Uganda devlet başkanı Yoweri Musaveni, 1986 yılında devlet başkanı olacağı zaman, ‘’Afrika’nın sorunu insanlar değil, bir türlü görevi bırakmayı bilmeyen liderleri’’ diye yakınmış ve devlet başkanı olarak yemin ettiğinde de, ‘bu milletin iktidarı olacak, devletin değil’ sözü vermişti.
O günlerde Afrika için yeni bir umut yaratan genç politikacı kuşağın bir üyesi görülerek sadece Afrika’da değil bütün dünyada saygı görmeye başlamıştı.
Ancak, devlet başkanı olduktan sonra muktedir olmanın tatlılığı ile görüşleri de değişti. Devlet başkanlığında görev süresi sınırı getiren anayasa değişikliği için mücadele ederek 2006’da üçüncü kez seçilmesine izin veren değişikliği yaptı. Dünyadan yükselen eleştiriler karşısında da 'dünyaya meydan okuyan lider’ imajıyla populist bir söyleme kaydı. Etkili muhaliflerini, seçimlerden önce sudan bahanelerle hapse tıktı. 2011’de şaibeli bir seçimle dördüncü kez devlet başkanı oldu.
Halen, 2016 yılında yine hileli bir seçim sonucunda kazandığı beşinci devlet başkanlığını sürdürüyor. 74 yaşındaki liderin, 2022’de başlayacak altıncı dönemi için Anayasa’da unutulan bir engel daha vardı; 35 yaşından küçük ve 75 yaşından büyükler devlet başkanı adayı olamazlardı. 75 yaş sınırını da birkaç ay önce yapılan anayasa değişikliği ile değiştirerek, iktidarının 2022’den sonrası için devamını sağladı. Aynı değişiklikle, kendi kaldırdığı ‘iki dönem sınırı’ da bundan sonraki devlet başkanlıkları seçimi için geri getirildi. Kendisi de 2030’dan sonra yaşının devlet başkanlığına müsaade etmeyebileceğini düşünüyor. Kendisinin sahip olduğu iktidar olanağını bir başkasının eline geçmesini istemiyor. Hem 2030’da, 94 yaşında yeniden aday olmaya kalkan Zimbabwe devrik devlet başkanı Robert Mugabe gibi kendini yeniden aday olacak zindelikte görürse, kolayı var; anayasayı bir daha değiştirmek.
1991 yılından beri Çad devlet başkanı olan İdris Deby, 2001 yılında ikinci kez kez aday olduğunda, devlet başkanlığının 15’nci yılının dolacağı 2006’da görevini bırakacağı ve anayasayı değiştirmeyeceğini vaat etti. ‘’Tek hedefim, Çad’ı 2006’da barışçıl iktidar transferi değişimine hazırlık’’ sözü verdi. 2005 yılında Anayasayı değiştirerek, yeniden aday olmasını engelleyen süre sınırını kaldırdı. 2006’da şaibeli bir seçimle yeniden seçildi. 2011’de aynı şaibeli seçimle bir daha... Ve 2016’da bir kez daha… Çad anayasası geçtiğimiz Mayıs ayında yeniden değişti. Sözde yeniden 2005’teki ‘iki dönem sınırı’na dönülmüş gözükülüyor. Ama aynı zamanda, beşinci dönemini yaşayan 66 yaşındaki İdris Deby’e 2021’den itibaren 12 yıl daha iktidarda kalmanın da kapısı açılıyor. Çad devlet başkanı, ‘’2005’teki düzen madem iyiydi neden kaldırdın?’’ sorusuna, ‘’Ülkece kritik bir süreçten geçiyorduk. Çad’ın bekası için o değişikliği yapmamız şarttı. Ne yaptıysak, kendimiz için değil, ülkemiz için yaptık’’ yanıtı verdi.
Tıpkı Deby gibi, Nijer’in lideri Mamadou Tandja, 2007 yılında Le Monde gazetesine yaptığı açıklamada, ‘’Görev süremin bittiği 2009 yılında görevi devredip emekli olacağım’’ açıklaması yaptı. Sadece bir yıl sonra Tandja’nın partisi, ‘devlet başkanının anayasal görev süresini değiştirecek anayasa değişikliği yapmayı yasaklayan’ anayasayı çöpe attı ve görev sınırının olmadığı yeni bir anayasa yaptı. Mamadou Tandja büyük bir tevazu ile, ‘’Halkımızın emrindeyim. Onların üçüncü dönem hizmet isteğine uymamazlık edemem’’ diye konuştu.
