Furuğ Ferruhzad'ın şiiriyle ilk kez 1989'da Onat Kutlar ile Celal Hosrovşahi'nin ortaklaşa çevirisi Sonsuz Günbatımı'yla (Ada Yayınları) tanışmıştım; talihim yaver gitmiş, bir akşam sofrasında Hosrovşahi'nin Farsça okuduğu birkaç Furuğ şiirini dinlemiştim. Birkaç yıl sonra Hosrovşahi'nin Furuğ'un Öyküsü (Can Yayınları) adlı kitabı yayımlanmış, o benzersiz kitapta Furuğ'u çok daha "içeriden" tanıma olanağı bulmuştum —şimdilerde neden yeniden yayımlanmaz, bilmem.
Can Yayınları'nın başında bulunduğum sıralar Makbule Aras Eyvazi'yle tanıştım. Asuman Susam ve Melike Koçak'la birlikte hazırladığı 99 Beyit: Divan Şiirinden Beyitler ve Çözümlemeler adlı kitabı yayımlamıştık. O kitap Divan Şiiri'ne kalıplaşmış bakışın dışında, okullarda genellikle öğretilenden özgürleşmeyi seçen, bağımsız bir okuma eylemiydi. Ardından, Makbule Aras Eyvazi'den Furuğ Ferruhzad'ın şiirlerinden bir seçki geldİ: Yeryüzü Âyetleri. "o günler geçip gitti / o günler, kirpiklerimin arasından…" hiç unutmadığım iki dizedir. Bu seçki giderek Furuğ'un sanırım tüm şiirlerini kapsayan Rüzgâr Bizi Götürecek'e (YKY) erişti. Makbule Aras bununla da kalmadı, Furuğ üstüne bir roman yazdı: Başa Dönemeyiz (YKY). Furuğ'un hayatından yola çıkan ve hayatındaki dört erkeğin sesinden dinlediğimiz bir Furuğ…
Geçen Eylülde İran İslam Cumhuriyeti'nde yirmi iki yaşındaki Mahsa Âmini'nin "hicâb"ını, başörtüsünü "kurallara uygun" biçimde örtmediği gerekçesiyle gözaltına alınıp öldürülmesinin ardından ülkenin dört bir yöresine yayılan protesto eylemleri sırasında güvenlik güçlerinin en küçük bir "hicâb" duymadan beş yüze yakın insanı öldürmesini, binlerce kişiyi gözaltına almasını, İran yönetiminin Instagram'a ve WhatsApp'a İnternet erişimini engellemesine karşın izlemeye çalışırken, ister istemez, kısacık hayatını ülkesindeki ataerkilliğe direnmeye, baş eğmemeye adamış olan Furuğ ve şiirleri düştü aklıma. Rüzgâr Bizi Götürecek'i yeniden okumaya başladım. Derken, çevirmeni Makbul Aras'ı aradım ve bir araya geldik. Furuğ'u en iyi ondan dinleyebilirdim.
Furuğ'a ve şiirlerine nasıl yönelmişti? Furuğ'u ona çeken neydi?
"Pek çok şey, ama zaman geçtikçe daha iyi tahlil edebildiğim kadarıyla diyebilirim ki en başta toplumsal normlar, kurallar, kabullerle hep derdinin olmasıydı, bunlarla mücadele etmesi ve bu mücadelenin hep hayranlık uyandıracak kadar cesurca olmasıydı. Bir uyumsuzdu Furuğ ve bu uyumsuzluğun yarattığı sancıyı şiirle sağaltmayı seçmiş, şiirle kendini inşa etmişti," diye başladı anlatmaya.
Peki, Furuğ'la arasında nasıl bir yakınlık kurmuştu?
"İçinde yaşadığım toplumla hayatımın her döneminde çatışma içinde oldum, Furuğ'un yaşadığı çatışmalara benzer çatışmalardı bunlar ama benim isyanımın sesi onunki kadar gür değildi, belki isyan etme biçimimizde ayrılıklar vardı, ama temel dertlerimiz çok benzerdi. Furuğ'un şiiri kendini ele vermek konusunda da çok cesur bir şiirdir ve onu benim gözümde saygın yapan da yaşadığı gibi yazması, düşündüğünü haykırması, yani maskesiz olmasıydı."
