D_Masthead_970x250 'Suikast, sansürün en aşırı biçimi'
2022 yılı da sansürlerle, yasaklamalarla geçmiş. Sansürün "gayrimeşru çocuğu" otosansür de bunlara eşlik etmiş. Gerçi bütün bunlara yıllardır alıştık, ama Susma 24'ün 2022 raporunu okuyunca her şeye karşın şaşırmadan edemeyeceksiniz…

Geçenlerde Susma 24 Sansür ve Otosansüre Karşı Platform'un Ocak 2022-Aralık 2022 Raporu'nu okuyordum. "Yahu," dedim kendi kendime, "bu rapor elden geldiğince özetlenerek yayımlanmış olsa bile basılsa ortaya tuğla gibi bir kitap çıkar!" Sonra da bir duyan var mı diye iki yanıma bakıp mırıldandım: "O tuğla sansürcünün tepesine düşse kafasını yarar…"

Rapor'da, 2022'nin, kültür emekçileri, gazeteciler ile Susma Platformu'nun da çalışmalarının kesiştiği doğru bilgiye erişim hakkı dahil olmak üzere insan haklarını savunanlar için daha önceki seneleri aratmayacak ölçüde zorlu bir yıl olduğu belirtiliyor. Devlet yönetiminin, azınlıkların yanı sıra akademiye, muhalif medya kurumlarına/oluşumlarına ve insan hakları savunucularına dozu gitgide artan siyasal ve kültürel baskıyla şiddet uygulamayı sürdürdüğü ayrıntılı örneklerle belgeleniyor.

* * *

Yalnızca kendi hayatımla sınırlı olarak baktığımda bile, sansürlerle, yasaklamalarla geçmiş yıllar görüyorum. Can Yücel'in dediği gibi, "Türkiye'de en çok basılan kitap / Ne Yaşar / Ne Aziz / Ne Kur'ân-ı Kerim / Türkiye'de en çok basılan eser / Sansürdür, kardeşim, sansür!" İktidar ayırımı yapmaksızın, yıllardır kitapların toplatıldığı, filmlerin makaslandığı, oyunların yasaklandığı, yazılar ve karikatürler hakkında davaların açıldığı, iktidara kafa tutan yazarların hapse atıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Ama daha da kötüsü, Rapor'un başında da vurgulandığı gibi, bu durum birçoğumuz için ne yazık ki "kanıksanmış ve şaşırılmayacak" bir olgu olup çıktı. Bu baskı ortamını "olağan" ve "normal" olarak nitelendirebiliyoruz. O zaman da tepkimiz zayıflıyor, dahası tepkisiz kalıyoruz. Sansür ve yasaklamalar gündelik hayatımızda "vaka-i adiye"den sayılır oluyor, ama kitapları, oyunları, müzikleri yasaklananlar "vaka-i adliye" oluyorlar…

Ne ki, belki en kötüsü de, bu alışılmış korku ortamında "sansürün gayrimeşru çocuğu" otosansür devreye giriyor. İnsanlar zaman zaman ortaya atacakları düşüncelerin kıyısından dolanıyorlar, diyeceklerini dolaylı bir biçimde demeyi yeğliyorlar. Ama Şeytan Âyetleri'ni yazdığı için İranlı mollaların "katli vaciptir" deyip başına ödül koydukları Salman Rushdie'nin otosansüre yanaşmadığını anımsıyorum: "Otosansür kendinize yalan söylemektir. Eğer gerçekten sanat yapmak, edebi bir sanat yapıtı yaratmak istiyorsanız ve kendinizi denetlemeye, kendinize sansür koymaya karar veriyorsanız kendinizi aptal yerine koyuyorsunuz demektir; o zaman dilinizi tutun ve hiç sesinizi çıkarmayın daha iyi…"