2002 yılında Togo’da, 35 yıldır ülkeyi yöneten Étienne Gnassingbé Eyadém, görev sınırını kaldırıp iktidarının ömrünü uzatan anayasa değişikliğine, devlet başkanının alt yaş sınırını 45’ten 35’e indiren maddeyi de ekledi. Tabii ki bu anayasal değişikliğin amacı, eğer görevi başında ölürse, o günlerde 36 yaşında olan oğlu Enerji, Ulaşım ve Madencilik Bakanı Faure Gnassingbé’ye devlet başkanlığının yolunu açmaktı. İçine doğduğu gibi 2003’te öldü. Meclis Başkanı vekaleten devlet başkanı oldu. Ama kısa süre sonra ordu, ülkede istikrarın devamını sağlama gerekçesiyle o sırada yurt dışı seyahatinde olan Meclis Başkanının elinden vekaletini aldı ve 38 yaşındaki oğul Gnassingbé’yi devlet başkanı yaptı. Oğul Gnassingbé, o günden beri Togo’da yapılan bütün seçimleri ‘rahatlıkla’ kazanıyor.
Burundi’de 2005 yılından beri devlet başkanı olan Pierre Nkurunziza’ya görev süresinin biteceği 2020 yılından sonra iki dönemde 14 yıl daha devlet başkanı olma olanağı getiren anayasa değişikliği de yine 2018 Mayıs ayındaki referandumda kabul edildi. Dünyadan ve kendi partisinden yükselen tepkiler üzerine Nkurunziza bu hafta, ‘2020’de yeniden aday olmayıp emekli olacağım’ açıklaması yaptı. Ancak herkes bu açıklamanın sadece bugünleri geçiştirmek için sarfedilmiş stratejik bir yalan olduğuna emin.
Afrika dünyanın en genç nüfusuna sahip kıtası. Ama aynı Afrika dünyanın en yaşlı liderlerine sahip. Dünyanın en uzun süredir görevde olan 10 devlet ve hükümet liderlerinden 7’si Afrika ülkelerinde. Diğer üçü Iran’da Ali Hamaney (37 yıl), Kazakistan’da Nursultan Nazarbayev (34 yıl) ve Kamboçya’da Hu Sen (34 yıl). Yine 15 Afrika ülkesinin liderleri 20 yıldan fazladır görevde ve çok daha fazlası 10 yıldan fazladır... Kongo’da Denis Nguesso 34 yıldır iktidarda. Sudan’da Ömer el Beşir (28 yıl), Eritre’de Isaias Afwerki (27 yıl), Ruanda’da Paul Kagame (24 yıl), Kongo Demokratik Cumhuriyetinde Joseph Kabila (17 yıl) diğer bazı usun süreli muktedirler.
Muammer Kaddafi 2011 yılında devrildiğinde devlet başkanlığında 42’nci yılındaydı. Keza, 2009’da öldüğünde Gabon devlet başkanı Omar Bongo da 42’nci yılındaydı. 34 yıl Zimbabwe’yi yöneten Mugabe, geçen yıl 94 yaşında iktidardan zorla indirildiğinde dünyanın en yaşlı devlet başkanıydı.
Ekvator Gine’sinin ilk devlet başkanı olan amcası Francisco Macías Nguema’yı 1979 yılında deviren Teodoro Obiang, halen dünyanın en uzun süredir iktidardaki lideri konumunda. Amcası Macias bir defasında kendisinin tanrı olduğunu ima etmişti. Yeğeni de belli bir süre iktidarda kaldıktan sonra aynı duyguyu yaşamaya başlamakta gecikmedi. 2003 yılında devlet radyosu, Teodoro Obiang’ın tanrı olduğunu açıkladı ve ‘’gücünün herşeyin ve her insanın üzerinde olduğunu’’ iddia etti. Yani Obiang'a muhalefet, tanrıya muhalefetti. 2011 Anayasasına göre yeniden aday olma yasağı olmasına rağmen 2016’da bırakmadı ve beşinci dönemine başladı. Devlet başkan yardımcısının oğlu olmasının dışında ülkenin birçok kritik kurumunun başında aile üyeleri var. Ülke, aile için 'ilahi' bir şirket. Obiang, kendisine ünvanlar takması ve herkesin kendisine bu şekilde hitap etmesini istemesiyle de ünlü. Son dönemdeki ünvanı ise ‘El Jefe (şef)’.