Furuğ'un yalnızca ülkesi İran'da değil, Türkiye'de de sevilmesinin temelinde yatan neydi? Yalnızca İran edebiyatına çağ atlatan şiirleri mi? Yoksa bu sevgi ve ilgide onun baskılar altında geçen hayatının, tutucu bir toplumun erkek egemen değerlerine başkaldırısının da payı büyük müydü?
"Furuğ'un bunca büyük bir ilgi görmesinde ve sevilmesinde şiiri kadar ataerkil toplum yapısıyla mücadelesinin elbette büyük payı var. Ancak bu mücadelede altını çizmek istediğim önemli bir nokta var, o da Furuğ'un kendine özgü bir mücadele tarzı yaratmış olması. Hiçbir -izmin, hiçbir siyasi yapının parçası olmadan kadının, içinde yaşadığı toplumda birey olma hakkını savunmuştur. Mücadelesini politik bir zeminde yapmamış olması, hiçbir yere sırtını dayamamış olması bana göre onun mücadelesini daha özel kılan noktadır. Bu mücadele yıkımı, bunalımı, kayıpları getirdiği gibi onu bir sembole dönüştürecek görkemli başarıları da beraberinde getirmiştir."
Furuğ'un İran şiirinde belki de ilk kez "kadın bakışıyla bir erkek sevgili imgesi" oluşturmaya yönelmesinin, özgürleşme çabasının sahiciliği neredeydi? Makbule Aras, beni hemen düzelterek başlıyor söze…
"'Kadın bakışıyla erotik bir sevgili imgesi' demek daha doğru olacak. Buradaki sahicilik kendini ateşe atma cesareti göstermesinde. On sekiz yaşındaki bir genç kadının, parmağında alyansla bir derginin yazı işleri müdürünün odasına dalıp "Günah işledim, hazla dolu bir günah" diye haykıran bir şiiri masaya koyması devrim değildir de nedir? Furuğ, toplumsal bakışın en katı olduğu yerden zinciri kırma hamlesi yapmıştır. Kadının tabu haline gelmiş cinsel kimliğine dair algıyı paramparça etmiştir."
Sözünü ettiğin algı bugün de pek çok ülkede yaşanmıyor mu?
"Evet, bırakın 1950'leri bugünün dünyasının bile kolay hazmedebileceği bir davranış değildir bu. Ailesini, arkadaşlarını, basını, sanat dünyasını, din kurumlarını hepsini karşısına alır Furuğ bu şiirle, akıl almaz baskılara maruz kalır. Bunu henüz on sekizinde göze almak ancak devrimci bir ruhun yapacağı iştir. Bu şiir kesinlikle bir milattır, hem Furuğ için, hem de İran şiiri için. Şiirin başlığının dini bir terminolojiden seçilmiş olması da ayrıca çarpıcıdır: 'Günah'. Kadını, bedeni üzerinden tanımlayan ve sınırlarını çizen her yapıya savaş açmaktır bu. Furuğ, dini-toplumsal bütün sınırlamalara meydan okuyarak kadının, bedeni üzerindeki tek söz hakkının yalnız kendisinde olduğunu göstermeye çalışır. Önce kadının bedenini toplumsal işgalden kurtarır, sonra da diğer özgürleşme hareketlerine girişir."
Furuğ'un hayatı boyunca yalnızca birey olmanın karşısına dikilen her türlü yasağın, dayatmanın karşısında olması değil, kadının, İran kadınının özgürleşmesi için de uğraş vermesi, son aylarda İran'da yükselen kadın hareketini akla getiriyor. Furuğ'un hayatı ve şiiri ile bu son başkaldırı arasında köklü bir bağlantı yok mu?
