Yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen AKP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu'nun koalisyon kurmak için yapacağı ikinci tur görüşmeler bir gerçeği çok daha net biçimde ortaya çıkartacak.
Türkiye'de yeni hükümet kurulmasının önünde iki büyük engel vardır.
Birincisi AKP'nin eski Genel Başkanı ve eski Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dır.
İkincisi de, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dır.
Şu anda erken seçimden önceki "son çıkış" olarak görülen AKP-CHP koalisyonu, iki şarttan biri gerçekleşmeden olanaksızdır.
Ya AKP, Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan vazgeçecektir ya da CHP ilkelerinden, parti tabanına ve seçmenlerine verdiği sözlerden...
Bugünkü konjonktürde iki koşul da pek olası görünmemektedir.
Aslında AKP de, CHP de bu gerçeği bal gibi biliyor.
Zaten ilk koalisyon görüşmesinden bu yana CHP yönetiminin kafasında şu soru işareti çok somut biçimde var:
"Hangi iradeyle koalisyon yapacağız? Erdoğan'ın iradesiyle mi, Davutoğlu'nun iradesiyle mi?"
Bu soruya verilen yanıtlarda elbette ağır basan şık "Erdoğan'ın iradesi" oluyor ve bu da CHP'de koalisyon mimarlığına soyunanları bile umutsuzluğa düşürüyor.
CHP'nin "koalisyon kurmayları" alt alta yazıyorlar AKP ile olası bir koalisyon hükümetinin ilk 100 günlük icraat programını:
. Sulh Ceza Hakimliklerinin kaldırılması,
. HSYK'ya siyasal iktidarın etkilerinden bağımsız bir yapı kazandırılması,
. Bireysel ve toplumsal özgürlükleri berhava eden İç Güvenlik Yasası'nın kaldırılması,
. Asgari ücretin 1500 liraya çıkartılması,
. Emeklilere iki maaş ikramiye.
Aslında ilk üç madde AKP'nin geçmişte karıştığı yolsuzluklara ve kitlelerin buna göstereceği tepkilere karşı alınmış yasal ve polisiye önlemler.
Burada 17/25 Aralık soruşturmalarının yeni deliller ışığında yeniden açılmasını ya da Erdoğan'ın anayasal sınırlarına çekilmesini, kaçak sarayından çıkarak Çankaya'ya geri dönmesini saymaya gerek bile yok.
Çünkü bunlar bir koalisyon protokolünde, diğerleri gibi 100 günlük icraat programında yer alması zorunlu koşullar değil.
Ancak olası bir AKP-CHP koalisyonunda muhalefette kalacak partilerden birinin bile bu konuda vereceği önerge CHP milletvekillerinin çok büyük bir bölümünün desteğini alacaktır.
Zaten, Erdoğan'ın bazı aile fertleriyle birlikte suçlandığı, geçmiş AKP'li bakanların karıştığı yolsuzluk, hırsızlık, usulsüzlük iddiaları parlamentonun gündemine gelince, bunların araştırılmasına "Hayır" diyecek olan CHP'nin yapması gereken en hayırlı iş, seçim barajının yüzde 10'dan yüzde beşlerin altına düşürülmesini sağlamak olacaktır.
Bu tablo bile, çok zor da olsa kurulması düşünülen bir AKP-CHP koalisyonunun ne kadar kırılgan olduğunun kanıtı.
Hatta bırakın ortak hükümet kurmayı, son birkaç gündür Hürriyet ve Cumhuriyet gazetelerinde Sarraf'ın yolsuzluklarına ilişkin haberler ve belgeler yayınlanınca bile bazı "koalisyoncu CHP yöneticileri" panikliyor; "Bu haberlerin bu sırada çıkması manidar. Amaç AKP-CHP koalisyonunu engellemek" diye.
Açıktır ki, AKP Hükümetinin bakanlarına, Erdoğan ve ailesine dönük suçlamaların araştırılmasını engelleyecek bir CHP, gelecek seçimlerde ancak tek haneli bir baraj yüzdesi olursa parlamentoya girebilir.
