Hâkim fikriyatın en büyük mahareti, kendini muarrızlarına olduğundan daha güçlü gösterme kabiliyetinde yatar...
Hâkim fikriyatın en büyük mahareti, kendini muarrızlarına olduğundan daha güçlü gösterme kabiliyetinde yatar. Kuşkusuz bunda da en büyük yardımcısı zihinsel fluluk yaratan 'ideoloji'dir. Muktedir öyle kostaklanarak yürür ki, siz o yürüyüşün ardında bambaşka bir kudret olduğunu düşünürsünüz ister istemez. * * * Kendi gündelik hayatımın ritmi ve hızı düşünüldüğünde tatilden de faydalanarak referandum sürecinde hatırı sayılır bir kalabalıkla temasım oldu. Oturduk konuştuk... Epey bir insan mahcup bir ağızla "Hayırlısı olsun" telinden çalıyorsa da, çevremle ilgili olsa gerek, çoğunluk direkt "Hayır"cıydı. Fakat işin ilginç yanı, "Hayır"cıların önemli bir bölümü "Evet" çıkacağına ikna olmuş durumdaydı. Tuhaf! Garip bir 'inanç yitimi'ne uğramış, dilleri ve ruhları adeta devasız bir hastalığın pençesine düşmüş gibiydiler. Yine tuhaf şekilde bunun en 'iyi gözlem', 'en akılcı tespit' olduğuna dair de en ufak bir endişe taşımıyorlardı. Düşündüm "Bu nasıl mümkün oluyor?" diye... Şu sonuca vardım... Propaganda zihni sindiriyor AKP kadrolarının yıllardır yürüttüğü ve referandum sürecinde iyiden iyiye agresifleştirdiği propaganda makinası, daha önce 'kalın ayarı'nı bozduğu zihinlerin artık 'ince ayarını' da bozuyor. Meydanlardaki 'AKP gösterileri', duvarlardaki "Evet" afişleri, sınırsızmışcasına harcanan paralarla öyle bir taarruza geçildi ki, AKP'li olmayanların zihinleri maruz kaldıkları bombardıman karşısında sinip, nedamet getirmek zorunda kalıyor. Bu agresiften öte agresif propaganda, Başbakanlık Başdanışmanı Nabi Avcı'nın kitabının adıyla söylersek gerçek anlamda bir "enformatik cehalet" yaratıyor. Algılar bozuluyor, kavrayış sakatlanıyor, gerçeklik sisleniyor... Her gördüğüm "Evet çıkacak"çıya soruyorum; "Sen 'Hayır' derken, konuştuğun kaç kişi 'Evet' diyor ki sen böyle düşünüyorsun?.." Vatandaş önce duralıyor sonra hemen, "Bir kaç kişi dışında 'Evet'çiye rastlamadım ama görmüyor musun atmosferi, kör müsün?"ü yapıştırıyor. "Oğlum, sorun da burada değil mi? Gördüğünü sandığın şeyi görmen için yapılıyor bütün bunlar. Unuttun mu okuduklarını, izlediğin filmleri.. Hatırlamıyor musun Hitler'in propaganda dahisi Goobels'i? Marshal McLuhan'ın, Adorno'nun, Walter Benjamin'in, Ünsal Oskay'ın yazdıkları buharlaştı, Gramsci'nin 'ideolojisi' silindi mi zihninden?" diyorsan da nafile... Vatandaş "Nuh" diyor, "Ama o peygamber değildi" diye devam ediyor. Unutulmamalı ki, 5 Mayıs 1818'de Almanya'da doğan bir 'kabasakal', "Şeylerin özleri ile görünüşleri aynı olsaydı bütün bilimler gereksiz olurdu" demişti... 'Baş eğme' yaşam biçimi oluyor 'Evet' çıkacaksa çıkacak, 'Hayır'cıya ne bundan? 'Hayır'cının kendi düşündüğünün tersine, gördüğü ama test ettiğinde yanlışladığı bir şeye ısrarla inanıp bunu dile getirmesi sadece bu süreci değil aynı zamanda geleceği de sakatlıyor. Şöyle ki; yaşama ve muktedire dair algısı her defasında ve hep daha derinden bozulan muhaliflerin hayatın diğer alanlarındaki başka başka muhalefet cephelerinde 'bir araya' gelişleri de güçleşiyor. Sözler ile eylemler birbirinden kopuyor, herkes kendi içine, kendi üzerine kapanıyor ve 'özgürlük' diye belletilen şey adeletsizlikle aynı anda sakin, uslu bir hayat sürmeye başlıyor! 'Baş eğme', kabullenme bir yaşam biçimine dönüşüyor. Ve böylelikle 'enformatik cehaletin' yarattığı zihinsel bulanıklık sayesinde, adil olmayana karşı geliştirilen düşünce ve yürütülen mücadele 'delilik' olarak tanımlanıp, maceracılığa indirgeniveriyor. Kendi sözünde inat etmek! Bilinir, 'kamuoyu araştırmaları' aynı zamanda 'kamu'yu çıkmasını istediği sonuca doğru kurgular. Çünkü zihin, korku, endişe ve kaygı gibi gayet insani nedenlerle 'güçlü' görünene meyletme eğilimindedir. Ancak biraz cesaret gösterip, gördüğünü ve kabul etmediğini değil de, kendi talebini yüksek sesle söyleyip ona sahip çıktığında Can Yücel'in söylediği o, "Başka türlü bir şey benim istediğim"in de kapısı ufaktan aralanıyor.