Her koyunun kendi bacağından asıldığına inanarak büyütülen çocuklar, ileride...
Her koyunun kendi bacağından asıldığına inanarak büyütülen çocuklar, ileride, kendilerini kendi dışlarında olduğunu düşündükleri hiçbir şeyden sorumlu hissetmez. Oysa Dostoyevski, kimilerimizin kulağına çok önceleri fısıldamıştır; "Adamım, şu hayatta herkes, her şeyden sorumludur, unutma" diye...Neyse ki sayıları az görünse de, gözünü kırpmadan kıyıda köşede kalmışların, ezilmişlerin derdini, kederini gönüllüce sırtlamaya hazır birileri hâlâ var şu dünyada. Karanlık zamanlarında insanlığın, şarkılarla, türkülerle yeniden yeniden zuhur eden çocukları var gezegenin.İlk yola çıkış; 'Sıyrılıp Gelen'İstanbul'a okumaya geldiğimde kaldığım öğrenci
evlerinde dinlenmekten yorgun düşmüş kasetlerin başında gelirdi Grup Yorum'un 'Sıyrılıp Gelen'i...Eminim hâlâ "Soluk bir ay dolanıyor kentin üstünde her gece / Her gece bilge bir gezgin tavrıyla adımlıyor yolunu" diye başlayan Ahmet Telli şiirinden bestelenmiş 'Sıyrılıp Gelen'i dinlerken, içi boydan boya vahşi bir hayvanın pençesiyle çizilen on binlerce insan yaşıyordur şu dünyada...Yıllar ilerlerken hem kendilerinin hem şu hayatta sıkıntılarını kendilerine keder ettiklerinin başlarına gelenler 'Grup Yorum'un müziğini ağırdan da olsa melodiden 'marş'a çevirdi. Ben, dili askeri olan herhangi bir şeyle başı hoş olanlardan değilim. Sivil şarkılar, türkülerle daha iyidir aram. 'İşçi marşları'na bile mesafeli olan kulağım yine de yıllarca her vesileyle 'Grup Yorum' dinlemek için fırsat kolladı.Geliyor geliyor, alemin kralı geliyor Şimdi o çocuklar, yani 'Grup Yorum'... Yıllardan, yollardan, gözaltılardan, hapislerden, cezaevi kapılarından, grev çadırı önlerinden, öğrenci yürüyüşlerinden, gecekondu yıkımı direnişlerinden, gözyaşlarından, halaylardan, kahkahalardan, öğrenci evlerinin kirli çarşaflarından, demlik demlik çaylardan, ucuz şaraplardan, biralardan, ürkek ilk öpücüklerden, nemli el tutuşmalardan, artık insana ait en edalı en afili hangi duygu varsa hepsinin içinden geçip onları da yanlarına alarak 'Şanlı Beşiktaşımız'ı izleyemeye doyamadığımız İnönü Stadı'na geliyorlar...Bu dünyada olan biten her şeyden kendini sorumlu hisseden o çocuklar 12 Haziran Cumartesi günü İnönü'de olacaklar.Bambaşka bir hayatın, bambaşka bir dünyanın mümkün olduğunu bilenler, dip suyunun sesini bir kez daha duymak, ormanın fısıldayışını yeniden dinlemek, yitik aşkımızı göğsümüzde dinlendirmek ve bir kere daha hep birlikte olmak için orada olacağız.Bir de onlar olsa!Gönlümden geçen, kendi 'eskici'lerimin de karşımda olması. Ölümün en zor olduğu ay olan o haziran gecesinde, o sahnede Ayşegül'ü, Gülbahar'ı, İlkay'ı, Elif'i, Aylin'i, Selma'yı, Hilmi'yi, Efkan'ı, Kemal Sahir'i, Metin'i, Kemal'i, Taci'yi, Ejder'i, Taner'i, Akın'ı, Serdar'ı da görmek ister şu fani... Bir de görebilse elbette Tuncay'ı da ister ama...Ne yani, yıllarca kol kola, el ele gezip, yan yana yattıklarımızla, benzer kahkahaları atıp, benzer ıstırapları çektiklerimizle yollarımız ayrıldığında her şeyin ebediyen bitmiş olacağına mı inanalım? Yani, "Yan yana geçen geceler unutulup gider mi? Şu kahpe dünya seni bana düşman eder mi?" sorularının yanıtı her zaman "Evet" mi olsun? Her zaman 'karşıdakiler' yüzümüze bakıp bakıp mı gülsün? Yani istesek bile fotoğrafından ve banttan verilen sesinden gayrı artık o sahnede görebilir miyiz bir kez daha Tuncay'ı? E, o zaman!Gönlümden geçen, 1 Mayıs'ta Taksim'i hınca hınç dolduran hepimizin, o gece bir kez daha Gümüşsuyu'ndan, Harbiye'den, Beşiktaş'tan, Kabataş'tan, teknelerle, dolmuşlarla ve yürüyerek İnönü'ye akması... Tıpkı Metin Kahraman'ın 'Eskici'de söylediği gibi; "Yalnız değilsin eskici / Bir sabah güneş doğar / Sevgiden tuğlalarla / Yeniden kurarız bu kenti" dercesine ışıltılı bir sabaha uyanmak arzusu... Şimdilik hepsi bu... Daha ne olsun!