Ekvator Ginesinin komşusu Kamerun’da da Paul Biya, dünyanın en uzun süredir iktidardaki ikinci lideri ünvanına sahip olarak bir tür otoriter istikrarı temsil ediyor. 2005 yılından beri yayınlanan bütün raporlarda ‘dünyanın en kötü diktatörü’ ünvanının da sahibi.
Kamerun’un komşusu Kongo Brazzaville’de Denis Sassou Nguesso toplamda 34 yıldır iktidarda. 2015 yılında anayasal yeniden seçilme sınırını yeniden değiştirdi ve 2016’da yeni 7 yıllık görev süresine başladı. 80 yaşında olacağı 2023 yılında bir kez daha anayasal görev süresini değiştirip aday olacağına kesin gözüyle bakılıyor.
Öldürülünceye kadar Gine Bissau’yu 23 yıl yöneten Joao Bernardo Vieira, kendi ifadesiyle ‘Tanrının Gine Bissau’ya en büyük ikramı’ydı. Devrildiği 2017 yılına kadar 23 yıl Gambiya'yı yöneten Yahya Jammeh, 2009'da ölen teyzesine büyü yapıldığı iddiasıyla 1000'den fazla insanı 'cadı' oldukları gerekçesiyle tutuklatıp, halisünasyonlar gördüren ilaçlar içirtecekti. Resmi ünvanı Majesteleri Şeyh Profesör Hacı Dr. Yahya Abdul-Aziz Awal Jemus Junkung Jammeh Naasiru Deen Babili Mansa olan bu kaçık diktatör, 2007'de AIDS'i tedavi eden bir ilaç icat ettiğini ve bu ilacın sadece pazartesi ve Perşembe günleri tesir ettiğini ilan edecekti. Devlet başkanını yalanlamanın yasak olduğu ülkede tek bir doktor bile ağzını açamadı.
Peki Afrikalı liderler bunu nasıl yapıyor? Yapıyorlar çünkü yapabiliyorlar. Antik Yunan tarihçisi Thucydides daha Milattan Önce 5’nci yüzyılda, ‘’muktedir yapabileceği her şeyi yapar, zayıf çekebileceği her şeyi çeker’’ tespitinde bulunacaktı. Bir muktedir, kitlesinin en çocuksu kurgulara bile inanmaya hazır gördüğünde, dışarıdan bakanlara en saçma görünecek kurguyu bile iddia etmekten çekinmez. Tıpkı, Kuzey Korelilerin, Kuzey Kore milli futbol takımının Dünya Kupasını kazandığını sanması gibi
Afrikalı liderler, ülkenin anayasasını kolayca askıya alabiliyor, işlerine gelmediğinde ‘fiilen askıdadır’ diyerek uygulamayabiliyor ve bunun bir müeyyidesi olmuyor. Yapabiliyorlar.
1960 – 1990 yılları arasında Afrika’da tam 130 anayasa çöpe atıldı. Anayasaların belli bölümlerinde değişiklik yapılan vakalar dahil değil. O günden beri de Afrika’da neredeyse her iki yılda bir yeni bir anayasa yapılıyor. 1990 – 2017 arasında 27 yılda tam 48 yeni anayasa yapıldı. 2000 yılından beri 20 devlet başkanı, kendi görev sürelerini, çıkarlarını veya keyiflerini kısıtlayan anayasaları çöp yaptı.
Afrika devletlerinde bütün devlet mekanizmasının tek işlevi ve amacı, lideri, liderliğinde tutmaktan ibarettir. İstihbarattan, orduya, eğitim müfredatından, yargıya, parlamentodan, sivil toplum kuruluşlarına kadar herkesin öncelikli görevi, kendisine bir şekilde tarihi ve ilahi roller biçen lideri, liderlikte tutmak. Ne için? İstikar için.
