Obama’nın kabinesinde ABD Şehircilik ve Konut Dairesi Bakanı olan Julian Castro, 2016 yılı Nisan ayında katıldığı bir televizyon programında soru üzerine, ‘bakanlık unvanımı bir kenara bırakıyorum ve tamamen kendi adıma kişisel fikrimi söylüyorum’ diyerek, Demokrat Parti içindeki yarışta Bernie Sanders’a karşı Hillary Clinton’ı desteklediğini açıkladığında medyada ve politik çevrelerde bir tepki dalgası oluştu.
Her seçim yılında gündeme gelen bir yasanın, 2016 seçim sürecinde yankı serisi de işte bu önemli skandal ile başlıyordu. Bu yasa, Amerikan politik literatüründe tasarıyı hazırlayan senatör Carl Hatch’a atıfla ‘Hatch Act’ diye anılan 1939 tarihli bir kanun. Resmi adı, 'Muzır Politik Faaliyetlerin Önüne Geçme Kanunu'. Siyasi iktidardaki partinin ve kamu görevlilerinin, devlet gücünü ve olanaklarını, seçimleri etkilemek için suistimal etmesine ‘muzır politik faaliyet’ diyor bu yasa.
1938 Kongre seçimi öncesinde iktidardaki Demokrat Partinin, Büyük Buhran’dan sonra kurulan federal istihdam kurumunu, birkaç kritik eyalette seçimde kendilerine avantaj sağlayacak şekilde partizan işçi alımında kullandığı iddiaları büyük bir krize neden olunca bu yasa hazırlandı. Yasayı hazırlayan Senatör Carl Hatch da iktidardaki Demokrat Partidendi ve tasarı her iki partiden çok sayıda milletvekili ve senatörün desteğini aldı. Demokrat partili Başkan Roosevelt, hiç de hazzetmediği bu tasarı Kongre’den geçince, veto etmesi halinde, yasanın aynen geçip yeniden bu kez onun imzası olmadan yasalaşacağını ve bunun partisinin bir kanadını, Cumhuriyetçi muhalefete yaklaştıracağını hesaplayarak son gün son saatte imzalamak zorunda kalmıştı.
Peki neyi engelliyordu bu yasa? En önemli işlevi, seçmene oy karşılığı rüşveti (iş istihdamı, sosyal yardım vs) kesin çizgilerle engellemesi. Seçim faaliyetlerinde kamuya veya sosyal yardım program ve fonlarına ait tek bir kuruşun bile kullanılmasına yasak getiriliyor. Federal görevlilerin, seçim kampanyalarına bağış yapmış işadamlarına veya sivil organizasyonlara, iş, ihale, sözleşme, finansal yardım veya bir başka çıkar vaadinde bulunması cezalandırılıyor.
Yine bu yasa gereği, Başkan ve başkan yardımcısı dışındaki kabine üyeleri ve Federal bürokrasinin hiçbir görevlisi, her hangi bir politik faaliyete, mesai saatleri içinde ve unvanları, kendilerine tahsis edilmiş devlet araçları, korumalar ve protokol imkanlarıyla katılamıyor; emirlerindekinin ve toplumun politik kararını etkileyebilecek icraat, açıklama ve eylemlerde bulunamıyor. Siyasi rozet takamıyor.
Örneğin, bakanlar, bir parti etkinliğine katıldıkları zaman, ‘secretary (bakan)’ unvanını kullanamıyor, isimlerinin önünde sadece ‘honorable’ yazıyor. ABD’deki resmi statüsü ‘devlet sekreteri’ olan Dışişleri bakanı ile statüsü ‘genel savcı’ olan Adalet Bakanı ise bu unvanlarını kullanmasalar bile politik faaliyetlere katılmıyor.
