler. Kardeşlerini, yiğenlerini kaybedenler var. Enkaz başlarında beklerken arama kurtarmaya kimse gelmemiş. 'Yardım geldiğinde de artık geç olmuştu', 'önce Türkçe konuşanları çıkardılar' dediler. 'Dediler' diyorum çünkü bu onların beyanı. İtfaiye Çadırkent’te konuştuklarımızın hepsini bunu söylediler ama.
Öyle öyküler var ki... Mesela 18 yaşında genç bir Suriyeli kadınla konuştuk. Türkçe bilmiyordu. Bu genç kadın Suriye’den evlendirilmek için getirilmiş. Kocasının ilk karısı ölmüş. Ölen kadından 5 yaşında bir çocuk var. Koca depremde ölünce 18 yaşındaki Suriyeli genç kadın ve 5 yaşındaki çocuk bir başına kalmış. Suriye'deki depremde de ailesinden 14 kişiyi kaybetmiş. Kaynanası var ama 'çok yalnızım burada' dedi. 5 yaşındaki çocuğa 'kocasının emaneti' diye o bakıyor.
Çocukların bir kaç yerde park kurulmuş. Bir çadırın üzerinde MEB Psikososyal Destek yazıyor. Tabela var ama hizmet yok. Diyanet'ten 15 kişi vardı. Çok yardım severlerdi. Kadınların ped ihtiyacı hiç düşünülmediği için olsa gerek yardımlarda yer almıyormuş. Diyanet'ten kadınlar bu konuda yardımcı olmuş. 9 aylık hamile kadın bir hafta önce fenalaşmış ambulansla hastaneye onlar götürmüşler. Okul çadırı denilen çadırda da sadece oyuncaklar varmış. Öğretmen yok. Okul çadırını Kur’an Kursu çadırına dönüştürmüşler.
Genç erkekler öyle boş boş dolaşıyor, genç kadınlar ise çadırlardan çok az çıkıyor. Yapacak hiçbir şey yok.
Deprem nedeniyle buradakilere 3-6 ay arası Suriye’ye gidiş izni verildi. Ama 'dönemezsek' korkusu var. Zaten gidecekleri yerler de yıkılmış. Suriye'ye dönmeyi düşünen yoktu görüştüklerimizin içinde. İnsanlar şunu unutuyorlar... Esad rejiminin diktatörlük olduğunu unutuyorlar. Kaçanların bir kısmının yasal sorunları, politik sorunları var. Hapse girip çıkmışlar var. Daha iyi bir eğitim, daha iyi yemek için gelmediler ki buraya.
Kilis'te bir ailede kaldık. Kaldığımız evdeki kadın anlattı: 'Biz Suriye'de üç ay ateş altında yaşadık. Gelmemek için çok direndik. Bu akşam bombalama olacak diyorlardı, kapımızı kapatıp bekliyorduk. Her an tepemize bomba düşecek korkusuyla yaşıyorduk. Her telefon çaldığında yerimizden zıplıyorduk, kimin evine bomba düştü diye. Üç ay dayanabildik. Buraya geldik, burada da depremi yaşadık.'
Bu aile deprem olduktan sonra ilk 25 gün çadırda kalmış. 10 gün önce de bir eve taşınmışlar. Işıklar açık yatıyorlar. Annenin bir yanında bir çocuğu diğer yanında diğer çocuğu öyle yatıyorlar. Suriyeliler ne yapacaklarını bilemez haldeler.
Antakya-Altınözü-Kansu Köyü
Kansu bir Arap köyü. Antakya merkezde yaşayan Türkiyeli depremzedeler Kansu'ya gitmişler. Suriyeli kiracılarını çıkarmışlar. Haksızlar diyemeyiz ama Suriyeliler dolaylı olarak bir kez daha mağdur olmuşlar. 58 Suriyeli, 117 Türkiyeli ailenin çadıra ihtiyacı var Kansu Köyü'nde...
Şu an kaldıkları çadırlar çok iptidai. Mesela 7 Suriyeli aile bir tütün serasında kalıyor. Muşamba kaplı... Seranın girişi uzatmışlar, oraya battaniye atmışlar. Serada çocuklar uyuz olmuş. Aile hekimi kaç kez ilaç vermiş ama işe yaramamış. Zaten orada kaldığınız sürece bu tedavi olmaz demiş.
Erkekler yer olmadığı için dışarıda yatıyorlarmış. Buradaki çadırlar berbat. Muhtarla konuştuk, çadır ayarlayacağımızı söyledik. Bize gönderdiğiniz çadırların yarısını eşitlik gereği Türkiyelilere veririm dedi. Aksi takdirde gerginliğin çıkacağını ifade etti.
Kansu'da tuvalet yok, insanlar açık olduğu saatlerde camiye gidiyor. Banyo zaten yok. Çocuklar aşı olamıyor.
İslahiye...
İslahiye tamamen karanlıktı. Güneşle uyuyup güneşle uyanıyorlar. Yıkılan caminin yanına kurulan çadırlar var. İnsanlar elektrik olmadığı için telefonlarını parka gidip şarj ediyorlar. Şarjları yetsin diye hiç haberlere falan bakmıyorlarmış. Burada da okul çadırında oyuncak var ama öğretmen yoktu. Bir görevli gelip çocukları okula gidiyormuş gibi kayıt alıyormuş.
Gittiğimiz her yerde çadır hala bir sorun. İlk günde sorundu bugün de... Değişen bir şey yok. Ama ortak talep konteyner kente yerleşmek. Çünkü çadır bir çözüm değil onu gördük.
Göç İdaresi ile görüştük STK'lar olarak. Deprem nedeniyle başka illere gitme hakkı verilmişti Suriyelilere. Ama bunun süresi 60 gündü. Bu süre bitiyor. Bu sürenin uzatılmasını konuştuk. 6 ay uzatacaklarını söylediler. Ama biz bir yıl kalabilmeleri gerektiğini dile getirdik. Çünkü 6 ay sonra da deprem bölgesinde bir şey değişmeyecek.
Göç İdaresi ile görüşmemizde bir arkadaşımızın söylediği gibi 'Oy kullanamayacakları için sahipsiz Suriyeliler'.
Suriyeliler insanlarını sağ çıkaramadılar, ayrımcılığa uğradılar. Korkudan evinden çıkmayanlar var. Ben ilk kez Suriyelileri böyle öfkeli gördüm. Depremle birlikte kutuplaşma her iki tarafta da sertleşmiş. 'Suriye'ye gidin' diyorlarmış. Bunu söyleyenler de komşularıymış. Çok tedirginler... 'Burada misafirliğimiz bitti artık' deyip Avrupa'ya gitmek istiyorlar. Artık ne Suriye ne Türkiye...
Hani diyorlar ya, 'demografiyi değiştirmek istiyorlar.' Amaçları nüfusu değiştirmek değil. Buralara gelmek isterler ama gelecek paraları yok. Deprem bölgesinde resmi rakamlara göre 1 milyon 600 bin Suriyeli kayıtlı. Bunların çoğu başka bir yere gidemedi. Çalışmazlarsa para gönderecek kimseleri yok. Çadırlarda kalan Suriye ve Türkiyeliler eşit koşullarda. Yoksullar orada kaldılar.