4 Aralık 1945'teki siyasal iktidar Tan Gazetesi'ni yağmalattı, 3 Aralık 1992'deki Özgür Gündem (Ülke)'i bombalattı, 14 Aralık 2014'teki Zaman'a operasyon yaptı. Bugün karşımızdaki siyasal iktidarın 'basın özgürlüğü' anlayışı geçmiştekilerden farkı olarak; yağmalatmadan, bombalatmadan; ele geçirmek, teslim almak, kendi silahına dönüştürmek üzerine kurulu. Ama istediğini elde edemezse tekrar başa dönmek de var 'fıtrat'ta.
Sirkeci'deki matbaaya gelen bir arkadaşı, İstanbul Üniversitesi'nde bir grup "sağ cephe"ye mensup gencin Tan Gazetesi aleyhinde gösteri yapmak üzere hazırlandığını söyler. İstanbul Valisi Lütfi Kırdar arkadaşıdır. Açar telefonu Tan'ın Başyazarı Zekeriya Sertel, gerekli önlemleri almasını ister. Vali Kırdar'ın yanıtı nettir:
"Merak etme, tedbirimizi aldık."
Tarih, 3 Aralık 1945.
İkinci Dünya Savaşı sona ermiş, faşist cephe yenilmiş, yeni bir dünya düzeni kuruluyor. Legale çıkmaya hazırlanan Türkiye Komünist Partisi; bağımsızlık, özgürlük, demokrasi, toprak reformu, eşit yurttaşlık taleplerini yükseltmiş. Tek parti diktatörlüğü, Tan Gazetesi'nin yayınlarından rahatsızdı. Çünkü TKP politikalarının etkinleşmesinde, parti üyesi Sabiha Sertel ile "sol demokrat" eşi Zekeriya Sertel'in yönetimindeki Tan Gazetesi'nin önemli bir rolü vardı. Tan Matbaasında da dönemin ilerici yayınları basılıyordu.
Ertesi gün bir üniversite öğrencisi telefon açar Zekeriya Sertel'e, "Bunlar fena geliyorlar" diye. Tekrar arar Vali Kırdar'ı:
"Bunların niyetleri kötü, fena geliyorlarmış. Gerekli tedbirleri aldınız mı?"
"Biliyorum" der Vali, "Tedbir aldık. Sen merak etme, hiçbir şey olmayacak."
"4 Aralık 1945 gününün sabahı üniversiteli faşist gençler ellerinde önceden hazırladıkları baltalar, balyozlar ve kırmızı mürekkep şişeleriyle matbaaya saldırdılar. Orada bekleyen polisler olup bitene seyirci kaldılar. Görevlerini yapmaya kalkmadılar. Göstericiler, baltalarla matbaa kapısını kırıp içeri girdiler. Makinaları balyozlarla kırdılar. Binanın camlarını indirdiler. İçindeki eşyayı kırıp döktüler.
Sonra ellerinde kırmızı boşa şişeleriyle 'Serteller nerede?' naralarıyla bizleri aramaya koyuldular. Amaçları, bizi çırılçıplak soyup üzerimize kırmızı boya dökmek ve sonra önlerine katıp sokaklarda 'işte kızıllar', diye sergilemekti. Bütün bunlar polisin gözü önünde oluyordu. Göstericiler bizi bulamayınca vahşi naralarla yollara düştüler.(...)
"Hükümet olaydan önce olduğu gibi, olaydan sonra da bu cinayeti işleyenlere karşı hiç bir harekette bulunmadı. Güpegündüz bir matbaayı yıkan bu faşist gençlerden hiç kimse tutuklanıp mahkemeye verilmedi. Bu işin İnönü'nün bilgisi dahilinde, Saraçoğlu'nun verdiği emirle polis tarafından tertiplenip yürütüldüğüne hiç şüphe yoktu. Gösteri yapan ve matbaaya saldıran gençler arasında bir çok sivil polis vardı. Saldırıyı asıl bunar yönlendiriyordu...