Yine bakanlar bir devlet toplantısında, kamu parasıyla hazırlanmış hiçbir etkinlikte politik konuşma da yapamıyor. Örneğin dönemin Sağlık Bakanı Kathleen Sebelius, 2012 Şubat ayında Charlotte kentinde Sağlık Bakanlığının düzenlediği bir toplantıda irticalen yaptığı konuşmasında, bu kentin yaz ayında Demokrat Partinin başkanlık kurultayına da ev sahipliği yapacağını hatırlatarak, Obama’nın dört yıl daha başkan kalması gerektiğini söyleme gafında bulundu. Federal denetim kurulu incelemesi sonunda, devlet parasıyla düzenlenen ve ‘bakan’ unvanı kullanılan bir etkinlikte politik açıklama yaptığı gerekçesiyle Bakanın ‘Hacth Yasası’nı ihlal ettiğine hükmetti. Koltuğunu kaybetmekle yüz yüze kalan Bakan Sebellius, daha sonra verdiği ifadesinde, yasayı çiğneme niyetinde olmadığını ve irticali konuşmasında gaf yaptığı savunması yaptı ve özür dileyerek bundan sonra çok daha dikkatli olacağı sözü verdi. Bakan, toplantıya katılımı için yapılan bütün devlet masrafını (korumalar, uçak, konaklama vs), kişisel parasıyla ABD Hazine Bakanlığına geri ödemeyi kabul etmesiyle cezalandırılmaktan kurtuldu.
1947 ve 1974 yıllarında iki kez bu yasanın ‘ifade hürriyetini kısıtladığı‘ itirazı ABD Yüksek Mahkemesinin önüne geldi. Ancak Yüksek Mahkeme her ikisinde de itirazları reddederek yasanın ABD Anayasasına uygun olduğuna hükmetti. 1990 yılında Kongre’de uygulamayı kaldırmak için kabul edilen yasa ise dönemin başkanı George H. Bush tarafından veto edildi.
İşte 2016 Nisan ayındaki konuşmasında bu yasayı çiğnediği gerekçesiyle, adı, muhtemel Hillary Clinton başkanlığında potansiyel başkan yardımcısı adayları arasında geçen Julian Castro bir anda kendisini küçük ama ‘baş belası’ bir federal denetim kurumuna ifade vermek zorunda kalırken buldu.
ABD kamuoyunda kısaca OSC diye anılan Özel Danışma Konseyi Dairesinin (Office of Special Counsel) soruşturma başlattığı Bakan Castro, ‘’Söz konusu soruya yanıt vermeden önce, bakan olarak değil kişisel olarak yanıt veriyorum dedim’’ diyerek kendisini savundu. Ancak OSC, bakanın, 18 dakikalık TV söyleşisinin büyük bölümünde bakanlık alanıyla ilgili açıklamalar yaptığına dikkat çekerek, böylesi bir programda bir cümlenin başında ‘şahsım adına söylüyorum’ diyerek, politik sözlerini bakan olarak söylemekten çıkmayacağına hükmetti ve cezalandırılmasına hükmetti. Castro’nun, bakan olarak Hatch Yasasını nasıl ihlal edilmeyeceği konusunda kurs almayı kabul etmesi karşılığında cezası ertelendi. Birçok bakan hiçbir seçim faaliyetine katılmamayı tercih ederken, katılan üç bakan ise oldukça dikkatli davranmak zorunda kaldı. Örneğin, Tarım Bakanı Tom Vilsack memleketi Iowa’da bir yerel gazetede Hillary Clinton lehinde yazdığı makalede bakan imzası kullanmadı ve sadece Iowa eski valisi ibaresi yer aldı.
Aslında Castro yalnız değildi. OSC, 2016 yılı boyunca değişik kademelerde 88 federal görevli hakkında Hatch Kanununu ihlal ettiği şikayetini inceleme başlattı. Disiplin cezası verilenlerden biri de ABD Posta teşkilatına ait bir posta taşıma aracının, bir adayın seçim kampanya mektuplarını görünür şekilde taşımasından sorumlu yerel posta yetkilisiydi.
Hacth Kanunu, 2016 yazında, Obama yönetiminin kabinedeki tüm bakanlara, Demokrat Parti başkanlık kurultayında konuşma yasağı getirmesiyle bir kez daha gündeme geldi. Beyaz Saray Genel Sekreteri Denis McDonough bu kararın amacının, birkaç ay sonra yapılacak ve Hillary Clinton ile Donald Trump’ın yarışacağı başkanlık seçimine devleti karıştırmamak olarak açıkladı. Aslında bunun öncesinde OSC tarafından da Başkan Obama’nın bakanları ile diğer devlet yetkililerine, seçim öncesi yapacakları her açıklamayı çok dikkat etmeleri uyarısı yapılmıştı. Nitekim normalde başkan olarak Hatch Yasasından muaf olmasına rağmen Obama, Hillary Clinton’ı destekleyeceğini açıkladığı video kaydını bile, Oval Ofis’te değil, Beyaz Saray’da başkanın kişisel ikameti olan özel dairesinde yaparak bu konuda her hangi bir tartışma oluşmasına fırsat vermekten kaçındı. Bakanlar herhangi bir siyasi faaliyete katılacaklarsa gidecekleri yere tüm ulaşım ve konaklama masraflarını kendileri karşılamak zorunda. Sadece başkan için güvenlik nedeniyle kısmi bir istisna var. Başkan sürekli Air Force One başkanlık uçağını kullanmak zorunda. Obama’nın Hillary Clinton’ın seçim kampanyasına destek için gittiği konuşmalarda başkanlık uçağının masraflarının yarısı yasa gereği Hillary Clinton’ın kampanyasınca ABD hazinesine ödendi.
