Resimler hiç kuşkusuz kendilerini anlatırlar ya da hiçbir şey anlatmazlar, kendi adlarına konuşurlar. Ama pek çok resmin ardında bir hikâye de yatar. Neden yapıldığının, nasıl yapıldığının ya da başından nelerin geçtiğinin hikâyesi.
Picasso'nun "Guernica"sı böyle resimlerden biri. İspanya İç Savaşı'nın en hararetli günlerinde yapılan "Guernica" gelmiş geçmiş en etkileyici savaş karşıtı tablolardan biridir. Cumhuriyetçi hükümet Picasso'dan 1937 Paris Dünya Fuarı için büyük bir tablo yapmasını ister. Picasso tablonun eskizleri üstünde çalışırken bir haber gelir: General Franco komutasındaki İspanyol milliyetçilerinin isteği üzerine Bask kasabası Guernica Nazi uçakları tarafından bombalanmıştır. Picasso, bu olay karşısında tasarladığı resimden vazgeçer, bir "Guernica" tablosu oluşturmaya koyulur.
Kocaman bir tablo: Kolları bacakları kopmuş ölü bir asker, bir atın altında kalmış; sağ elinde kırık bir kılıç, kılıcın ucunda bir çiçek. Kuyruğu yükselen alevleri ve dumanları andıran, gözlerini faltaşı gibi açmış bir boğa; boğanın altında, kucağında ölü çocuğu, gözü yaşlı bir ana… Şiddet ve kıyımın yol açtığı acının betimi. Kendi mitologyasını yaratan bir yapıt… Gerçeğin gerçeküstü yorumu…
"Guernica", belki de en çok konuşulan ve yazılan resimlerden biridir. Üstüne pek çok hikâye, pek çok anekdot bile geliştirilmiştir: II. Dünya Savaşı'ndaki Alman işgali sırasında Picasso Paris'tedir. "Guernica"nın bir fotoğrafını gören bir Alman subay, Picasso'ya, "Bunu siz mi yaptınız?" diye sorunca, Picasso, "Hayır, siz yaptınız!" yanıtını verir.
"Guernica" bugün Madrid'de, Reina Sofia Müzesi'nde özel bir bölümde.
"Guernica" politikse "Dünyanın Kökeni" de erotiktir. Courbet'nin yatakta bacaklarını açmış yatan bir kadının dişilik organıyla karnını yakından gösteren bu küçük tablosu bugün hâlâ süren ahlaksal tartışmalara yol açmıştır. 1866'da yapılmış bu yağlıboya resme bakarken utanan insanların sayısı bugün bile az değildir. Bir an için ahlakı bir yana bırakırsak, ressama poz veren modelin kim olduğu bile hâlâ tartışmalıdır. Pek çok sanat tarihçisi, modelin o sıralar İngiliz ressam Whistler'ın sevgilisi olan ve İrlandalı Jo diye bilinen Joanna Hiffernan olduğunda birleşmektedir. Dahası, bu resmin Courbet ile Whistler'ın arasını bozduğu da söylenir.
"Dünyanın Kökeni"nin kimlerin elinden geçtiği de başlı başına bir öyküdür. Resmi ilk sipariş eden, Osmanlı diplomatı Halil Şerif Paşa'dır. Halil Şerif Paşa Paris'e geldikten kısa bir süre sonra ünlü Fransız eleştirmen ve edebiyat tarihçisi Sainte-Beuve tarafından Courbet'yle tanıştırılır. Halil Şerif Paşa, Ingres'ın "Türk Hamamı" ve Courbet'nin "Uyuyanlar"ı gibi erotik resimlerden oluşan koleksiyonuna bir resim daha eklemek ister ve Courbet'ye "Dünyanın Kökeni"ni sipariş eder.
Halil Şerif Paşa parasını kumarda tüketince, koleksiyonu 1868'de satışa çıkarılır ve "Dünyanın Kökeni" antikacı Antoine de la Narde tarafından satın alınır. Tablo 1910'da Macar koleksiyoncu Baron Ferenc Hatvany tarafından alınarak Budapeşte'ye götürülür. II. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru tablo Sovyet birliklerinin eline geçerse de Hatvany tarafından para ödenerek geri alınır. Macaristan 1947'de Komünistler'in yönetimine geçmek üzereyken ülkeyi terk etmeye karar veren Hatvany'nin yanına tek bir sanat yapıtı almasına izin verilir; o da "Dünyanın Kökeni"ni alır yanına.
