AKP Hükümeti ile HDP'nin 10 maddelik 'müzakere metni'ni sadece önümüzdeki seçimler açısından değerlendirmek eksik olur. 'Müzakere masası'nın kurulmasında Türkiye'nin, Ortadoğu'da kendini 'vekaleten' de olsa DAİŞ (IŞİD)'le birlikte ABD ve AB'ye karşı savaşan bir ülke konumundan kurtarma gayreti de var.
Net bir biçimde ifade etmek gerekiyor.
Dolmabahçe'deki Başbakanlık Ofisi'nde HDP Heyeti ile yapılan ortak açıklama AKP'nin sadece yurtiçinde değil, uluslararası platformda da düştüğü büyük çaresizliğin sonucudur.
10 maddelik metnin açıklaması, çoğunlukla AKP'nin 7 Haziran seçimleri için son bir hamlesi olarak görülüyor.
Doğrudur, ama bu yaşanılan gerçeğin sadece bir yüzüdür.
Evet, çatışmasızlık ortamında seçime gitmekte AKP'nin çıkarı vardır.
Özellikle "şehit cenazeleri" geldikçe artacak MHP oyları, AKP'den eksilecektir.
HDP de çatışmasızlık ortamında seçime girmeyi çıkarlarına uygun bulmuştur.
Çünkü, önünde yüzde 10 barajı gibi bir engel bulunan HDP, Türkiye'nin batısından da oy alma ihtiyacındadır.
Bunun yolu da, hatta Ege'de, Karadeniz'de, Marmara'da, İç Anadolu'da daha az sorunlu bir seçim kampanyası yürütülmesinin de yolu ancak çatışmasız bir ortamda mümkündür.
Bütün bu faktörlere karşın ortadaki durumu "AKP ile HDP'nin seçim işbirliği" olarak görmek, yaşanılan durumu bütün nüanslarıyla okuyamamak anlamına gelir.
Önümüzdeki tabloda "Kürt Özgürlük Hareketi"nin bir temsilcisi olarak HDP, AKP ile işbirliği yapan parti değil, İktidarı "müzakere masasına" oturmak zorunda bırakan bir güçtür.
İki durum arasındaki fark da "Kürdistan dağları" kadardır.
10 maddelik ortak açıklama T.C.'nin PKK ile "müzakere masasına" oturtulacağının "irade beyanı" olarak bir ilktir.
Ama bu koşulları kabul etmemek için AKP son ana kadar ayak sürümüştür.
İş artık sıcak çatışma noktasına gelince AKP İktidarı "müzakere masası"nı kabul etmiştir ki, bu PKK'nin lideri Öcalan'ın 1993'lerden beri ifade ettiği bir taleptir.
2013'te de "müzakere masası" için her şey olgunlaşmıştı, ama AKP bundan kaçındı.
2014 Ağustos'u da, 2014 Kasım'ı da masanın kıyısına kadar gelindiği, ancak AKP'nin yanaşmadığı bir olguydu.
O zaman şunu sormak gerekiyor; neden şimdi?
Elbette bu sorunun ilk yanıtı seçimlere üç ay kala tekrar çatışma ortamına gelmiş durumu son anda önleme çabasıdır.
Bu, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın ifadesiyle AKP'nin bugüne dek yaptığı hayali "barış tacirliği"nin duvara dayandığı noktadır.
Yoksa kesin olan bir gerçek şu ki, AKP iktidarının bugüne kadarki performansı hiç de "barış yanlısı" olmamıştır.
Zaman zaman aklına gelen "çözüm süreci" de aslında "PKK'yı çözme" projesidir.
Her fırsatta bu projeyi uygulamaya koydu AKP İktidarı.
Rojava'ya karşı takınılan tutumda da, Kobane'ye güdülen düşmanlıkta da bu projenin bir türlü hayata geçirilememesinin yarattığı yenilmişlik duygusu vardı.
Ama neredeyse hiç tartışılmayan ikinci bir boyutu var ki, bu durum 7 Haziran seçimlerine dönük amacı çok aşan bir realitedir.
Süreçte gelinen aşama bir "müzakere"ye dönüştürülemeseydi Türkiye kendini yeniden başlayacak bir çatışmanın içinde bulacaktı.
Dağlarda ölen Kürt gençleri, "bayrağa sarılı asker cenazeleri", Kürtlerin yoğun yaşadığı kentlerde, ilçelerde, hatta metropollerin varoşlarında, dahası da Avrupa'nın çeşitli kentlerinde başlayan Türkiye karşıtı gösteriler...
Ortadoğu'da İslamcı çete DAİŞ'e karşı zafer kazanan...
Kobane'yi savunan, Mahmur'u kurtaran, Şengal'de Peşmerge'nin kaçmasından doğan boşluğu doldurarak Ezidileri kurtaran...