Sorun şu ki, ‘güçlü lider’in güçlü lider kalabilmesi için, yasalarla değil talimatlarla işleyen çok zayıf bir devlet düzeni gerekiyor. Otoriter liderler, ‘Ben gidersem ne olur görün’ dercesine, ülkenin etnik, dinsel ve sosyal fay hatlarında yaraları sık sık kaşıyıp kısa süreli çatışmalara yol veriyorlar. ‘Güçlü lider’ olmadığında ülke iç savaşa ve kaosa yuvarlanacak endişesi veya ‘öteki kabileler bizim kabileyi ezecek’ korkusu halkın yeterli bölümünü sürekli güçlü lideri desteklemeye itiyor. Böylece bu kısır döngü kendini tekrar edip on yıllardır sürüyor.
Afrika Stratejik Araştırmalar Merkezinin hazırladığı bir raporda altı çizilen konulardan biri de, Afrika’da ‘istikrar’ın, 'bir kişinin sürekli iktidarda kalması' şeklinde çok yanlış anlaşılması. Raporu hazırlayan uzmanlardan Joseph Siegle, ‘’Ne zaman biteceği belli olmayan süresiz iktidar, çatışmaların, ekonomik sorunların, kalkınamamanın temeli aslında. Otoriter bir rejime istikrar demek çok büyük yanlış’’ diye konuşuyor. Siegle’a göre, bu süresiz otoriter iktidarlar yüzünden, sosyal ve politik kurumlar eriyor, bir devleti bir mafya örgütlenmesinden ayıran temel özellik olan denge ve denetleme mekanizmaları yok oluyor ve ülke, bir tek kişinin oyuncak parkına dönüşüyor.
Raporda, parlamentolara da dikkat çekiliyor: ‘’Son 20 yılda parlamentolar görece özerklik kazandı ama milletvekilliği bir tür haydut parazitliğe dönüştü. Tıpkı şaşalı yaşamaya, gösterişe, paraya düşkün devlet başkanları gibi milletvekilleri de öncelikle özlük hakları ve yüksek maaşlarını önemsiyor artık. Bu imtiyazlarını sürdürme isteği de iktidar üzerindeki denetim güçlerinden gönüllüce feragat etmelerine neden oldu.’’ Böylesi çıkarcı bireylerden oluşan bir Parlamento’da güçlü liderin istediği her şeyi bir gecede yasaya dönüştürebiliyor ve böylece dünyaya meşruiyet görüntüsü verilebiliyor.
Aynı raporda dikkat çekilen bir başka yozlaşmış erk ise ‘yargı’. Kıtadaki bir çok yargı kurumunun devlet başkanları önünde ‘elpençe divan’ durduklarına dikkat çekiliyor. 2017’de seçimde hile tespit edince iptal eden Kenya Yüksek Mahkemesi gibi az da olsa istisnai örnekler de bulunduğuna dikkat çekilirken, ‘’Uganda, Zambia, Gabon ve Gana’da olduğu gibi, yargı organları, seçimde usülsüzlük şikayeti yapıldığında genellikle bu şikayetleri dikkate alıyor ama tamamı, ‘usülsüzlüklerin seçim sonucuna etki edecek derecede önemli olmadığı’ gerekçesiyle seçimin iptaline veya tekrarına karar vermiyor’’ tespiti yapılıyor.
Bağımsız seçim kurulunun olmaması, iktidar ve devlet olanaklarının seçimlerde kullanılması, kabilecilik ve eğitimsizliğin sonucu olarak seçim kampanyaları sıkça kanlı geçiyor. Sadece 2017'de Fildişi Sahili, Kenya, Zimbabwe, Uganda, Etiyopya, Çad ve Zambia’da seçimlerde yaşanan şiddet olayları gibi.
Diyeceksiniz ki ''başlık, ‘’ABD’de bir hükümet neden en fazla 8 yıl görev yapabiliyor?’ şeklinde ama oturmuş Afrika’yı anlatıyorsun’’. Aslında tamamen ilgisiz değil. ABD’nin kurucu babaları, bazı önlemler almazlarsa, Afrika’nın 21’nci yüzyılın ilk çeyreğinde bile pençesinde yaşadığı bu tabloyu yaşayacaklarını daha 1700’lü yıllarda görebilecek bir vizyona ve samimiyete sahipti.
