Çatışma bölgesinden izleminler (1)
"Panzerler üstümüze kalkar"dı Enver Gökçe'li yıllarda.
Bugünlerde Silvan'da sadece panzerler değil, polis akrepleri, TOMA'ları da üstümüze kalkıyordu.
Kentin dışını tanklarla kuşatmıştı askerler. Mahalleleri özel harekat tutmuştu.
"Kaleş" cayırtılarına "güm, güm" diye belki roketatar, belki de havan topu sesleri karışıyordu.
Gün ortası ilan edilen sokağa çıkma yasağına yavaş yavaş evlerine çekilerek, işyerlerinin kepenklerini indirerek katılıyordu Silvanlılar. Koca ilçe terkedilmiş bir kimliğe bürünüyordu.
Silah seslerinin geldiği yöne doğru ilerlerken karşımıza, ana caddeyi sağlı sollu tutan zırhlı polis akrebiyle TOMA çıktı.
Namlusunu bize çevirip üstümüze doğru yürümeye başladı:
"Dağılın yoksa müdahale edeceğiz."
Kim mi müdahale edecekleri? Ellerinde fotoğraf makinalarından, kameralarından başka birşey olmayan, yaşanan olayları izlemek için İstanbul'dan, Ankara'dan, Diyarbakır'dan Silvan'a gelmiş 10-15 gazeteci hepi topu...
Bölgede köyler, kasabalar, ilçeler, hatta kentler zaman zaman "kapsama alanı dışında" kalıyor bugünlerde.
Önce elektrikler gidiyor, cep telefonları "kaput" oluyor, internet, Twitter, Facebook uçuyor, hatta zaman zaman evlerdeki sabit telefonlar da kesiliyor.
Mahalledeki komşusundan, ilçedeki mahalleden, kentteki ilçeden, hatta bazen Türkiye geneli bir kentten haber alamaz oluyor.
Siviller için tek bir iletişim olanağının kalmadığı anlarda yaşanan çatışmaları izlemeye giden az sayıdaki gazetecinin de bilgiye, gerçeğe, habere ulaşması resmi görevlilerce engelleniyor.
Zaten yaşadığımız süreçte yerel anlamda neredeyse tam olarak içine kapanmış bir devlet var bugünlerde bölgede. Bu yanıyla ne kadar da benziyor 1990'lı yılların "savaş konsepti" devletine.
İşte böyle bir süreçte, oluşturulmaya çalışılan "Sansüre karşı gazeteciler platformu"nun toplantısında alınan bir kararla Türkiye Gazeteciler Sendikası'nın, DİSK Basın İş'in ve Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin temsilcileriyle birlikte gelmiştik bölgeye.
Amacımız hem yaşananlara hem de çatışmalı ortamda çalışan gazetecilerin güç koşullarına tanıklık etmek, dayanışma göstermek, iyiden iyiye tıkanan haber kanallarının açılmasına katkı sunmak, sonuç olarak da halkın haber alma hakkının engellendiği koşullara karşı çıkmaktı.
Özgür Gazeteciler Cemiyeti'nin ev sahipliğinde yapılan çalışmanın ilk görüşmesini Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı ile yapıyoruz. İkisinin de yüzlerinden okunuyor bugün yaşananlara, yarın olacaklara ilişkin duydukları endişe.
Devletin tutumunu değerlendirirken "Yalanı hakim kılmak istiyorlar" diyor Kışanak, "Bütün boyutlarıyla köklü bir değişiklik görüyoruz devletin tutumunda. Geçici bir tutum değişikliği izlenimi vermiyor. İki ay sonra seçim var. Sonra ne olacak? İnsan kazanacak olsa da kaybedecek olsa da ne olacak diye korkuyor."
Fırat Anlı'ya göre ise devlet bugünlerde bölgeye, valisinden kaymakamına, emniyet müdüründen savcısına kadar "savaş konseptine uyum sağlayacak" kadrolar gönderiyor. "Artık kendi vazgeçse bile çatışmalı durumu engellemekte zorlanacaklar. Çünkü durumdan vazife çıkaracak yapıdaki görevliler geliyor" diye anlatıyor gözlemlerini.
İki eşbaşkanın da ortak görüşü 2009'da başlayan büyük KCK operasyonlarından bile farklı, onun çok ötesinde, hatta onu aratır bir tutum değişikliği var devletin. Örnek olarak da Sur Belediye Başkanı Seyit Narin'e yapılan "uygulama"yı anlatıyorlar.
Sabaha karşı Narin'in kapısını çalıyor güvenlik güçleri. Giyinmek için "bir dakika" diye seslenmesine bile tahammül edemeyip kapıyı kırmaya çalışıyorlar. İçeri girer girmez de üstüne çullanıp yere yatırıyorlar, kocasına yardım etmek isteyen eşini duvara çarpıyorlar.
Anlatılanlara göre gözaltına alma biçimi bile "şiddet"in ta kendisi.
