Eduardo Galeano'nun yalancısıyım, Hegel'in en sevdiği sözcük, 'aufheben'miş.
Eduardo Galeano'nun yalancısıyım, Hegel'in en sevdiği sözcük, 'aufheben'miş. Sözcük, 'saklamak' anlamına geldiği gibi aynı zamanda 'silmek' de demekmiş. "Ahmak belleğe karşı hayat dolu belleğin, geçmişten kaynaklanıyor olsa da geçmişin kesin karşısında olduğu"nu söyleyen Galeano, diyalektiğin dönüştürücü gerilimine selam çakarken Hegel'in 'aufheben' kavramıyla ölürken doğan, yıkarken kuran insan tarihine saygılar sunduğunu belirtir.* * *Görüyor ya da hissediyor musunuz bilmem, epey zamandır ülkede bir şeyler oluyor. Fenomenleri geriye doğru takip ederek ille de bir milat koymak gerekirse Ankara'da 78 gün süren TEKEL direnişiyle başlatabiliriz bu 'kıpırtı'yı. Ardından Taksim'deki 1 Mayıs. Peşinden CHP'de yaşanan ileri doğru değişim.Ve son olarak İnönü Stadı'ndaki 'Grup Yorum' konseri. O konserin sadece bir konser değil, bambaşka anlamlar içerdiğini görebilmek için orada olmak gerekiyordu. * * *İş uzadığı için geç kalmıştık Umut'la. Dolmabahçe Parkı'ndaki merdivenlerden inerken neyle karşılaşacağımız konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Etraf sakindi, her şey olağan görünüyordu. Sanki 'Yorum' konseri değil de, 23 Nisan Şenliği kıvamındaydı stadın etrafı...Kapıdan içeri adım attım... Dondum! Öylece kaldım... 1 Mayıs alanına girdiğimde de aynı şey olmuş, boğazım düğümlenmişti. Yine aynısı oldu, düğümlendi. Bir süre toparlayamadım kendimi. Yumruğumu sıkıp ısırdım. Isırdım ki... Acayip manzaraydı! Mesele, 55 bin kişinin yan yana gelmesiyle sınırlı olsa iyiydi ama değildi. Bambaşka bir ruh hali asılıydı havada. Şiirdeki gibi 'Havada tüy / Havada kuş / Havada kuş soluğu kokusu / Hava leylak ve tomurcuk kokuyor'du. 'Koku' apaçık görülüyor ve hissediliyordu; 'ölürken doğan, yıkarken kuran insan'lar hepimizin ortak tarihini yeniden yazmak için kolları bir kez daha sıvamıştı.* * *"Cesaret korkunun çocuğudur" derler. Direnen TEKEL işçileri için aylarca Kızılay'ı ziyaret edip onları yalnız bırakmayanların, Taksim'deki 1 Mayıs'ı sadece bir miting olmaktan çıkarıp 1977 / 78'deki anlamını yeniden kazandıranların, çapalarını tarlada bırakıp Çorum yolundaki Kemal Kılıçdaroğlu'nun önüne çıkan kadınların cesareti, o gece Grup Yorum şarkılarını hep bir ağızdan bir kez daha tazeleyen 55 bin insanda da vardı... Hem de fazlasıyla...Yorum'un coşkulu şarkılarında, Tuncel Kurtiz'in yırtılan gırtlağında, 'Koş, koş' diyen Quilapayun şarkısında, Kumandan Che'nin purosunda, Ahmet Kaya'nın bıraktığı o büyük hatırada, sıkılı yumruklarda, sloganlarda, kucaklaşmalarda, kol kola halaylardaki o cesareti görmeniz gerekiyordu. Yazmakla, anlatmakla olmuyor...Görüyor ya da hissediyor musunuz bilmem, epey zamandır ülkede bir şeyler oluyor. 1976-77 ruhu ortalıkta bir kez daha kol gezmek için kendini gittikçe hızlanan biçimde yeniden biriktiriyor. İnsanlar birbirlerini yine buluyor, eskiler kavuşuyor, meydanlar, alanlar doluyor, herkes yeniden kendilerine ait olan sokaklara çıkıyor, bitti denilen aşk içimizi yakıp kavuruyor... Oyun bir kez daha başlıyor...* * *Usta Galeano'yla başladım, onunla bağlayayım; "Uzun sözün kısası bizler, benliğimizi değiştirmek için harcadığımız çabaların toplamından ibaretiz. Kimlik denen şey müze vitrininde öylece duran seyirlik bir nesne değil, gündelik yaşamın sürekli değişip şaşırtan çelişkilerinden oluşan bireşimdir.Ben bu ele avuca sığmaz inanca inanıyorum. İnanmaya değer tek inanç buymuş gibi geliyor bana, çünkü insan denen o hem lanetli hem kutsal hayvanla ve dünyada yaşamak denen o çılgın serüvenle arasında büyük benzerlik var..."