İdeolojinin karıştırdığı akıl gözü kör edip, vicdanı da karartıyor! Ve kör göz, karışık akıl, kararmış vicdanla düşünmeye başlayınca toplumda hakiki anlamda saflaşma da mümkün olmuyor.
Siyasal pozisyonunu politika değil de ideolojiyle belirleyen kafası karışık, böylece hakiki saflaşma olan emek/sermaye gerilimini de gözden kaçırıyor.
Kaçırınca da bir sürü konuda ipin ucu kaçıyor.
Sezen Aksu üzerinden muhalefet
Referandumda ‘evet’ diyeceğini deklare edince resmi kayıtlarda olmasa bile bir şıklık olarak İzmir’deki sokağa çakılan ‘Sezen Aksu Sokağı’ tabelası bazı aklıevvellerce söküldü. Sökücüler kendileri gibi düşünmüyor diye akıllarınca Sezen Aksu’yu cezalandırdılar.
Ve bu ‘sembolik muhalefet’ hemen karşıtını yarattı. Memleketin AKP kontrolündeki bazı illerinde sokaklara bulvarlara ‘Sezen Aksu’ adı verilmesi önerileri birbirini kovaladı. Kimi yerde tabelalar bile takıldı.
Oysa sökenler de takanlar da üç aşağı beş yukarı aynı toplumsal gruplardan insanlardı. İtiraz etmeleri gereken temel şey ‘emeğin hakkı’nın savunusuyken hiç yoktan birbirlerine düştüler.
Güzelim şarkıları hurdahaş ettiler.
Değişen bir şey olmadı... Kendini galip sayanlar ‘Ada Vapuru Yandan Çarklı’yı, yenik belleyenler ‘Ah Kavaklar’ı dinlemeyi sürdürdü... Gerçek galipler ise her zaman olduğu gibi kahkahalarla güldü...
Bu arada artık Sezen Aksu’yu konserlerde zor günler beklediğini tahmin etmek de güç olmasa gerek. Bunca polisiye önlemin alındığı güzel ülkemizde sanırım bir de ‘protestolara karşı konser bekçiliği’ görevi yapacak emniyet görevlileri.
O kadar prim biraz rüküş kaçmadı mı?Referandumun kıyısına denk geldiği için ‘Dünya Basketbol Şampiyonası’ iktidar partisi AKP için bambaşka bir anlama da büründü.
Galibiyetin getireceği toplumsal coşkuyu propaganda malzemesi yapmak AKP’nin kaçırabileceği bir fırsat değildi. İyi de kullandı ama Başbakan Erdoğan’ın galibiyet primindeki eli açıklığı birazdan öte tuhaf kaçtı. Para çoktu...
Bu memleket, lokantada hesap öderken cepten çıkartılan paranın masa altında sayılması gibi güzide geleneklere sahip bir yerdir. O kadar milyon dolarlık çeki göze sokarcasına kameralar önünde vermenin yarattığı ‘rüküş görüntü’ benim de aralarında bulunduğum epey bir insanın canını sıktı.
Öte yandan spordaki başka başarılarda bu denli yüksek miktarlar sporculara bahşedilmemişti. Hidayet Türkoğlu’nun hayli sırnaşık sayılabilecek tutumu ve ‘paragöz çağrışımı’ yapan esprisi de iyi durmadı.
Şimdi, basketbolculara verilen 28 milyonluk prime karşılık Avrupa şampiyonu olan atletlere 500 cumhuriyet altını vermek ve onu da hâlâ vermemiş olmak hakkaniyet ilkesiyle bağdaşır mı, siz karar verin.
Daha dün Nurcan Taylan, Dünya Halter Şampiyonası’nda üç altın madalya birden kazandı. Şimdi o da yönetmelikle belirlenen ödül miktarını az bulsa, “Basketbolculardan benim ne eksiğim var” dese haklı olur mu, olmaz mı?
Eğer, “Basketbol çok izleniyor, ülke tanıtımına katkısı çok. Halterin, atletizmin ne katkısı var?” diyecekseniz, ne spordan, ne hayattan ne iktidar/halk ilişkisinden ne de doğru düşünmeye gayret etmekten anlamıyorsunuz derim.