"Bugünün İran'ında verilen mücadelede de bedenin merkezde olması, bedene dair hak taleplerinin özgürlük talebinin belirleyicisi olması, Furuğ'un kendi özgürlüğünü inşa ederken 'Günah' şiirini seçmesinin ne kadar isabetli olduğunu gösteriyor. Toplumları tanımlamada kadının o toplumdaki konumu en belirleyici noktalardan biri. Kadının tanımlanan, belirlenen, sınırlanan olduğu her toplumsal yapı sağlıksız bir sonuç doğurur. Bedenine dair tasarruf hakkı kendinde olmayan bir kadının özgür olduğunu söylemek mümkün müdür? Zihnen özgür olduğunu, düşüncelerinin özgür olduğunu söyleyebilir miyiz bu kadının? Furuğ yaşadığı zamandan başlamak üzere İran toplumunda kadının özgürleşmesinde çok etkili olmuş bir isimdir. Onun hem şiirleri hem yaşamıyla bayraklaştığını söylemek yanlış olmaz. Dolayısıyla bugünün İran'ındaki kadın hareketinde Furuğ'un ektiği tohumların kesinlikle büyük payı var. Bugünün kadınları, geçmişten bugüne verilen mücadelenin toprağında büyümüş aydın, cesur kadınlardır ve yaşadıkları coğrafyanın kaderini değiştireceklerdir. Bütün Orta Doğu ülkeleri için değişim ve özgürleşme kadınlar sayesinde mümkün olacak, buna inanıyorum."
1967'de daha otuz iki yaşında akla sığmaz bir araba kazası sonucunda hayatını kaybeden Furuğ'un "yine tarayabilecek miyim saçlarımı rüzgârda / yine menekşe dikebilecek miyim bahçelere" dizelerini, bugünlerde caddelerde, meydanlarda yürüyen kadınların söylediklerini duyar gibiyim.
Celal Üster kimdir? Celal Üster, İngiliz Erkek Lisesi ve Robert Academy'yi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde öğrenim gördü. 1983'te George Thomson'ın Tarihöncesi Ege adlı yapıtının çevirisiyle Yazko Çeviri dergisinin Azra Erhat Çeviri Ödülü'ne değer görüldü. Aralarında Yeni Dergi, Aries, Sözcükler ve Notos'un da bulunduğu birçok dergide çevirileri yayımlandı. Belgelerle Türk Eczacılığı, National Geographic Fotoğraflarıyla İstanbul, Metropolis: Ana Tanrıça Kenti, Unforgettable/Unutulmaz Dizisi, Ortak Kültürel Miras: Birlik İçinde Çokluk gibi kitapları yayına hazırladı. Uzun yıllar Cumhuriyet Gazetesi Kültür Editörlüğü'nü, ilk yayımlandığı yıllarda Cumhuriyet Kitap'ın, 1996-2005 arasında P Dünya Sanatı Dergisi'nin, 2003-2008 arasında Can Yayınları'nın yayın yönetmenliğini üstlendi. “Yeryüzü Kitaplığı” yazılarını Radikal Kitap'tan sonra Cumhuriyet Kitap'ta sürdürdü. Robert Louis Stevenson, H. G. Wells, Jaroslav Hašek, James Joyce, Liam O'Flaherty, George Orwell, Juan Rulfo, Iris Murdoch, Roald Dahl, Jorge Luis Borges, John Berger gibi yazarların yapıtlarının yanı sıra Marx ve Engels'in Komünist Manifesto'su ve Lenin'in Devlet ve Devrim'i gibi Marksist klasikleri dilimize kazandırdı. Ünlü yazarlardan özlü sözleri Sözün Özü, eski ozanlardan aşk şiirlerini Aşk Olsun! adlı kitaplarda bir araya getirdi. İngiliz ve Amerikan Edebiyatında Kısa Öykünün Büyük Ustaları adlı bir antoloji hazırladı. Körün Taşı ve Bir 'Çevirgen'in Notları adlı kitapları yayımlandı. |