OSC, yine kamuda partizan kadrolaşmayı engellemek için kurulan Liyakat Sistemi Koruma Kurulu (Merit Systems Protection Board) ile birlikte, Hatch Kanunun uygulamasından sorumlu iki özerk federal kurum. MSPB, bir yandan seçim rüşveti olarak işe almaları, diğer yandan ise politik görüşleri nedeniyle resmi kurumlarından çıkarılmaları denetlemek ve engellemek görevini yürütüyor. MSPB’nin temel misyonu, devlet görevlendirmesinde tek ölçütün ‘liyakat’ olmasını temin ve garanti etmek. Trump’ın Müslüman yasağını, yargı kararına rağmen uygulama inadını daha fazla sürdürememesinin nedenlerinden biri de bu oldu. Çok sayıda alt düzey memur, yasaya aykırı bu emri yerine getirmeyi reddetti. ABD yasalarına göre, yasadışı emri uygulamayı reddeden memuru işten çıkarmak yasadışıdır. MSPB, bu tür durumlarda devreye giren bir denetim yetkisine de sahip. OSC ve MSPB, kamu görevlilerinin, ırkları, cinsiyetleri, dinleri vb kimliksel nedenlerle ayrımcılığa uğramasına karşı da korumakla görevli. OSC'nin yasal görevlerinden biri de, devlet içindeki yasadışılıkları ifşa eden devlet memurlarını koruyan 'Whistleblower Protection Act' adlı yasanın uygulanmasını sağlamak.
İktidar gücü üzerinde denetim, neden özellikle de seçimler sırasında çok daha hassas bir konu? Çünkü, demokrasi doğası gereği, istismara ve suistimallere en açık yönetim şeklidir. Bir demokrasinin gerçek bir demokrasi mi yoksa sözde bir demokrasi mi olduğunun en somut görülebileceği yerlerden biri de seçimlerin adil ve eşit şartlarda olup olmadığıdır.
Otoriter ve keyfi eğilimler doğaları gereği millete asla güvenmezler. İfade hürriyetinden, özgür propaganda olanaklarından, eşitlikten korkmalarının temel nedeni de budur. Millet korkusu da en güçlü şekilde seçimler öncesinde ortaya çıkar. Örneğin bugün dünyada, kendi halkına güvenmeyen yönetimlere sahip ülkelerde seçimler, farklı partiler ve farklı politik çizgiler arasında değildir. Muazzam devlet gücü ve baskısı ile halka ulaşma kanalları kapatılmış zayıf bir muhalefet arasındadır. Devletin bütün görevlileri, olanakları, makamları, propaganda araçları ve parası iktidardaki yönetimin seçimi kazanması için seferber edilir. Uluslararası gözlemci heyetlerinin bu tür seçimleri demokratik bir seçim görmemesinin, ve ‘milletin iradesinin tecellisi’ olarak tescil etmemesinin nedeni budur.
Devlet olanaklarının kişisel kariyer hesapları için suistimali, otoriter ve keyfi yönetimlere has değil. Boşluk bulduğunda en mükemmel demokraside bile ortaya çıkabilecek insani bir hastalıktır. İşte bu nedenle OSC ve MSPB’nin her ikisi de tıpkı Hacth Kanunu gibi partiler üstü bir mutabakatın ürünü olarak ortaya çıktı. Devlet ve partinin iç içe geçmesinin bir demokrasi için ne derece ölümcül bir zehir olduğu konusundaki mutabakatın... Asgari bir basiret, iyi niyet ve içtenlik gerektiren bir mutabakatın...