"Kanun adına, hükümet adına, memleket adına yüz kızartıcı bir rezalet sayılabilecek olan bu 4 Aralık olayının sonunda kim tutuklandı, bilir misiniz? Biz. Yani ben, eşim Sabiha Sertel ve Cami Baykurt. Bu olayın sorumlusu ve suçlusu olarak biz hapse atıldık ve biz mahkemeye verildik. Yargıçlar bizim haklı olduğumuzu biliyor ve anlıyorlardı. Fakat Ankara'nın emrine uyarak bizi mahkum ettiler. Bereket versin Yargıtay bu kararı bozdu ve üç ay hapisten sonra tekrar özgürlüğümüze kavuştuk.
"Kavuştuk mu? Hayır. Artık Tan Gazetesi'ni yeniden çıkarmak olanağı kalmamıştı. Kırk yıllık çalışma hayatımın meyvesi enkaz altında yatıyordu. Evimiz polisle çevrilmişti. Arkamıza polis takılmıştı. Mahkemeden ve hapisten kurtulmuştuk ama bu kez daha geniş bir hapishaneye düşmüştük." (Hatırladıklarım / Zekeriya Sertel)
Tam Babıali Yokuşu'nun başında, tam da Tan Gazetesi ve Matbaasının basıldığı basıldığı yerdeydik. Mikrofonda Gündüz Vassaf vardı. Dayısı Zekeriya Sertel'in yazılarından, röportajlarından alıntılarla başlamıştı konuşmaya.
Tarih Vakfı'nın eski başkanı Halim Bulutoğlu'nun toplatı başlarken yaptığı sunuşta söylediği gibi "zor bir konu seçmişti" Vassaf.
"Tan Gazetesi, Serteller, Türk Solu'nun Aldanış ve Aldatılışları."
Toplantı, bu ayın başında kurulan Tan Evi Kültür Avlusu'ndaydı. İstanbul'un bu yeni kültür merkezi; Sirkeci'den Cağaloğlu'na çıkan Ankara Caddesi'nin başında, yıkılan Tan Matbaasının yerine inşa edilen Halil Lütfi Dördüncü İşhanı'nın orta avlulu bodrum katındaydı. Hana adını veren Halil Lütfi Dördüncü de Tan Gazetesi basıldığında Serteller'in ortağı...
Han yönetimiyle Tarih Vakfı, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Yayıncılar Birliği, Türkiye Küçük Oteller Derneği işbirliği ile basın yayın ve Sirkeci semt tarihine odaklanmış etkinliklerin gerçekleştirileceği Tan Evi'nde Vassaf'ın söyleşisine uygun bir de sergi vardı:
"Yokuşun Başı: Demokrasi Mücadelesinde Tan Gazetesi (1935-1945)"
Küratörlüğünü Gökhan Akçura'nın yaptığı sergi Türkiye tarihinde yer alan kara lekelerden birini bütün bilgi, belge, gazete sayfaları ve fotoğraflarla ortaya koyuyordu. Vassaf, yaklaşık 70 yıl önce yaşanan karanlık günleri bu serginin atmosferinde, dayısı Zekeriya Sertel'in yazılarından, röportajlarından alıntılarla anlattığı anda bile Türkiye'nin demokrasi tarihine yeni kara lekeler sürülüyordu; Zaman Gazetesi basılmış, Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı gözaltına alınmış, günlerce sorgulanmasını beklemişti emniyetin, adaletin nezaretinde. İnsanlar Çağlayan Adliyesi'nin, Vatan'daki Emniyet Müdürlüğü'nün önünde soğuğa, yağmura karşın günlerdir protestolarını sürdürüyorlardı; ellerinde ve dillerinde "Özgür Basın Susturulamaz" sloganlarıyla.
Yaşanılarak görüldüğü üzere 1945 yılının Aralık ayı ile 2014'ün Aralık ayı arasında "basın özgürlüğü", "ifade özgürlüğü" ve esas anlamı itibarıyla "halkın haber alma hakkı" açısından sonuç itibariyle 70 yıllık süreçte pek değişen bir şey olmamıştı, sadece yöntem değişmişti.
