Hepimizin başına gelmiştir. Elimizden geleni yaparız ama, olmadı mı olmaz.
Hepimizin başına gelmiştir. Elimizden geleni yaparız ama, olmadı mı olmaz. Beceriksizlik değildir olmamasının nedeni, ya gerek ve yeter şartlar henüz bir araya gelmemiştir ya da karşıdaki umduğumuzdan 'dişli' çıkmıştır. Kişisel hayatımızda olduğu gibi futbolda da sıklıkla başa gelen bir durumdur bu. O nedenle benim gibi orta yaş üstü ve epey tecrübeli sayılacak biri için hiç de şaşırtıcı değildir. BİRALAR ELLERDE, İNÖNÜ'YE YÜRÜYÜŞ Yoldaşım ve tribündaşım Hayati Kurt'tan "Hocam gel! Canım Ciğerim'de sokağa çöktük" çağrısını alınca Taksim'den semte doğru yola çıktım. Beşiktaş'a giderken ağaçlı yolda binlerce insan, benim tersim istikametimde, İnönü'ye doğru neşe içinde yürümüyor, adeta akıyordu. "Alemlere akmak" diye bir gece deyimi vardır, bu onun günışığındaki haliydi. O kalabalık içindeki onlu bir grubu gözünüzün önüne getirin, o 10 kişiden en az yedisinin elinde çeşitli markalarda kutu ya da şişe biralar olduğunu hayal edin, sonra o küçük grubu Beşiktaş'tan stada kadar yürüyen büyük kalabalığın içine koyun ve diyelim ki grubu 200'le çarpın. İşte size maça giden o muhteşem kalabalığın fotoğrafı... Ben de ekiple bir yarım saat oturup, iki bira çakıp aynı ağaçlı yoldan vurdum İnönü'ye. Eğer orta boy bir pick up kiralamayı akıl edip, yol kenarında içildikten sonra terk edilmiş, bir anlamıyla 'kullanılıp atılmış' şişeleri toplasaydık, bizim grubun yarısının üç dört aylık 'ağır oturumlu' akşam yemeği parasını rahatlıkla çıkarabilirdik. Statta bu kadar kalabalığı sanıyorum en son geçen sezon oynanan ve 2-1 kazandığımız Liverpool maçında görmüştüm. Haniyse bir koltukta iki kişiyiz. Gerçi bundan kimse rahatsız değil ama ilerleyen dakikalarda çıkması olası kavgalarda, en azından çocukları ve kadınları korumak çok güç olurdu. Neyse ki, bir iki ufak dalaşmanın dışında kayda değer bir şey olmadı. KAFA KAFAYA GEÇEN BİR MAÇ Ertuğrul Sağlam'ın oynatacağı futbolu en azından bizim orada takılan herkes tahmin ediyordu. Kimse yanılmadı da. Dörtlü müdafaaya yakın bir dörtlü orta saha, ileriye kaçacak, biri kanattan biri göbekten iki hızlı oyuncu, Shin ve Volkan Şen. Elinde Kirita gibi, topa basıp kapan, kaptığını en yakınındaki arkadaşına ilk pas olarak geçirerek topu takımda tutmayı başaran, basit ama etkili oynayan bir oyuncu olunca, Sağlam da işi epey kolayladı. Beşiktaş ise, kalabalık müdafaa arasına Holosko'yla dalmayı denedi başta. Sırtı kaleye dönük olarak aldığı topların neredeyse tamamını ezen Bobo ilk yarı boyunca etkisiz kalınca Bursa müdafaası arasında kayboldu gitti akınlar. Tello'nun gerek gününde olmaması, gerek rakibin onun koşu alanlarını kapatması nedeniyle etkisizliği de, Beşiktaş'ın rakip alanda 'çeşitleme yapamaması'nın nedenleri arasındaydı. Elbette Delgado'nun en azından bu maçta 'silikliği'nin de payı yok değildi. O sıkışıklıktan, Kirita'nın başlatıp önce Shin'in vurup Rüştü'nün çıkardığı devamında Volkan Şen'in kafasında direkte patlayan toplar tribündekilerin yüreğini ağzına getirdi. Heyecandan görmemişiz... O atağın bitiminde anladık ki, tam o sırada bence maçın en iyi üç adamından biri olan Gökhan Zan, kafasına aldığı darbe nedeniyle kenardaymış. Hemen belirteyim diğer iki kişiyi, bence Kirita ve önceki maçlara göre etkisiz olmasına rağmen Fabian Ernst. İki kaleci de bu üçlüyü takip ederdi bana göre.. 15 dakika içinde aldığı iki kırmızı kartla oyundan atılan İbrahim Toraman'ın ardından özellikle ikinci yarıda Beşiktaşlı oyuncular bence iki gün deliksiz uyumayı hak edecek kadar gayret sarf etti. Yapılması gereken her şey yapıldı sahada. Ama kabul etmek gerekir ki, karşılarında ne yaptığını bilen, 10 kişi kalmış rakiplerini yormak için orta sahanın kendine ait bölümünde yüzlerce pas yapan Bursalı oyuncular derslerine iyi çalışmışlardı. GENÇ RESMEN HEPİMİZE BASTI KALAYI İkinci yarının ortalarına doğru maçtan umudunu kesmiş bir arkadaş, ki sanırım büyük büyük baba ve ninelerinden doğma büyüme İstanbullu bir aileden geliyordu, "Nerede Anadolulu varsa anasını avradını ....." diye bastı kalayı. Bir parça Sivas'a 'kıyak yapılıyor' diye düşünüyordu arkadaş, doğru bulmuyorduk ama onu anlıyorduk. Fakat sonuçta hepimiz de Anadolu'nun bir yerinden gelmiştik o tribüne. Ben Samsun'dan, Zeki Kars'tan, Hayati Konya'dan, Yusuf Ankara'dan. Epey de katılıyorduk tezahüratlara ama arkadaşın öfkesinden payımızı yine de almıştık. Neticede, elimizden geleni yapmış ama galip gelmeyi başaramamıştık. Tıpkı korku ve cesaret gibi sıkıntı ve ferahlık da kardeştir. Maç bitti sıkıntı ve ferah biçimde çıktık. Saatlerdir ya yürümüş ya ayakta durmuş, binlerce kalori kaybetmiştim. Kayıp kalorilerin hepsini değilse de bir miktarını geri almak maksadıyla saat 11 sularında, Asmalımescit'teki Yakup'un kapıdaki en kafa masasına kurulup istavrit, salata ve Kulüp rakısı eşliğinde karnımı doyurduktan sonra, İncesaz'ın son albümü 'Kalbimdeki Deniz'i dinleyerek eve doğru sürüklendim.
Not:
Uzun yazdığımdan şikayetçi olan arkadaşlar için bu yazıyı kısa tuttum. Bence bu haliyle bir şeye benzemedi. Ama internette bile elimi tutan 'kısa yazı'cılarla hesaplaşmak için tempo24.com.tr’ye, "Uzun yazı mı sıkıcı, yoksa hayatımız mı?" başlıklı bir yazı hazırlıyorum haberleri olsun...