Çocukluğumun radyolu günlerinden aklımda kalan ‘dalgalardan’ biri de Amerika’nın Sesi Radyosu’ydu. O Vizontelevari günlerde devletin ‘acans’ saati dışında bir de Amerika’nın Sesi Radyosu’ndan dinlerdik olan biteni. Solcu büyüklerimizin ‘Amerikan propagandasının sesi’ dediği radyo, Türkiye’nin uzak taşrasındaki, henüz telefonsuz ve televizyonsuz evimize bile ulaşmayı başarıyordu.
Amerikan Dışişleri Bakanlığının faaliyet alanı içindeki Amerika’nın Sesi Radyosu’na(VOA), ‘propaganda’ yakıştırması aslında çok da yanlı bir bakış değil. Propaganda kelimesi Katolik dünyasının literatüre kazandırdığı bir terim. Protestanlığın doğduğu günlerde Papa 15. Gregory’nin 1622 yılında kurduğu ‘’Sacra Congregatio de Propaganda Fide (İnancı Yayma Kutsal Kongregasyonu)’ adlı kilise biriminin adıyla doğdu. Bu birimin amacı, Katolik olmayanlara inancın propagandasını yapmaktı. Kelimenin Batı dünyasında olumsuz bir anlam kazanması 19’ncu yüzyılın ikinci yarısından sonra özellikle de birinci dünya savaşıyla siyasi literatüre yerleşmesiyle oldu.
ABD’nin dünyaya yönelik propagandasının unsurları, 1999 yılından beri kısaca BBG olarak bilinen Broadcasting Board of Governors adlı partilerüstü bir kurulun şemsiyesi altına toplanmış durumda. Bugün BBG bünyesinde dünya çapında TV, radyo ve internet yayını yapan Amerika’nın Sesi (VOA) dışında, Ortadoğu’ya yönelik yayın yapan Alhurra uydu kanalı, İran’a yönelik yayın yapan Radio Farda, Asya’ya yönelik yayın yapan Radio Free Asia, Avrupa ve Ön Asya’ya yayın yapan Radio Free Europe/Radio Liberty, Küba’ya yönelik yayın yapan Radio Martí ve TV Martí ile Ortadoğu’ya yönelik yapan Radio Sawa gibi yayın organları var.
Şimdi haklı olarak diyeceksiniz ki hem ABD’nin devlet radyo ve televizyonu yok diyorsun hem de devlete ait bir sürü radyo ve televizyonun adını sayıyorsun. Evet ABD devletinin bir takım radyo ve televizyonları var ancak bunları en azından bu aya kadar dünyadaki devlet radyo ve televizyonlarından ayıran çok temel bir farkı vardı: ABD devletine ait radyo ve televizyonlarının ABD sınırları içine yayın yapması yasaktı. Yani 100’den fazla ülkede 61 dilde seyredilip dinlenilebilen bu TV ve radyoları 1972 yılından beri Amerikan halkı izleyip dinleyemiyor. Amerikan medyası bunlardan alıntı yapamıyor.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Nazilerin çabalarıyla devlet aklının en önemli aletlerinden birine dönüşen ‘propaganda’, Soğuk Savaşın başlamasıyla süper güçlerce de vazgeçilmez bir enstrüman olarak görüldü. ABD’de devlet yayınlarını düzenleyen ve Amerikan kamuoyunda ‘Smith-Mundt Act’ olarak bilinen ABD Enformasyon ve Eğitim Değişimi Programları Yasası 1948 yılında çok keskin tartışmalardan sonra kabul edildi. Amaç, Avrupa’yı etkisi altına alan Sovyet propagandasına karşı koymaktı. Dönemin Başkanı Harry Truman ile selefi olacak Genelkurmay Başkanı Eisenhower’ın o günlerde sıkça kullandığı tabirle, ‘küresel, zihin ve iradeleri kontrol mücadelesine katılmak’tı amaç.