CHP'nin 1500 liralık asgari ücret ya da iki emekli maaşı ikramiyesi vaadini seçim meydanlarında yuhalatan, işveren kuruluşlarına şikayet eden bir Cumhurbaşkanı; kurulacak bir AKP-CHP koalisyonunun protokolünde bu maddelerin yer almasına ne kadar izin verir, siz takdir edin.
Zaten Erdoğan, olası koalisyonunun hazırlayacağı icraat programınının "baş redaktörü" olacağını açıklamakta bir sakınca görmüyor.
Hatırlarsanız, bir ayı aşkın bir gecikmeyle Davutoğlu'na görev vereli daha dört gün olmuştu... Zaten tarihe "Cumhuriyet'in en geç hükümet kurma görevlendirmesi" olarak geçmişti... Davutoğlu'nun, ilk hükümet kurma görüşmesini CHP lideri Kılıçdaroğlu'yla yapmasının üzerinden birkaç saat ancak geçmişti... Ne demişti Cumhurbaşkanı Erdoğan:
"Büyük projeleri rafa kaldırmayı amaçlayan bir koalisyon görüşmesi yapmak isteyenler karşılarında beni bulur."
Bu sözden de anlaşılacağı üzere, Erdoğan'ın vesayet emelleri kendi partisini de aşarak kurulacak koalisyon hükümetini, hatta o koalisyonunun bileşeni olacak partiyi de "kapsama alanı" içine almayı hedefliyor.
Diyelim ki bütün engeller aşıldı ve AKP-CHP koalisyonunun Bakanlar Kurulu listesi Erdoğan'a sunuldu. Bu aşamada da iki partinin ciddi sorunlarla karşılaşacağı kesin. Çünkü AKP de, CHP de Erdoğan'a bakan beğendirmekte çok zorlanacak. Bu durumun AKP içersindeki dengeleri sarsmakla sınırlı kalsa da CHP içersinde çok daha derin komplikasyonlara yol açacağı kesin.
Zaten benim inancım o ki, AKP ile bir koalisyon kurmanın mümkün olmadığını CHP lideri Kılıçdaroğlu da çok iyi biliyor. Ama, "Türkiye'yi hükümetsiz bırakmamak için imkansızı bile deneyen bir parti başkanı" görüntüsü vermeyi "AKP'yi auta atmak" için en isabetli davranış olarak görüyor.
Olası erken seçimde MHP'deki milliyetçi oylara göz diken Erdoğan'ın yeni kurulacak hükümette Kürt sorununun çözümüne nasıl bir yaklaşım sağlayacağı da ayrı bir tartışma konusu.
Zaten MHP'nin de "çözülmekten yana partiler hükümeti kursun" çıkışının altında yatan da milliyetçi oylarını AKP'ye kaptırmama refleksi.
Ancak, iktidar olmaktan çok bir hükümetin bileşeni olup kadro ve ihalelere göz diken bir anlayış MHP'yi AKP ile koalisyona zorlayabilir. Bu durumda bile yine de MHP oylarının hiç değilse AKP'ye kaymasını önlemek için Kürt kartını "Çözüm sürecini bitirdik" diye oynama niyetinde.
Gerçi, bu konudaki anlayışını "Çözüm sürecini bitirme" keskinliğinden, "Çözüm sürecini dondurma" söylemine doğru yumuşatan bir MHP'nin de AKP ile koalisyon yapmasındaki en büyük engel; eski başbakan Erdoğan, ailesi ve bakanları hakkındaki yolsuzluk, hırsızlık, usulsüzlük iddialarının soruşturulması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Çankaya Köşkü'ne geri dönmesine yönelik talepleri.
Yoksa, AKP'nin elinde olası bir MHP koalisyonu için "çözüm süreci"ni engel olmaktan çıkartacak formülasyon hazır. Hükümet programına "çözüm süreci" tanımlamasını koymak ve yerine "Tüm Türkiye'yi kapsayacak bir demokratikleşme süreci" yazmak.