Elbette gazetecileri, yazarları en ağır hapis cezalarına mahkum etmek, yıllarca hapis yatırmak, hatta "faili malum" cinayetlerle ortadan kaldırmak; gazeteleri, dergileri, kitapları toplamak, yasaklamak, sansürlemek Osmanlı'dan Cumhuriyet'e taşınan bir "devlet olma fıtratı"ydı bu coğrafyada.
Muhalif basına yönelik, her döneme uygun simgesel bir davranışı vardı bu ülkeyi yönetenlerin. 1946'nın Aralık ayındaki, Tan Gazetesi'nin basılması, yağmalanmasıydı.
Gelelim 1994'ün Aralık ayına...
Kürt savaşının giderek şiddetlendiği, devletin zaten çoktan başvurmaya başladığı "rutin dışı" yöntemleri giderek yoğunlaştırdığı 1994 yılının 3 Aralık gününde Türkiye, Özgür Gündem (Ülke) Gazetesi merkezinin ve bazı bürolarının "eş zamanlı" bombalanmasıyla sarsıldı.
Patlamanın şiddetiyle harabeye dönüşen gazetenin Kadırga'daki merkez binasında bir kişi ölmüş, onlarca gazeteci ölümün kıyısından dönmüştü. Türkiye'nin Kürtlerine karşı bir "savaş hükümeti"ne dönüşen siyasi iktidarın Başbakanı Çiller değil sözlü, artık yazılı emirlerle uygulamaya koymuştu neredeyse suikastleri, bombalamaları. Tam bir çılgınlık haliydi.
Zaten gazete bombalanıp Kürt özgürlük hareketi çizgisinde yayın yapan gazetedeki çalışanlar toplu olarak katledilmek girişiminde bulunmadan önce 70'den fazla gazetecisi yazarı, çalışanı öldürülmüştü.
Hatta, Özgür Gündem (Ülke) 3 Aralık 1994'te bombalanmadan tam bir yıl önce, Dünya İnsan Hakları Günü'nde, yani 10 Aralık'ta basılmış, gözaltına alınan 100'e yakın çalışanı günlerce işkenceye maruz kalmıştı.
Bir bombayla gazeteyi havaya uçurarak, bir türlü susturamadıkları Özgür Gündem (Ülke)'i tümüyle ortadan kaldırmayı hedeflemişti siyasal iktidar. Çünkü o zamana dek gazeteyi susturmak için önce sansür devreye sokulmuş, gazeteler yasaklanmış, bu gazetede çalışanlar, yazanlar, hatta okuyucuları binlerce yıllık ağır hapis cezalarına, astronomik para cezalarına çarptırılmıştı. Bu da yetmeyince gazetenin muhabirleri, hatta çocuk denecek yaştaki dağıtıcıları ortadan kaldırılmıştı.
İşte bütün bunlar da yetmeyince gazetenin binasını direkt olarak ortadan kaldırmayı uygulamaya sokmuştu devlet.
Yine bir Aralık ayıydı.
1945'in Aralık'ında bir gazetenin yağmalanması 1994 Aralık'ında bir gazetenin bombalanmasından geldik 2014'ün Aralık ayına...
Yıllar geçiyor, bir yüzyıl diğerine evriliyor, dünya "Soğuk Savaş"tan "Küreselleşme"ye doğru evriliyor ancak bu coğrafyada 70 yıldır "muhalif basın"a yönelik "Aralık operasyonları" bitmiyordu. Ancak kabul etmek gerekir ki, uygulanan yöntemlerde "çağa uygun" değişiklikler olmuyor değil.
1940'ların yağmalamasından 1990'ların bombalanmasına evrilmişti süreç, şimdi ise yepyeni bir yöntemle karşı karşıyayız. Önce "kolay lokma" görünen, gazete ve televizyonlara sahip olan patronları kendi kontrolündeki TMSF'ye düşürüp bunları "devletleştirdi". Bir süre sonra da ihale verdiği kendine bağlı patronlara sattı.
Yani önceden siyasi iktidarlar gazete ve televizyon sahiplerine ihale verirdi. Artık yöntem değişti, ihale verdiği yandaş patronlara bir gazete ile bir de televizyon vermeye başladı.
