Artık gazeteciliğin sefaletini yaşamıyoruz.
Sefaletin gazeteciliğini yaşıyoruz.
Seçimler yaklaştıkça da bu sefaletin dozu artıyor.
İktidar ve medyası kaynaklı "belden aşağı" vuruşlar yoğunlaşıyor.
Devletten kaptığı şirketin alacağını tahsil edip borcunu hepimize ödeten...
Böylesine büyük avantayı görünce herhalde sevinç çığlığını "Anam, babam, çocuklarım sana feda olsun" diye atıp "Başkan Baba"sına bağlılığını bildiren...
Gazete patronlarının ihale aldığı "Eski Türkiye"nin değil de...
İhale alan yandaşlara, yanında bir de gazete ve televizyon verildiği "Yeni Türkiye"nin, yeni medya patronlarından birinin gazetesi manşeti patlatmış!
"Domuz yerken Diyanet'e veto"
Aslında gazete değil de, inandırıcılığını "sıfırlamış" bir 'iktidar bülteni" muamelesi gören bu "mevkute"nin attığı manşetlerin bile hiçbir kıymeti harbiyesi yok ama...
Kurdukları yalan tuzaklarını, gazetecilik yerine iftiracılığı, gerçek haber yerine haysiyet cellatlığını nasıl bir mekanizma üzerinden çalıştırdıklarını görmek açısından ilginç bir örnek.
Gazetecilik taklidi yapan tetikçiye göre HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, 10 Ağustos tarihindeki Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi Almanya'nın Köln kentinde kahvaltılı basın toplantısı yapmış.
21 Temmuz 2014'te gerçekleşen bu toplantıda Demirtaş bir yandan domuz pastırması yerken diğer yandan da Diyanet'i kaldıracağını söylemiş.
"Demirtaş'ı seçmen gözünde öldürdüğünden" tam olarak emin olmak için kağıda basılmış haber kılığına girmiş tetikçi, bir daha ateşlemiş silahını...
Haberi Alman Frankfurter Allgemeine Gazetesi'nden Michael Martens'e dayandırarak, Demirtaş'ın yediği sandviçte hem de üç kat domuz pastırması olduğunu yazıyor.
Dini, imanı, Kabe'yi, Kürtçe Kur'an'ı, Aleviliği, Zerdüştlüğü sürdükleri 7 Haziran seçim platformuna iktidar partisi ve yandaşları bu kez de "domuz pastırması" çıkartıyorlar.
Bütün siyasi hayatları ve çabaları "Başkan'ın gözüne girmek" üzerine kurulu milletvekilleri de balıklama atlıyor bu haberin üzerine.
İktidarı kaybetme korkusunun verdiği çılgınlıkla biri "HDP için domuz salamının hatta domuzluğun mahsuru yok" diyor.
Ünvanında anlı şanlı "profesör" yazan bir diğeri "Ekmek için Ekmelettin, domuz için Selahattin" diye üç kuruşluk sakızlardan bile niyet olarak çıkmayacak pespayelik üretiyor.
İktidara endeksli siyasetin ve gazeteciliğin böylesine çirkefleşmesi aslında siyasal yaşamlarında ilk kez tadacakları bir yenilginin çok belirgin sinyallerini almış olmaları.
Ayşegül Doğan'ın Gündem Müzakere programı için İMC TV'de bir araya geldik Demirtaş'la önceki akşam. Çiğdem Toker, Banu Güven, Ali Bayramoğlu ile birlikte canlı yayında biz soracağız, Demirtaş da yanıtlayacak.
Demirtaş'la söyleşinin ağırlık noktalarından biri de HDP'nin seçim beyannamesinde yer alan "Diyanet İşleri Başkanlığı'nı kaldıracağız" vaadi nedeniyle kendisine ve partisine yönelik saldırılar.
Söz dönüp dolaşıp, bir gün önce yayınlanmış gazete kılıklı tetikçinin manşetine geliyor.
