Önünde uzayıp giden dikenli sınır tellerine, Suriye'yle Türkiye'yi yaklaşık yüz yıldır ayıran Berlin-Bağdat demiryolunun raylarına doğru dalıp gitmişti gözleri. IŞİD vahşileri gelince terketmek zorunda kaldığı köyü tam karşısındaymış gibi, eliyle şöyle bir işaret edip belli belirsiz konuşmuştu:
"En yakın Arap komşularımız bizden sonra samanlarımızı bile yağmalamış. Ama dönünce mutlaka hesabını soracağım."
Kobani'nin Kal Halid köyünün imamıydı Enver Deruh.
"Kobane düştü, düşecek" günlerinde sınırın bu tarafına geçip ailesiyle birlikte devletin Suruç'taki yatılı bölge okulunda kurduğu kampa sığınmıştı.
Köylerine geldikleri gün IŞİD cihatçılarının beş kişinin kafasını kesip köyün meydanına astıklarını anlatıyordu:
"Zaten daha o gün kaçmaya karar vermiştik. Birgün ezan okunduktan sonra mikrofondan 'salavat' getirdim. Birden IŞİD'çiler 'haram' diye naralar atarak caminin minaresini roketle havaya uçurdular."
Aslında, imam Enver Deruh'un "Komşularımız samanlarımızı bile yağmalamışlar" sözü bugün Irak'ın, Suriye'nin içlerinden Til Abyad'a kadar bölgede IŞİD'in yaşattığı başka bir gerçeğin ifadesiydi.
Bölgede taban tutmak, kitle kazanmak için IŞİD bir yerleşimi işgal ederken kimi Araplara ve bazı aşiretlere "yağma" ayrıcalığı veriyor. IŞİD'in teklifine "Evet" diyen sunni Araplar, bu işbirliği sonucunda kaçanların, kaçırılanların mallarını, mülklerini, evlerini, hayvanlarını yağmalıyorlar. Karşılığında ise IŞİD'e bu yağmanın vergisini ödüyorlar.
Yani IŞİD, uyguladığı yöntemle yüzlerce yıldır bir arada yaşayan halkların arasına onarılması güç yarıklar açıyor.
İşte yarın IŞİD'den geri alınan yerlere dönemeyen bazı Araplar olursa, bunları da "IŞİD'in yerinden yurdundan ettikleri" hanesinde "cihatçı çetelerle işbirliği yapanlar" olarak kaydetmek gerekiyor.
Bırakın kendi dininden, kendi mezhebinden bile olmayana hayat hakkı tanımayan katiller ve tecavüzcüler sürüsü IŞİD, Akçakale'nin karşısındaki Til Abyad'ı kaybetmeye başlayınca AKP cephesinde Cumhurbaşkanından "havuz medyası"na kadar bütün muhteremleri bir telaş aldı.
Bir yıldan fazla süredir bu kenti elinde tutan, öncelikle Kürtleri süren, kalanlarına olmadık işkenceler yapan, kellelerini kesen IŞİD, birden bire "badem gözlü" olmuştu.
Hele çirkeflikte birbiriyle yarışan "havuz medyası"nın "amiral gemisi"nin Kürt düşmanlığından gözü öyle dönmüştü ki yalancılıkta sınır tanımıyordu:
"PYD, DAEŞ (IŞİD)'ten daha tehlikeli"
Manşetinin devamında da "Ankara'daki askeri kaynaklara" dayanarak "IŞİD'in en fazla iki üç yıl sonra yok olabileceğini, ama etnik tampon bölge kuran PYD'nin daha bir süre bölgede kalabileceğini" söyleme cüretini gösterebiliyordu.
İşte bu, "iktidar bülteni"ne dönüşen "havuz medyasının amiral gemisi"nin değil, aynı zamanda AKP iktidarının da beslediği Kürt düşmanlığının, büyük bir kinle yalana sarılmış tezahürüydü.
Çünkü, PYD'den "daha az tehlikeli" buldukları IŞİD, zulmünü Irak ve Suriye'nin büyük bir coğrafyasına yaymış bir katiller ve tecavüzcüler sürüsüydü. Kadınları seks kölesi yapmış, esir pazarında satmış... İlkel kabilelerdeki kurban törenleri gibi, kendinden olmayanların kellesini kılıçla uçurma ayinleri yapmış... Kadınlara evden çıkmayı, yanında bir erkekle çıkan kadınların da siyahtan başka bir renk çarşaf giymelerini yasaklamış... Sigara yasağına uymayanları, üzerlerini koklayarak saptamış, 100 kırbaçla cezalandırmış, kentlerin meydanlarına kurduğu demir kafeslerde herkesin hakaretine, suratlarına tükürmesine sunmuş...
AKP kafasının, "IŞİD'den daha tehlikeli" bulduğu PYD (Demokratik Birlik Partisi) ise Suriye'de yıllardır zulüm altında yaşayan milyonlarca Kürdün desteklediği, özgürlük ve var oluş için en çok umut bağladığı bir siyasi parti.
