Bazı filmlerin unutulmaz sahneleri vardır, insanın belleğine kazınan sahneler. Macar yönetmen Zoltán Fabri'nin 1963'te çektiği Cehennemde İki Devre adlı filmin son sahnesi de benim için bunlardan biridir.
1942 baharıdır. Bir toplama kampının başındaki Nazi subayları Hitler'in doğumgününde bir futbol maçı düzenlerler. Alman oyuncular ile Macar tutuklular arasında bir maç. Subaylar kampta bulunan ünlü Macar futbolcu Ónódi'ye bir takım kurmasını emrederler. Ónódy kabul eder, ama karşılığında kendilerine daha fazla yiyecek, antrenman yapabilecekleri bir futbol topu verilmesini ve maça kadar angaryaya koşulmamalarını ister.
Almanlar bu istekleri kabul ederler, ama Ónódi'ye takıma Yahudi oyuncu almamasını tembihlerler. Ne var ki, Ónódi kendi amele taburundan futbol oynayabilen yalnızca sekiz kişi bulabilir ve öteki amele taburundan üç takviye alır. Bunlardan biri de Steiner'dir. Steiner hem Yahudidir, hem de futbol oynamayı bilmemektedir. Ölmekten korktuğu için Ónódi'ye yalan söylemiştir.
Futbolcular idman sırasında başlarında bekleyen Macar muhafızları oyuna getirip kaçmaya kalkışırlarsa da çok geçmeden yakalanırlar ve kendilerine büyük olasılıkla idam cezasına çarptırılacakları söylenir. Ama kamptaki Macar subay oyunculara her şeye karşın maçı oynamalarını emreder. Ónódi ve takımı maça cesareti kırılmış olarak çıkar ve Almanlardan üç kolay gol yer. Sonradan bir gol atarlar ve ilk devre 3-1 biter.
Devre arasında Macar komutan oyunculara eğer maçı kaybederlerse idam edilmeyebileceklerini söyler. Ama ikinci devre başlar başlamaz arka arkaya üç gol atarlar ve 4-3 öne geçerler. Ortalık tutukluların tezahüratından yıkılmaktadır. İşte tam o sırada sahanın çevresindeki mitralyözler Macar futbolcuları tarar. O gürültünün ardından ortalığı korkunç bir sessizlik kaplar… İşte benim aklımdan çıkmayan o sahnedir...
Hatırımdan çıkmayan sahnelerden biri de Abidin Dino'nun görsel duyarlığının inanılmaz bir yansıması olan Gol! filmindendir. İngiltere'de düzenlenen 1966 Dünya Kupası'nın o olağanüstü belgeselindeki Brezilya-Bulgaristan maçından. Liverpool'daki maçta, Bulgarların savunma oyuncuları Goodison Park'a ne yapıp edip Pelé'yi oynatmamak için çıkmışlardır. Futbolun zarafetine karşı futbolun yabanıllığı. Top Pelé'ye geldiğinde, hatta daha gelmeden onu yere indiriyorlardı. Bir süre sonra Pelé artık sakatlanıp saha kenarına taşınmaya başlamıştı. Ama her seferinde tedavi edilip yeniden oyuna giriyordu.
Burada da Dino'nun dehası giriyordu devreye. Pele oyundan çıktığında filmin ses efektleri kesiliyor, Pelé sahaya döndüğünde ses efektleri yeniden açılıyordu. Futbolun çirkinliğine karşı futbolun güzelliğinin bundan daha sanatsal bir savunması olamazdı. Sonunda Brezilya maçı Pelé ve Garrincha'nın birer frikik golüyle 2-0 kazanıyor, ama aslında kazanan futbol oluyordu.
Ne tuhaf bir rastlantı ki, Pelé, yıllar sonra, 1981'de Fabri'nin Cehennemde İki Devre'sinin bir John Huston uyarlaması olan Zafere Kaçış'ta Michael Caine, Max von Sydow, Sylvester Stallone gibi ünlü oyuncularla birlikte karşımıza çıkacaktı. Filmde Pelé'nin yanı sıra Bobby Moore, Osvaldo Ardiles, Paul Van Himst gibi ünlü futbolcular da rol alıyordu. Bu sefer maç bir Nazi toplama kampındaki tutsak Müttefik askerleriyle bir Alman takımı arasındaydı.
Bizler Katar'daki son Dünya Kupası'nı izlerken, Brezilya ulusal takımıyla üç Dünya Kupası kazanmış olan Pelé ölüm döşeğindeydi. Futboldan sonra hayata da veda ediyordu. Bütün dünya, Fenomen Ronaldo'yu ve Maradona'yı bile unutup, en büyük Cristiano Ronaldo mu, yoksa Lionel Messi mi diye tartışırken… O Rei (Kral), son Dünya Kupası'nı izleyemeden ve 2023'ü göremeden bu dünyadan göçüp gitti.
Futbol hayatı boyunca nerdeyse her maçta gol atan Pelé'nin en önemli özelliği, her iki ayağını da kullanabilmesi kadar, rakiplerinin sahada ne yapacağını önceden kestirebilmesiydi belki de. 1363 maçta 1279 gol atmak gibi bir mucize yaratmıştı, ama aynı zamanda akıl almaz bir oyun kurucuydu, verdiği gol pasları sayısızdı. Top sürme ve rakiplerini çalımla geçme becerilerileriyle seyirciyi cezbeye getirirdi. Golün futbolun orgazmı olduğu söylenir, ama kanımca Pelé maç boyunca topla sevişirken sürekli orgazm yaratan ender oyunculardan biriydi...