ABD’nin İngiltere’den bağımsızlık savaşına da komuta etmiş ilk başkanı George Washington ülkedeki herkesin saygısına sahip bir liderdi. Ancak, 8 yıl iktidarda kaldıktan sonra yeterinden fazla iktidarda kaldığını belirterek ikinci dönemini tamamladığında yeniden aday olmayacağını açıkladı. 1797’de göevini tamamladı köyüne döndü. Birçok çağdaşının yaklaşımından uzaktı bu yaklaşımı...
Örneğin aynı dönemde Meksika’nın İspanya’dan bağımsızlığını sağlayan lider Agustín de Iturbide kısa süre sonra kendisini ‘Meksika İmparatoru’ ilan edecekti. Birbirine yakın zamanda bağımsızlıklıklarını kazanan iki ülkenin son iki yüzyıldaki gelişimine etki eden tercihlerdi bunlar. George Washington da, otoriter veya monarşik bir düzen isteseydi o günlerde onun karşısında durabilecek güç yoktu. Ama, o tercihini, ‘tarihi liderlik’ten yana değil ‘anayasal düzen’den yana yaptı. Ölünceye kadar başkanlıkta kalırsa, kendisinden sonra gelen her başkanın da aynı yolu izleyeceğini biliyordu. Bir defasında ‘’Üçüncü George ile (karşısında bağımsızlık mücadelesini verdiği İngiliz Kralı), Birinci George olmak için savaşmadım’’ diye konuştuğunu aktaran kaynaklar var.
İkinci başkan John Adams zaten ikinci dönemi kazanamadığı için tek dönem başkanlık yapabildi. Bu nedenle de ABD’de başkanların tıpkı Washington gibi en fazla iki dönem başkanlık yapma geleneğini başlatan asıl isim üçüncü başkan Thomas Jefferson oldu. 1807 Aralık ayında, tıpkı birinci başkan gibi üçüncü dönem için aday olmayacağını açıkladı ve sözünde de durdu. Başkanlığı James Madison’a devrettiği gün, ‘zincirlerinden kurtulmuş bir köle gibiyim bugün’ diye konuştu. Çünkü muhteşem kütüphanesi onu bekliyordu. 83 yaşına ulaşacağı 1826 yılına kadar sivil yurttaş olarak yaşamını sürdürdü.
Kendisinin kaleme aldığı ABD’nin Bağımsızlık Bildirgesinin ilanının 50’nci yıldönümü günü olan 4 Temmuz 1926 günü, ve kaderin bir ironisi olarak ezeli siyasi rakibi ikinci başkan John Adams ile aynı gün yaşamını yitirdi. John Adams’ın ölürken ‘Jefferson hayatta kaldı’ diye hayıflandığı kaydediliyor. Jefferson'un kendisinden birkaç saat önce öldüğünden haberi olmadan öldü.
ABD başkanları yaklaşık 150 yıl hiçbir anayasal veya yasal zorunluluk olmadığı halde ‘en fazla iki dönem’ geleneğine uydu. F.D. Roosevelt’in İkinci Dünya Savaşı yıllarında 1940’ta ikinci dönemi ve 1944’te dördüncü dönemine aday olup kazanmasına kadar tek bir Amerikan başkanının bile mecbur olmamasına rağmen bu geleneğe aykırı hareket etmemesi tarihçilerin ve sosyologların merak duyduğu konulardan biri... Roosevelt’in ölünceye kadar başkan kalması ise alarm zillerinin çalmasına yetti. Savaş geçer geçmez 1947 yılında, her iki partinin de ortak teklifi ile bir kişinin en fazla iki dönem başkanlık yapabileceğini öngören anayasanın 22’nci ek maddesi kabul edildi. Bütün eyaletlerin onaylaması ile 1951’de yürürlüğe girdi. Yani ABD'de ikinci dönemden fazla başkanlık yapmak artık anayasal olarak da mümkün değil.