Bu da olmazsa, MHP kurulacak bir AKP azınlık hükümetine belli tavizler karşılığında, bir erken seçim koşuluyla, dışarıdan destek verebilir. Bunun için fazla birşey de yapması gerekmiyor. Güven oylamasında meclise girmesin yeter. Çünkü hükümet düşürmek için 276'yı tutturmak gerekiyor ama, güvenoyu için genel kurula katılanların yarıdan bir fazlasının oyu yetiyor.
Olsa olsa bu da Davutoğlu ile ilk tur görüşmesini "CHP seçeneğini tüket, ondan sonra görüşelim" edasıyla tamamlayan Bahçeli'nin sözünü ettiği "fedakarlık" olur ancak.
AKP-CHP ya da AKP-MHP koalisyonları masada "Erdoğan engelleri" ile "inorganik" olarak yatıyor.
AKP-HDP seçeneği ise hiç konuşulmuyor. Zaten Davutoğlu, hükümet kurma görüşmelerini HDP ile "koalisyon ortağı olmama" seçeneği üzerinden yaptı..
Erdoğan, bayram namazı çıkışında, HDP karşıtlığı ile açtı "bayramlık ağzını".
Anlaşılan o ki, Erdoğan'ın "Seni başkan yaptırmayacağız" deyip, üstüne üstlük tek başına iktidar da yaptırmayan HDP'ye kızgınlığı henüz geçmiş değil. Bu yüzden Davutoğlu da "oluruna" değil, "olmazına" gidiyor HDP ile görüşmeye.
Geriye tek seçenek kalıyor, o da erken seçime gitmek.
Ancak hem AKP, hem de Erdoğan için erken seçim o kadar kolay başvurulacak bir yöntem değil.
Erdoğan, dört koldan araştırma yaptıyor şirketlere.
Çoğundan gelen sonuç, oyların artmadığı, aksine küçük bir miktar da azaldığı yolunda.
Baksanıza, 8 Haziran itibarıyla "erken seçim" davulu çalan yandaş medyanın bile bugünlerde elindeki tokmak avanak kasnak gibi boşa dönüyor.
Erdoğan'ın egemen olduğu AKP anlayışı ne bir koalisyon kurmaktan yana ne de bu şartlarda erken seçime gidecek cesareti bulabiliyor.
Sürece daha soğukkanlı olarak bakacak olursak karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor.
Düşünün ki, parlamentoya girebilen dört partiden biri yüzde 40 oy almış, diğer üçü de yüzde 13'ten 25'e kadar sıralanmış. Yani en çok oyu alan parti hangisiyle bir araya gelse çok kolay bir hükümet çıkartabilir.
Hani gelişmiş batı ülkelerinden birinde böyle bir sonucu siyasetçiler tek parti hükümeti gibi davul ve zurnayla, pardon viyolonsel ve kontrbasla karşılarlar.
Böyle bir tabloda Türkiye neden hükümetsiz kalıyor peki?
İşte bu sorunun yanıtı:
"Eskinin Başbakanı Erdoğan ve yeninin Cumhurbaşkanı Erdoğan yüzünden."
Bu hafta ikinci tur koalisyon görüşmeleri başlayacak.
Davutoğlu'na görev vermek için bir aydan fazla bekleyen Erdoğan, daha koalisyon görüşmelerine başlayalı dört gün olmuştu ki, şu sözü söyleyebildi:
"Milletin sabrı taşıyor."
Aslında sabrı taşan kendisi. Çünkü koalisyon görüşmeleri uzadıkça daha geniş bir seçmen kitlesi tarafından anlaşılacak ki, yeni bir hükümetin kurulmasının önündeki tek engel Erdoğan'dır.
O yüzden bugünlerde en zorda olan siyasi figür de Erdoğan'dır.
Çünkü varlığı yeni bir hükümetin kurulmasına engel olanın, yeni bir seçime de daha iyi sonuç alamayacağı için cesaret edemeyenin siyasi geleceği de artık tartışmalıdır.
Neye niyet, neye kısmet!
Yeni Türkiye'nin "Başkan Babası" olmaya heves etti, "en baba takozu" oldu.