* * *

Aslında iktidarların uyguladığı sansürü gerçekten de bir şiddet eylemi olarak görmeli. Yazan, çizen, eleştiren, düşüncelerini ve düşlerini dile getiren insanlara karşı devlet gücüyle bir şiddet kullanımı. Nitekim George Bernard Shaw, "Suikast, sansürün en aşırı biçimidir," derken, sansürdeki şiddet öğesini bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermiş. Osmanlı tarihinde de, Türkiye'nin uzak ve yakın tarihinde de suikastlerden geçilmez. Ama yazarlara, sanatçılara, karikatürcülere, gazetecilere müzisyenlere uygulanan sansür de bir tür "suikast" sayılmalı. Suikastlerde insanların canına kıyılır, sansürde de kitapların, filmlerin, oyunların, karikatürlerin…

* * *

Örneğin, Hrant Dink'in düşünce özgürlüğünden, hoşgörüden yana yazılarına, konuşmalarına, düşüncelerine engel olamayanlar sonunda onun canına kıyma yolunu seçtiler. Çok güçlü görünen bu şiddet eylemi aslında onların güçsüzlüğünün, umarsızlığının bir yansımasıydı. Bu suikastin ardındakiler bugün hâlâ gizlendikleri yerden başlarını çıkaramıyorlar. "İnsan" kılığına bürünmüş bu alıcı kuşlar onun canını aldılar. Oysa onun insancıllığı insan olan insanlarda çoğaldı. Aynı şey yıllardır sansürden geçirilen sözcükler için de geçerli. ABD'li şair ve düşünür Ralph Waldo Emerson'ın dediği gibi, "Yasaklanan ya da sansür edilen her sözcük yeryüzünün dört bir yanında yankılanır durur".

Hrant Dink'in de, onlarca aydının da öldürülmesine hiç alışamadım. Tıpkı kitapların, oyunların, düşüncelerin onca yıldır hemen her gün yasaklanmasına hiç alışamadığım gibi… Kanıksayıp alışamasam da şaşırmadan edemiyorum hâlâ. Susma 24'ün 2022 Raporu'nu okuyun, siz de şaşıracaksınız

Celal Üster kimdir?

Celal Üster, İngiliz Erkek Lisesi ve Robert Academy'yi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde öğrenim gördü. 1983'te George Thomson'ın Tarihöncesi Ege adlı yapıtının çevirisiyle Yazko Çeviri dergisinin Azra Erhat Çeviri Ödülü'ne değer görüldü. Aralarında Yeni Dergi, Aries, Sözcükler ve Notos'un da bulunduğu birçok dergide çevirileri yayımlandı.

Belgelerle Türk Eczacılığı, National Geographic Fotoğraflarıyla İstanbul, Metropolis: Ana Tanrıça Kenti, Unforgettable/Unutulmaz Dizisi, Ortak Kültürel Miras: Birlik İçinde Çokluk gibi kitapları yayına hazırladı.

Uzun yıllar Cumhuriyet Gazetesi Kültür Editörlüğü'nü, ilk yayımlandığı yıllarda Cumhuriyet Kitap'ın, 1996-2005 arasında P Dünya Sanatı Dergisi'nin, 2003-2008 arasında Can Yayınları'nın yayın yönetmenliğini üstlendi. “Yeryüzü Kitaplığı” yazılarını Radikal Kitap'tan sonra Cumhuriyet Kitap'ta sürdürdü.

Robert Louis StevensonH. G. Wells, Jaroslav HašekJames JoyceLiam O'FlahertyGeorge OrwellJuan RulfoIris MurdochRoald DahlJorge Luis BorgesJohn Berger gibi yazarların yapıtlarının yanı sıra Marx ve Engels'in Komünist Manifesto'su ve Lenin'in Devlet ve Devrim'i gibi Marksist klasikleri dilimize kazandırdı.

Ünlü yazarlardan özlü sözleri Sözün Özü, eski ozanlardan aşk şiirlerini Aşk Olsun! adlı kitaplarda bir araya getirdi. İngiliz ve Amerikan Edebiyatında Kısa Öykünün Büyük Ustaları adlı bir antoloji hazırladı. Körün Taşı ve Bir 'Çevirgen'in Notları adlı kitapları yayımlandı.

İlgili İçerikler