Başka bir yöntem de kendisine yandaş olarak görmediği, yandaş olamayacağına inandığı ya da geçmişin intikamını almak istediği medya patronlarını amansız denetimlerden geçirerek, astronomik para cezaları keserek ellerindeki yayınları satmaya zorladı. Bu satılan gazete ve televizyonları da yandaş patronlara aldırdı. Bu süreç hala işliyor. Elde son kalan birkaç merkez medya grubu da "sat" baskısı altında. Yarın öbür gün yeni gazete ve televizyon satışlarına tanık olabiliriz.
Üçüncü yöntem de merkez medyada "devşirilmeye elverişli" patronları çeşitli yöntemlerle "yandaş" yapmak, hatta yönetimlerine "Alo adamım"larını sokmaktı. Bu yöntemin uygulanması da her geçen gün yaygınlaşarak sürüyor.
Şimdi geldik son yönteme...
Bütün bunlarla kontrol altına alınamayan, hala "muhalif basın" olarak kalmakta ısrar eden medyaya operasyon yapmak...
Bunun ilk örneğini içinde yaşadığımız bu Aralık ayında gördük.
Zaman Gazetesi ve Samanyolu TV basıldı, yöneticileri, yazarları gözaltına alındı, sorguya çekildi.
Hatta öyle vahim bir noktaya geldi ki bu süreç, bir haber, iki köşe yazısı, bir dizi senaryosundan "silahlı terör örgütü" çıkartmaya kalktılar. Bu yeni yöntemin uygulanması, bir dönem bu iktidara en yakın olan, hatta geçmişteki haksızlıklarda, hukuksuzluklarda suç ortaklığı yapan "Cemaat" çizgisindeki medyadan başladı.
Gidiş o ki 70 yıldır "basın özgürlüğü"nü hedef alan "Aralık fıtratı" önce suç ortağı, şimdi "muhalifi" olan gazetelerden başladı, önümüzdeki süreçte başından beri "muhalif basın" olan gazetelere, televizyonlara doğru yayılacak.
Elbette Tan Gazetesi ile Özgür Gündem'i, Zaman'ı aynı yere koymak mümkün değil. Ancak bu üç gazetenin de ortak özelliği, nedeni ne olursa olsun, hangi dönemden beri olursa olsun, operasyon yedikleri anda o günkü siyasal iktidara muhalif yayın çizgisinde olmak.
İçinde yaşadığımız bu Aralık ayı gelecek "aralık"ların habercisi.
Şu anda üç tip medya var.
Birincisi "satın alınmış medya".
İkincisi "teslim alınmış medya".
Üçüncüsü de "operasyon yapılmış medya".
Şimdi elimizde son kalan "başından beri muhalif medya". Onun başına ne çoraplar örüleceğini anlamak içinde yaşadığımız son 70 yılın Aralık'larına bakmak gerekiyor.
4 Aralık 1945'teki siyasal iktidar Tan Gazetesi'ni yağmalattı...
3 Aralık 1992'deki Özgür Gündem (Ülke)'i bombalattı...
14 Aralık 2014'teki Zaman'a operasyon yaptı...
Bugün karşımızdaki siyasal iktidar henüz muhalif basını yağmalatmadı, bombalatmadı.
Çünkü bugün iktidarı elinde bulunduranların kullandığı yöntem; var olan medyayı ele geçirmek, teslim almak, kendi silahına dönüştürmek üzerine kurulu. ama istediğini elde edemezse unutmayın ki bu ülkede siyasal iktidarlar muhalif kalan basını yağmalatacak, bombalatacak "fıtrat"a sahiptir.
Sonuç olarak, tüm dünyada İnsan Hakları Günü'nün, hatta haftasının kutlandığı aydır Aralık. ama böyle giderse sadece "17/25 Aralık Yavuz Hırsız Haftası" kutlanmayacak, aynı zamanda "Aralık Ayı Gazete Yağmalama, Bombalama, Basma Şenlikleri"nin yapıldığı "dünya lideri" ülke olacak Türkiye!