Suçu, yaptığı basın açıklamasında "özyönetim" talebini dile getirmesi. TCK 302'den tutuklanıyor Seyit Narin. Cezası, ağırlaştırılmış müebbet.
Diyarbakır'da tutuklananları da kentteki cezaevine değil, kilometrelerce ötedeki Sincan'a, Kırıkkale'ye gönderiyorlar.
Bütün bu yaşananları değerlendirirken "başka birşey söylemek istiyorlar aslında. Başka bir mesaj vermek istiyorlar" diye değerlendiriyor Kışanak.
Diyarbakır'dan Silvan'a doğru yola çıkıyoruz. Sosyal medyada "Silvan'da elektrik keski", "Telefonlar gitti", "Sabit telefonlar bile çalışmıyor" haberleri dönüyor biz yoldayken.
Çatışmalar üzerine bölgeye gelen HDP ve DBP heyetiyle karşılaşıyoruz yol üzerindeki Silvan Belediyesi'nin başkanlık odasında. HDP milletvekilleri Feleknas Uca ile Nurseli Aydoğan da orada.
Silvan Belediye Başkanı Yüksel Bodakçı da "özyönetim" açıklamasından tutuklanmış,
DBP Diyarbakır İl Başkanı Ali Şimşek, bulunulan son durumu anlatıyor:
"Geçen haftaki saldırıdan sonra günlük yaşam normale başlamaya dönmüştü. Ancak bu sabah itibariye çatışmalar yeniden başladı. Askeri araçlar kentin çevresini sarıyor. Büyük bir yığınak var. Tekel, Konak ve Mescit mahallelerinde barikatlar kurulmuş. Bugün kaymakama gittik, görüşme yapmak istediğimizi, çatışmaların önlenebileceğini söyledik. Ancak kaymakam, 'Operasyon başladı. Sizin de can güvenliğiniz yok' dedi. Ablukaya karşı gençler mahallelerde barikat oluşturmuşlardı. Sabah altıda operasyon başladı. ANcak silahlı çatışma çıkınca geri çekildiler. Diyarbakır'dan takviye panzer ve TOMA geldi. Yeniden başlıyor operasyon."
Bu arada bir görevli kaymakamlıktan resmi bir yazı getiriyor. Saatler 14.00'ü gösterirken gelen yazıda Silvan Kaymakamı Murat Kütük'ün ıslak imzası var. "İkinci bir duyuruya kadar saat 12.00'den itibaren kentte sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini" duyuruyor. Demek ki iki saattir asaktan habersiz ortalıkta dolaşıyormuşuz. Oysa kaymakamlıkla belediyenin arası yürüyerek beş dakika...
Zırhlı polis araçları yasağı duyurarak dolaşıyor sokaklarda. Kepenkler iniyor birer birer. Ortalıktan el ayak çekilmeye balıyor. Bu aradaYPG-H'li gençlerin barikat kurduğu mahallelerden silah sesleri geliyor. Kalaşnikof taramalarının arasında, "güm güm" diye patlıyor ağır silahlar.
Gazeteci grubu olarak çatışma seslerinin geldiği mahallelere doğru yürüyoruz. İşte burada TOMA'lar, akrepler "üzerimize kalkıyor", araçlardan anonslar yapılıyor "Dağılın yoksa müdahale edeceğiz" diye. TOMA gazetecileri nişanlamış, içindeki polis bağırıyor bir de "Çabuk, çabuk" diye.
Silvan'dan Lice'ye doğru geçiyoruz. Bazı yollar askeri araçlarla kapatılmış. Burada sokağa çıkma yasağı yok ama Lice de boşalmış bir kent görünümünde. Kenti terkeden çok olmamış ama kimse de evinden pek çıkmak istemiyor.
Burada da internet ve cep telefonları kesik. Liceliler tedirgin. Bir kahvenin önünde birlikte oturduğumuz insanlar kameralardan rahatsız gibi görünüyor. "Kapatalım" diyoruz ama tedirginlikleri yine gitmiyor. Sonunda anlıyoruz bizimle niye rahat konuşamadıklarını. Çünkü esas rahatsız oldukları MOBESE kameralarıymış.
Yavaş yavaş başlıyorlar konuşmaya, "Görünmez bir Olağanüstü Hal uygulanıyor, bir vahşet uygulanıyor" diyorlar "Gündüz burada konuşuyoruz, gece evler basılıyor. Keşke Türk halkı da anlasa bizim ne yaşadığımızı."
Bu bölgede "Türk gazeteleri yazmıyor, Türk televizyonları göstermiyor, Türk halkı da bizim ne yaşadığımızı anlamıyor" duygusu giderek daha da derinleşiyor.
Her adımda bir "kopuş" duygusu yaşıyorsunuz.
Zaten başka türlü nasıl bölünebilir ki bir ülke!
Sürecek...