Futbolla ilgili hayalgücümüzde ne varsa hepsini sahaya döktü. Belki de en doğrusunu gelmiş geçmiş en büyük futbolculardan biri olan Ferenc Puskás söylemişti:
"Tarihteki en büyük oyuncu Di Stéfano'ydu. Ama Pelé'yi bir oyuncu olarak sınıflandırmayı reddediyorum. O bunun üstündeydi."
Elimin altından eksik etmediğim kitaplardan biri de Uruguaylı yazar ve gazeteci Eduardo Galeano'nun Gölgede ve Güneşte Futbol'udur (Can Yayınları). Latin Amerika'nın Kesik Damarları'nın, Kucaklaşmanın Kitabı'nın, Ateş Anıları'nın yazarı Galeano aynı zamanda kendini "iyi futbol dilencisi" olarak tanımlayan az bulunur bir futbol tutkunudur.
Galeano'nun Gölgede ve Güneşte Futbol'da Pelé için söyledikleri, "güzel"e yazılmış bir övgü gibidir:
"Onu maçta oynarken görmek her şeye değerdi doğrusu. Pelé koşmaya başladı mı, rakiplerinin arasından bir bıçak gibi sıyrılırdı. Durduğunda ise rakipleri kendisinin koşarken çizdiği zikzaklı labirentlerde kaybolup giderlerdi. Sıçradığında sanki görünmeyen bir merdivenle tırmanıyormuş gibi havaya yükselirdi. Serbest vuruş yaptığında da baraj kuran rakip oyuncular girecek golü kaçırmamak için yüzlerini kaleye doğru çevirirlerdi… Onu oynarken seyretme şansını elde eden bizler için en büyük kazanç, ölümsüzlüğün mevcut olduğunu görmek ve ölümsüzlük kadar muhteşem o anları yaşamak oldu…"
e-futbol, futbolu bir video oyununa dönüştüren bir buluş olarak ortaya çıkmıştı. Kısa zamanda büyük bir yaygınlık kazandı, milyonların çılgınca bir tutkuyla oynadığı bir oyun oldu çıktı. O kadar ki, sanal futbol gerçek futbolu taklit ederken sonunda gerçek futbol sanal futbolu taklit etmeye başladı. Nerdeyse mekanik bir hızla oynanan bir futbol belirdi sahalarda. Bir zamanlar ulusal karakterler taşıyan bir futbol vardı; bu ulusal özellikler kısa sürede yok oldu. Şimdilerde hemen hemen bütün ülkelerde aşağı yukarı birbirinin aynı olan, az çok birbirine benzeyen bir futbol oynanıyor. Üstelik bu futbolda bireysel beceriler giderek azalıyor. Güç ve hız, futbolu görsel bir şölene dönüştüren virtüözlüklerin yerini alıyor. Pelé'nin soyundan gelen Cristiano Ronaldo, Messi, Neymar, Mbappe gibi oyuncular da olmasa futbol seyredilmez olacak. Bir süre sonra Pelé'yi çok daha fazla özleyeceğiz galiba...
Celal Üster kimdir? Celal Üster, İngiliz Erkek Lisesi ve Robert Academy'yi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde öğrenim gördü. 1983'te George Thomson'ın Tarihöncesi Ege adlı yapıtının çevirisiyle Yazko Çeviri dergisinin Azra Erhat Çeviri Ödülü'ne değer görüldü. Aralarında Yeni Dergi, Aries, Sözcükler ve Notos'un da bulunduğu birçok dergide çevirileri yayımlandı. Belgelerle Türk Eczacılığı, National Geographic Fotoğraflarıyla İstanbul, Metropolis: Ana Tanrıça Kenti, Unforgettable/Unutulmaz Dizisi, Ortak Kültürel Miras: Birlik İçinde Çokluk gibi kitapları yayına hazırladı. Uzun yıllar Cumhuriyet Gazetesi Kültür Editörlüğü'nü, ilk yayımlandığı yıllarda Cumhuriyet Kitap'ın, 1996-2005 arasında P Dünya Sanatı Dergisi'nin, 2003-2008 arasında Can Yayınları'nın yayın yönetmenliğini üstlendi. "Yeryüzü Kitaplığı" yazılarını Radikal Kitap'tan sonra Cumhuriyet Kitap'ta sürdürdü. Robert Louis Stevenson, H. G. Wells, Jaroslav Hašek, James Joyce, Liam O'Flaherty, George Orwell, Juan Rulfo, Iris Murdoch, Roald Dahl, Jorge Luis Borges, John Berger gibi yazarların yapıtlarının yanı sıra Marx ve Engels'in Komünist Manifesto'su ve Lenin'in Devlet ve Devrim'i gibi Marksist klasikleri dilimize kazandırdı. Ünlü yazarlardan özlü sözleri Sözün Özü, eski ozanlardan aşk şiirlerini Aşk Olsun! adlı kitaplarda bir araya getirdi. İngiliz ve Amerikan Edebiyatında Kısa Öykünün Büyük Ustaları adlı bir antoloji hazırladı. Körün Taşı ve Bir 'Çevirgen'in Notları adlı kitapları yayımlandı. |