Elbette gazetesi böyle olursa "başkan patronu" farklı olur mu?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, IŞİD karşıtı koalisyon uçaklarının bombaladığı yerlere Kürtlerin yerleştiğini, Arapların ve Türkmenlerin sürgün edildiğini söylüyordu. Ama ısrarla koalisyon uçaklarının IŞİD'i bombaladığını söylemiyordu.
Erdoğan ve medyası ile "Kürt düşmanı koalisyon ortağı" Karanlık gazetesi, daha Suriyeli Kürtlerin silahlı güçleri YPG ve YPJ Til Abyad kapısına henüz dayanmışken hep bir ağızdan yaygaraya başlamışlardı:
"Kürtler etnik temizlik yapıyor."
Sanatçı Servet Kocakaya da bu "acul etnik temizlik"çilerle inceden inceye dalga geçmekten kendini alamıyordu:
"Yahu adamların çektiği halay bitmeden, 'etnik temizlik yapılıyor' yaygarası dolaşıma sokuldu. Müsaade edin de bir halay çeksinler."
Baktılar bunların yüzünden bütün dünya "yüzüyle gülmeyi" unutacak, bu kez daha çılgın bir proje geliştirip IŞİD'i Esad'a ve Kürtlere yamamaya bile kalkıştılar.
Çıtayı iyice yükselten Başbakan Davutoğlu, IŞİD, PYD ve Suriye Devleti'nin Til Abyad harekatı başlamadan önce ortak toplantı yaptıklarını bile öne sürüyordu.
Gerek bölgenin genelinde, gerekse de Til Abyad özelinde yaşanan vahşeti yıllardır görmezden gelenler, birden bire "mevzu bahis Kürtler" olunca, etnik temizliğe karşı "hümanist" birer insanoğlu kesilmişlerdi.
Oysa bölgede bugüne kadar yaşananlar AKP iktidarının ve medyasının bugün hem dünyaya, hem de Türkiye halklarına söylediği yalanlarla örtülemeyecek kadar büyük bir gerçekti.
Artık AKP medyası, iktidarı da kaybetme telaşıyla Suriye'nin kuzeyindeki Kürtler üzerine askeri harekat yapma düzeyinde bir savaş çığırtkanlığına sıvanmış durumda.
Bütün bu çığırtkanlığın altında, iktidarın ortadoğu ve özellikle de Suriye politikasında aldığı büyük yenilgi var. Özellikle Til Abyad düşünce AKP politikasının nasıl da altından kalkılmaz bir hezimete dönüştüğü çok net biçimde ortaya çıktı.
Bir de buna seçim yenilgisini, bu yenilgide Kürtlerin payının ne kadar büyük olduğunu ekleyince AKP iktidarı açısından durumun ne kadar vahim olduğu ortaya çıkıyor.
Çünkü Til Abyad düşünce Kobane Kantonu ile Cizire Kantonu birleşti. Sırada üçüncü parça olan Afrin var. Eğer "IŞİD karşıtı koalisyon"un da desteğiyle Rojava'nın parçaları birleşirse, Türkiye'nin Suriye ile olan 900 kilometrelik sınırının 600-700 kilometresi Kürtlerin hakimiyetinde olacak. Bir de buna Güney Kürdistan'la olan 300 kilometreyi aşkın sınırı ekleyin. Etti mi bin kilometre.
Bu koşullarda Türkiye Kürtleri ile kurulmasına çalışılan müzakere masasını, seçim kaygısıyla deviren ve üstelik seçimde de iktidardan düşen AKP'nin açmazları çok net biçimde ortaya çıkar.
İşte bütün bunlar içerde ve dışarıda alınan yenilgilerin yol açtığı bir çılgınlık hali.
Hani, Milli Eğitim Bakanlığı, bir resmi tarih yalanıyla körpe dimağları bu ülkede yıllarca zehirlemişti:
"Birinci Dünya Savaşında Almanya yenilince biz de yenilmiş sayıldık."
Şimdi tam da böyle bir durumla karşı karşıyayız.
Cumhurbaşkanından Başbakanına, her türlü yalana sarılan "havuz medyası"na kadar Türkiye'nin dışta "stratejik derinliği" karaya oturmuş, içte "seçim mağlubu" iktidar bloğu öyle bir ruh halindeki...
O yılların Osmanlısından günümüzün Neo Osmanlılarına gelene kadar bir yalan başka bir düzeyde gerçek oluyor neredeyse:
"Kürtler IŞİD'i yenince AKP ve 'havuz medyası' da yenilmiş sayıldı!"
Geldiğimiz yere bakar mısınız?
100 yıl önce Almanlar yenilince "biz" de yenilmiş sayılırdık.
Aradan bir asır geçmiş. Şimdi IŞİD yenilince "biz" yenilmiş sayılıyoruz.
Düşe düşe, düşecek küme bulamayan futbol takımlarına dönmüş bu ülke.
Şimdi anladınız mı Til Abyad'dan kaçıp Akçakale sınır kapısında yakalanan IŞİD çetelerinin niye sakallı tekeler gibi sırıttıklarını!