Ayşe Karamustafa*
Orada olmak.
Caz Festivali’nin benim için özeti budur sanırım.
Enstrüman çalmayı öğrenme hevesimin yeteneğimin sınırlarına ve ergenliğimin sabırsızlığına takılıp tökezlemesi öndört onbeş yaşlarıma denk gelmişti. Müzikle ilişkimin yalnızca dinleyicilikle sınırlı kalacağını artık anlamaya başladığım o dönemde İstanbul Festivali sayesinde bir ‘büyücü’yle tanıştım ve önümde yepyeni bir dünyanın kapıları açıldı.
Kaderin beni ilginç bir tesadüfle oraya sürüklediği gece, Açıkhava Tiyatrosu’nda Miles Davis konserinde, belki sahnede çok da anlamadığım bir müzik çalıyordu, ama o performans sıradan bir konserden öte bir büyü ayiniydi ve seyirci de bunun bir parçasıydı. Ben seyirciydim ve oradaydım. Daha önce klasik müzik konserlerine gitmiştim, yaşımın gereği pop müzik dinliyordum, cazla ilişkim ise evdeki kasetlerde kayıtlı bir kaç caz standardının sözlerini ezberlemiş olmaktan ibaretti. O gece orada müziğin ve özellikle de cazın, sadece dinleyicisi olmanın hiç de fena bir şey olmayabileceğini keşfettim.
Üniversite yıllarımda IKSV festivallerinde ufak görevler alma şansına eriştim. Hemen her festivalde rehberlik, çevirmenlik, elimden gelen ne varsa yapmaya çalışıyordum. Ekibin parçası olmak, organizasyonun mutfağının işleyişine şahit olmak müthiş bir ayrıcalıktı. Akranlarımla kurduğum arkadaşlıklar derin ve kalıcı, büyüklerimden öğrendiklerim ise adeta ikinci bir okul oldu bana.
Bu dev çark Nisan ayında Film festivaliyle işlemeye başlar, Temmuz ayında Caz Festivali ile büyük bir şölene dönüşürdü. Nasıl bir emekle işlediği ise ayrı bir yazı konusu.
Ama her yılın Temmuz ayı başka bir heyecan sarıyordu beni, Açıkhava’ya tekrar gitmek merdivenlerde oturup o büyüye tekrar tekrar şahit olma zamanı geliyordu. Yıllar içinde caz müziğine aşinalığım arttı, duyduğumu biraz daha tanıyor, biliyordum artık. Fakat dinlediğim hiçbir kayıt, konser anında orada olmanın yerini tutmuyordu. Üstelik bu heyecan sadece konser anıyla sınırlı kalmıyor, gösteri sonrası farklı mekanlarda ‘jam session’larda devam ediyordu. Festival sayesinde; sahnede devleşen yıldızların performans bittikten sonra sadece kendi keyifleri için bir arada çaldıkları müziğin belki on katı büyülü olabileceğini öğrendim.
Tüm bunlar enstrüman çalamamak ve müzik okuyamamak konusundaki hayal kırıklığımı tatlı bir şekilde giderdi hep.
Evet, müzisyen değildim belki ama oradaydım, seyirciydim. Ve tek başıma da değildim, caz festivalinin tüm seyircisiyle birlikte o konserlerin zamanda bıraktığı izin bir parçasıydım. İstanbul Caz Festivalinin biletlerini alabilmek için saatlerce sıra bekleyen, bulamazsa merdiven bileti alabilmek için konser kapısına gelen, müzisyenin isteği olursa gerekirse tüm konser nefesini tutan, yağmur yağdığında mekanı terketmeyen o seyircinin. Bana inanmıyorsanız, festivalde bugüne dek çalmış tüm sanatçılara teker teker sorabilirsiniz, her biri İstanbul Caz Festivali seyircisinin nasıl özel olduğunu size söyleyecektir.
İKSV’ye, ekibe, dostlarıma, bazı yıllar olumsuz koşullar varken bile festivale katılan tüm müzisyenlere ve yanı başımda konserleri dinleyen herkese, hayatıma kattıkları büyük zenginlik için teşekkür ederim. Sizinle birlikte oradaydım ve orada olmaya devam etmeyi ümit ediyorum. Nice yıllara İstanbul Caz Festivali.
* Grafik Tasarımcı
İstanbul Caz Festivali 25. yaşını kutluyor. Bu vesileyle her hafta sürpriz bir isim, 25 yıldır cazı ve çok daha fazlasını İstanbul’a taşıyan festivalin unutulmaz konserlerini, perde arkasını, caza dair bilgi ve birikimlerini T24 okurları için yazıyor. Yazıların ardından sohbet, #25YıldırCazveDahası etiketiyle sosyal medyada da devam ediyor. |