Tablo 1955'te düzenlenen bir müzayedede zamanın parasıyla 1.5 milyon franga satılır. "Dünyanın Kökeni"nin bu seferki sahibi, Freud'un çalışmalarının özgün yorumcusu olarak ün kazanmış Fransız psikanalist Jacques Lacan'dır.
Lacan 1981'de öldükten sonra, Fransa Ekonomi Bakanlığı ailenin veraset vergisi borcunu tablonun devlete aktarılması karşılığında siler. Böylece "Dünyanın Kökeni"nin Halil Şerif Paşa'dan Lacan'a uzanan yolculuğu Paris'te Orsay Müzesi'nde son bulur.
"Guernica" ve "Dünyanın Kökeni" neyse ki yıllardır müzelerde, halkın gözü önünde. Ama Rönesans ustası Leonardo da Vinci'nin "Salvator Mundi" tablosu esrarengiz bir biçimde kayıplara karıştı. Uzmanlar uzun yıllar süren ayrıntılı incelemelerden ve tartışmalardan sonra Leonardo'ya ait olduğu sonucuna varınca, "Salvator Mundi" 2017'de New York'ta düzenlenen bir müzayedede 450.3 milyon dolara satılmıştı. Tabloyu satın alan Suudi prensi Bedr bin Abdullah'ın müzayedeye Birleşik Arap Emirlikleri adına katıldığı ve "Salvator Mundi"nin Abu Dhabi'deki Louvre Müzesi'nde sergileneceği öne sürülmüştü. Oysa bugün tablonun Suudi veliaht prensi Muhammed bin Salman'ın elinde bulunduğu sanılıyor; kimilerine göre İsviçre'deki bir bankanın kasasında, kimilerine göre de Bin Salman'ın açık denizlerde gezinen lüks yatında… Sonuç olarak rekor fiyata satılan bu Rönesans başyapıtı ortada yok…
Pek çok alanda olduğu gibi parayı veren düdüğü çalıyor, ama bu durumda "çalınan" bir Leonardo tablosu…
Dünya sanatının üç önemli yapıtının kısa öyküleri böyle. Daha yüzlerce tablonun ardında ne öyküler yatıyordur. Ama bazı sanat koleksiyoncularının hikâyeleri de aldıkları yapıtların öykülerinden aşağı kalmaz. Bazen görkemli, bazen mutlu, bazen de acıklı hikâyeler. Bugün anlatacağım, acıklı bir öykü.
"Mavi Atlı" Kandinsky'nin 1910'da yaptığı "Murnau'da Kilise II" adlı tablosu bugünlerde Sotheby's'in Londra salonlarında satışa çıkarılıyor. "Murnau'da Kilise II", sanatçının tümüyle soyuta yöneldiği ilk yapıtlarından biri. Kandinsky, 1909'da, yedi yıldır birlikte yaşadığı Alman ressam Gabriele Münter ile Bavyera'nın güneyindeki Murnau kasabasında bir ev satın almış, üslubundaki salt soyutla sonuçlanacak gelişme süreci de bu yıllarda başlamıştı. Etkilendiği bütün öğeleri resimlerinde gittikçe daha çok birbirleriyle kaynaştırıyor, kompozisyonlarında konuyu bütünüyle yok etmeye yöneliyordu. Boyanın fiziksel niteliklerinden öte ne anlama geldiğini soruşturuyordu. Ona göre renk, çizgi ve biçim, tanınabilir nesnelere dönüşmekten kurtarılmalı, bir düşünceyi ya da bir duyguyu yansıtan görsel bir "dil" oluşturmalıydı. Resmi bir anlamda müziğin soyut "dil"i gibi düşünüyordu.
"Murnau'da Kilise II", yapıldıktan kısa bir süre sonra, Berlin'de büyük bir tekstil fabrikasının sahipleri Johanna Margarete Stern (1874-1944) ve Siegbert Samuel Stern (1864-1935) tarafından satın alınmış. 1920'ler Berlin'inin canlı kültürel ortamında yaşayan Stern'ler, çok yönlü beğenilerini yansıtan ve yüzden fazla resim ve desenden oluşan etkileyici bir sanat koleksiyonu oluşturmuşlar. Felemenkli Eski Ustalar'dan Renoir, Redon, Munch gibi ressamların çığır açıcı yapıtlarına uzanan bir koleksiyon.