Şu anda Batı tarafından "Ortadoğu'nun en savaşkan seküler gücü" görünenlerle savaşan, hatta "DAİŞ destekçisi" olarak damgalanan Türkiye'nin uluslararası arenadaki görüntüsü daha da bozulacaktı.
Dahası da var...
DAİŞ'e karşı uluslararası koalisyon yakında büyük bir savaşa hazırlanıyor.
Şu anda DAİŞ'in elindeki Tikrit'e karşı yürütülen operasyonun arkasında Musul var.
Türkiye'nin şu anda merkezi Irak hükümetine C 130 nakliye uçaklarıyla askeri yardım malzemesi gönderdiği gelen haberler arasında.
ABD, direkt Irak Kürtlerine silah yardımında bulunduğunu açıkladı.
Önümüzdeki süreçte Musul'a başlatılan harekat aynı zamanda Rojava'nın iki kantonu Kobane ve Cizire'nin birleştirilmesi için Tel Abyat'taki DAİŞ çetelerine yönelecek.
Bu arada Kobane'nin batıdan Afrin'e biraz daha yakınlaştırılması için Carablus'a doğru bir harekat olacak.
Bunun arkasında da uluslararası koalisyonun gözünü diktiği DAİŞ'in kalbi Rakka var...
Zaten herkesin sorduğu "Türkiye neden şimdi Süleyman Şah Türbesi operasyonunu yaptı?" sorusunun bir yanıtı da burada.
Çünkü Carablus'tan Rakka'ya giden yol üzerinde kalıyordu türbe.
Bu kadar farklı güçlerin çatışma alanında kalacak türbeyi de Türkiye'nin koruması neredeyse imkansızdı.
Elbetteki bu kadar kapsamlı bir harekatta kara gücü olarak en aktif unsur Kürtler olacak.
Kürtler içersinde de en savaşkan yapı PKK-YPG güçleri.
Diyelim ki Türkiye'de PKK ile çatışma sürüyor...
Uluslararası Koalisyon DAİŞ'e karşı Irak'ta ve Suriye'de büyük bir operasyona başlamış.
Elbette ki bu operasyonun en önemli kara güçlerinden biri de özellikle kendi bölgelerinde ve "mücavir alanlarda" PKK-PYD olacak.
Hatta bu operasyonun neredeyse her adımında yeni bir "Irak-Suriye masası" kurulacak.
Örneğin bu masada Kerkük'ün Kürtlerde mi, Irak merkezi hükümetinde mi kalacağı da tartışılacak... Rojava kantonlarının geleceği de...
İşte meselenin uluslararası kilidi burada.
Türkiye'de PKK ile çatışan AKP İktidarının, DAİŞ'e karşı uluslararası güçlerin Kürtlerle "stratejik ortaklık" yaptığı platformda yer alması mümkün değil.
Böyle bir süreçte kaçınılmaz olarak Türkiye, DAİŞ'in yanında konumlanır; vekaleten ya da asaleten...
İşte, Dolmabahçe'deki Başbakanlık Ofisi'nde yapılan ortak açıklamanın arkasında en görünür unsur, yakın zamanda AKP İktidarı ile "Kürt Özgürlük Hareketi"nin kuracağı "müzakere masası"dır.
Eğer bu masa kurulmayıp çatışmalı süreç başlasaydı, Türkiye, Suriye ve Irak'ta uluslararası koalisyonun başlatacağı harekatın içinde değil karşısında, dolayısıyla DAİŞ'in yanında konumlanacaktı.
Bu yüzden de bölgede her yeni aşamada kurulacak "masa"ya da oturamayacak, sınırlarının hemen ötesinin şekillenmesinde hiçbir söz hakkı olmayacaktı.
Yani Türkiye'nin bundan sonra Ortadoğu'daki varlığı, hatta uluslararası arenada soyutlanmadan var olabilmesi için 10 maddelik çerçevesi olan "müzakere masası"nın önemi büyük.
Eğer AKP İktidarı Türkiye'de "Kürt Özgürlük Hareketi" ile masaya oturamazsa, Ortadoğu'da DAİŞ geriletildikçe her aşamada yeniden kurulacak masada da yer alması olanaksız.
Sonuç olarak, özellikle Kobane, Mahmur, Şengal sonrası, Türkiye'nin Kürt sorununu yalnız iç politika açısından bakarak çözmek olanaksızdır.
Artık bölgede "Kürt sorunu" Türkiye'nin de sınırlarını aşan, hatta Ortadoğu'nun ötesine de geçen bir yapıya bürünmüştür.
İşte AKP'nin oturmak zorunda kalacağı "müzakere masası" 7 Haziran seçimlerini de fazlasıyla aşan bir boyuttadır.
Bugüne kadar sorunu kavrayamayan ya da "üç beş Eşkıya" sananların düştükleri durumdan keşke AKP iktidarı ders alsa da sonra "Mesele 'üç beş eşkiya' değil. Sen hala anlamadın mı!" demek zorunda kalmasak.