"Domuz yerken Diyanet'e veto" manşetini görür görmez HDP'liler kaynak olarak gösterilen Alman gazetesini aramaya başlamışlar:
"O yayını da buldu arkadaşlarımız. Çevirisi yapılırken bile maniple edilmiş. Ben hakikaten öyle bir şey de hatırlamıyorum. Hatırlamam da mümkün değil. Hiçbir zaman ben ne yediğim, ne içtiğim sorgulanacak ya da başkasının ne yediğini ne içtiğini sorgulayacağız gibi birşey de düşünmedim. Yapmadığım da bir şey yani. Onu da söyleyeyim. Zaten gazeteci de Almanca metinde öyle yazmamış. Sadece 'Sofrada vardı' diyor. Var mıydı, yok muydu bilmiyorum da..."
Yurt dışında katıldıkları toplantıların mekanlarında sofrada neyin olduğuna, neyin olmadığına tek tek bakmanın imkansızlığını, hatta bu tür toplantılarda çoğu zaman bir siyasetçi olarak konuşmak durumunda olduğu için yemek bile yiyemeden kalktığını anlatan Demirtaş, başka bir ayrıntı daha aktarıyor:
"Alman gazeteci de şöyle yazmış. Bulunduğumuz sofrada domuz eti gibi birşeyler varmış işte. Yediğime dair bir şey de yazmamış. Ama bunlar manşeti yazarken 'İştahla yiyordu aynı zamanda Diyanet'e de karşı çıkıyordu' demişler."
Elbette bunca yalanın bir sebebi de var. Demirtaş biraz kırgın, biraz yaşadıklarına inanamamış, hatta gördüğü çirkeflik karşısında şaşırmış, biraz da kızgın bir ifadeyle kendisine yapılanın arkasındaki anlamı arıyor:
"Bu nasıl çiğliktir, nasıl bir korku, nasıl bir paniktir? Ne yaptıklarının farkındalar mı bunlar ya! Buradan anlıyorum ki durumları kötü. Allah bu duruma kimseyi düşürmesin. Buna mı kaldınız siz? Bu mudur sizi kurtaracak operasyon? Bu mudur HDP'nin baraj altında kalacağı ve sizi tek başına iktidar yapacak vaadleriniz? Eleştirecekseniz düşüncelerimiz var, seçim beyannamemiz var, partimizin programı var. Göz göre göre bu kadar yalan ve iftira üzerinden bunların yapılması panik halinden, korku halinden başkası değil."
Farklı kanallardan gelen kamuoyu yoklamaları da önümüzdeki günlerde bu korku ve panik halinin daha da artacağını gösteriyor ki... Bu da iktidar ve medyasının daha çok yalana, daha çok iftiraya sarılması, daha çok haysiyet cellatlığına sıvanması anlamına geliyor.
Diğer bir "çirkef havuzu"nun ekranlarından Meral Akşener'e sürülmek istenen yağlı kara aynı hızla geri dönüp havuzun pisliğine karıştı.
Neyse ki bunca yıllık iktidarlarına rağmen hala daha toplumun etik direnç düzeyini kıramamış olduklarını gördüler.
Ama çaresizlikten, bir umut işte "Ya tutarsa" diyorlar.
Çünkü, Demirtaş için "Rüşvet yedi" diye manşet atsalar, "Haram yedi" diye son dakika haberi verseler kimse inanmayacak.
O zaman, şeytani bir başka yalana sarılıyorlar; "Domuz pastırması yedi" diye.
"Belki birkaç dini inancı güçlü seçmen inanır da HDP'yi durdururuz" sefilliğindeler.
Ama o kadar çok yalan söylediler, o kadar çok iftira attılar ki artık bütün inandırıcılıklarını yitirdiler.
Tek yolu kaldı insanların artık bu tetikçilere inanması için.
Sonradan olma medya patronları ve "Başkan Baba"ları hakkında atsınlar bakalım bir manşet "Rüşvet yediler", "Haram yediler" diye... Bakalım inanmayan çıkacak mı?