Stern'ler 1920'ler Berlin'inin ışıltılı kültürel yaşamının ayrılmaz bir parçasıdırlar. Ama Siegbert'in ölümünün ardından Nazilerin iktidara gelmesiyle birlikte her şey değişir. Yahudi karşıtı baskıların hızla tırmanması üzerine Johanna Margarete ülkeden kaçmak zorunda kalır. Önce Güney Almanya üstünden İsviçre'ye, erkek kardeşinin yanına gider, oradan Hollanda'ya geçer. Bir süre sonra, oğlu Hans'ın yardımıyla, bazı eşyalarını ve sanat koleksiyonunu Hollanda'ya getirtmeyi başarır. 1941'de, Naziler Hollanda'yı işgal edince, Johanna Margarete rejim tarafından "vatansız" ilan edilir. Göçmen vizesi vaadi karşılığında Henri Fantin-Latour'un çok pahalı bir tablosunu Nazilerin kurduğu bir ajansa teslim eder. Ne var ki, o göçmen vizesi hiçbir zaman verilmez; Johanna Margarete'nin varlığını sürdürebilmesi için aile koleksiyonundaki yapıtların birçoğunu satmaktan başka çaresi kalmaz. 1942 yılını Amsterdam yakınlarındaki bir evde gizlenerek geçirir. En sonunda yakalanıp Auschwitz toplama kampına gönderilir, 1944 Mayısında orada öldürülür.
Şimdi o muhteşem koleksiyonun bir parçası olan Kandinsky tablosu satışa çıkarılıyor. Bakalım, "Murnau'da Kilise II"nin yolculuğu hangi koleksiyonda son bulacak! Son zamanların satışlarına bakılırsa, belki bir Katarlının, belki bir Suudi'nin koleksiyonunda… Soyut sanatın ilk başyapıtlarından biri olan bu tablo belki de Leonardo'nun "Salvator Mundi"si gibi ortadan kaybolacak, bir daha haber alınamayacak ondan… Naziler tarafından Auschwitz'e götürüldükten sonra bir daha haber alınamayan Johanna Margarete Stern gibi…
Celal Üster kimdir? Celal Üster, İngiliz Erkek Lisesi ve Robert Academy'yi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde öğrenim gördü. 1983'te George Thomson'ın Tarihöncesi Ege adlı yapıtının çevirisiyle Yazko Çeviri dergisinin Azra Erhat Çeviri Ödülü'ne değer görüldü. Aralarında Yeni Dergi, Aries, Sözcükler ve Notos'un da bulunduğu birçok dergide çevirileri yayımlandı. Belgelerle Türk Eczacılığı, National Geographic Fotoğraflarıyla İstanbul, Metropolis: Ana Tanrıça Kenti, Unforgettable/Unutulmaz Dizisi, Ortak Kültürel Miras: Birlik İçinde Çokluk gibi kitapları yayına hazırladı. Uzun yıllar Cumhuriyet Gazetesi Kültür Editörlüğü'nü, ilk yayımlandığı yıllarda Cumhuriyet Kitap'ın, 1996-2005 arasında P Dünya Sanatı Dergisi'nin, 2003-2008 arasında Can Yayınları'nın yayın yönetmenliğini üstlendi. “Yeryüzü Kitaplığı” yazılarını Radikal Kitap'tan sonra Cumhuriyet Kitap'ta sürdürdü. Robert Louis Stevenson, H. G. Wells, Jaroslav Hašek, James Joyce, Liam O'Flaherty, George Orwell, Juan Rulfo, Iris Murdoch, Roald Dahl, Jorge Luis Borges, John Berger gibi yazarların yapıtlarının yanı sıra Marx ve Engels'in Komünist Manifesto'su ve Lenin'in Devlet ve Devrim'i gibi Marksist klasikleri dilimize kazandırdı. Ünlü yazarlardan özlü sözleri Sözün Özü, eski ozanlardan aşk şiirlerini Aşk Olsun! adlı kitaplarda bir araya getirdi. İngiliz ve Amerikan Edebiyatında Kısa Öykünün Büyük Ustaları adlı bir antoloji hazırladı. Körün Taşı ve Bir 'Çevirgen'in Notları adlı kitapları yayımlandı. |