ABD’nin ilk Afrika kökenli başkanı Barack Obama, Afrika Birliğinin bir toplantısına da katılan ilk başkan aynı zamanda. 28 Temmuz 2016’da Addis Ababa’daki toplantıda Obama, atavatanının liderlerine karşı son derece açık sözlü oldu. ‘’Afrika’nın gelişmesinin yolunun gerçek demokrasiden geçtiğine inanıyorum. Gerçek demokrasinin şartları ise belli; Serbest ve eşit şartlarda adil seçim, ifade ve basın özgürlüğü, örgütlenme, toplantı ve protesto özgürlüğü.’’. Obama daha sonra ‘’Yine söylemek zorundayım ki, bir liderin görevi bittiğinde ayrılmaması da ilerlemenin önündeki büyük bir engel’’ diyerek Afrika'nın bu temel sorununa dikkat çekip, on yıllarca hapis yaşadıktan sonra geldiği devlet başkanlığını birinci görev süresinin bitiminde, ikinci için bile aday olmadan 1999’da bırakan Nelson Mandela’yı övecekti. Mandela’nın, George Washington’un Amerikan liderler için olduğu gibi Afrikalı liderler için bir örnek oluşturması gerektiğini savunarak...
Görevini bırakmasına yakın komedyen Jerry Seinfeld’in programına konuk olan Obama, Seinfeld’in ‘’Dünya liderlerinin ne kadarı kaçık?’’ sorusuna acıyla gülerek, ‘’Oldukça önemli bir miktarı’’ yanıtı verecek ve ekleyecekti; ‘’Ne kadar uzun süre o koltukta kalırlarsa, çılgınlıkları da aynı oranda artıyor’’. Komedyen Jay Leno da aynı günlerde, ‘’Yeni bir bilimsel araştırma insanların yalan söylemesinin zamanla daha da kolaylaştığını ortaya çıkardı. Bir kere yalan söyleyince sonraki yalanları daha kolay söylüyormuşsunuz. İşte bunun için ABD başkanlığında 8 yıl sınırı var.‘’ şakası ile bu gerçeğin farklı bir boyutuna dikkat çekecekti.
Obama her ne kadar bunları söylese de eğer anayasal engel olmasaydı, 2016 başkan seçiminde üçüncü kez adaylığına tanık olacağımız da neredeyse kesindi. Nitekim, ABD’nin en popüler başkanlarından biri olan Bill Clinton, 2000 yılında, ‘’Eğer Anayasa izin verseydi, kesinlikle üçüncü dönem için aday olurdum’’ itirafı ile bu gerçeği itiraf ediyordu. Ama eğer üçüncü dönem başkan olsaydı, bugünkü saygınlığının yarısını bile bulamayacağı bir düzeye düşeceği de kesindi. Çünkü, 8 yıldan fazla bir sürede topluma ve ülkeye verebileceği hiçbir yeni şey yoktur. İnsan ruhu, o kadar uzun süre iktidarı samimiyetle taşıyabilecek donanımda değil.
Yani Afrika ile ABD arasındaki fark, politikacı veya liderlerinin farkı değil. Devlet başkanı dahil herkesi bağlayan evrensel standartlara uygun, hakça bir anayasal düzen ile, gücü ele geçirenin kafasına göre değiştirebildiği yolsuz ve berbat bir düzen farkıdır. ABD'de bunun için 229 yıldır aynı anayasa hala yürürlükte.
Öte yandan Afrika’da son 10 yılda yapılan bütün kamuoyu araştırmaları, Afrikalıların çoğunluğunun da, politikacıların iktidardaki görev süresinin sınırlı olması gerektiğine, iktidarın denetime açık olması gerektiğine, ifade ve basın özgürlüğüne inandığını gösteriyor. Ancak aynı Afrikalılar sandıklar kurulduğunda gidip yine, kendilerinden gördükleri otoriter liderleri ödüllendiriyor.
Cicero, İhtiyarlık Üzerine adlı eserinde bir yaşlı adamın Atina’da oyun seyretmek için tribünlere gittiğinde kendisine kimsenin yer vermediğini aktarır. Ancak aynı adam Spartalıların tribünlerine gittiğinde elitler dahil herkes ayağa kalkarak ona yer gösterir. Atinalılar tabii ki bu davranışı alkışlar. Yaşlı adam, ‘Atinalılar böyledir işte, neyin doğru olduğunu bilirler ama yapmazlar’ der.
Doğruya inananlar değil, doğruyu yaşayanlar, huzur ve refahı hak eder.