Ancak bu yasa 1970’lerde çok önemli ve anlamlı bir değişikliğe uğradı. VOA ve Radio Free Europe’tan, ‘’Artık Soğuk Savaş kalıntılarının gömüldüğü mezarlıkta hakettikleri yere gönderilmeleri gerek’’ diye bahseden Arkansas Senatörü William Fulbright o zamanlar adı ABD Ulusal Enformasyon Dairesi (USIA) olan yapının ABD halkına yayın yapmasını yasaklayan değişiklik önergesini Kongre’den geçirtmeyi başardı. Gerekçe, devletin kendi halkına yayın yapan TV ve radyosu olamayacağı, bunların yönetimin propagandası için kulllanılmasının kaçınılmaz olacağıydı. Fullbright, ‘Amerikalıya Amerikan propagandası’na şiddetle karşı çıkıyordu.
Senatör Fullbright’ın çabasıyla çizilen bu kırmızı çizgi 1985 yılında Senatör Edward Zorinsky’nin önergesiyle daha da kalınlaştırıldı. 1985 değişikliği ile USIA unsurlarının ABD içine yayın yapmasının yasaklanmasına ek olarak devlet kurumlarının ürettiği bu radyo/tv materyaline ABD içinden de ulaşılamayacağı hükme bağlandı. Öylesine katı bir sınırlama getiriliyordu ki, ‘Bilgi Alma Özgürlüğü Yasasını (Freedom of Information Act)’ gerekçe göstererek bile hiçbir Amerikalı bu yayınların içeriğine ulaşamayacaktı. Zorinsky, bu yayınların ABD içinde izlenebilir/dinlenebilir olması halinde birer ‘Pravda’ya dönüşeceklerini savunuyordu.
Ancak özellikle 11 Eylül sonrası Bush yönetimi, El Kaide ve benzeri örgütlerin propagandasının ABD içine rahatlıkla ulaştığına dikkat çekerek, dünyada etkili olan Amerikan propaganda yayınlarını ülke içinde bu ‘sınırsız’ düşmana karşı kullanmamanın büyük hata olduğunu savunmaya başladılar. Bu korku politikasının yanı sıra internetin ‘ulusal yayın uluslararası yayın’ farkını belirsizleştirmesi gibi teknik gerekçeli iddialar sonuç verdi. Bu yıl başında 642 milyar dolarlık Pentagon Yetki Yasasına dikkat çekmeden eklenen bir değişiklik önergesiyle, ABD devleti tarafından kurulan radyo ve televizyonların ülke içine yayın yapması yasağı kaldırıldı. Savunma Bakanlığı’nın yetki ve bütçesinin gölgesinde kaldığı için hiç dikkat çekmeyen bu değişiklik, birkaç gün önce sessiz sedasız yürürlüğe girdi. BBG artık tüm yayın içeriğini ABD genelindeki özel kanallarla paylaşarak bütün ülkeye de izletebilecek. Amerikan medya kuruluşları VOA içeriği paylaşabilecek, siteler VOA sitelerine link verebilecek.
Değişikliği getiren yasal düzenlemenin Pentagon yasası ile birlikte geçmesi doğal olarak gözleri bu kuruma çevirdi. Buzzfeed’e konuşan bir Pentagon yetkilisi yasayı endişe verici bulduğunu itiraf ederek, ‘’Amerikalıları koruyan zırhı ortadan kaldırıyor. Devletin yaptığı yayında kontrol ve denetim yok. Kimse burda yayınlanacak bilgilerin gerçekten de doğru mu yoksa yanıltıcı mı olacağını bilemez’’ diyor. Aynı yetkili Pentagon’un içinde özellikle de halkla ilişkiler departmanında Smith-Mundt Yasasından tamamen kurtulmak isteyen çok sayıda yetkili olduğunu ifade ederek, ‘’Çünkü bu yasa onların, Irak ve Afganistan gibi çok da popüler olmayan politikalara kamuoyunda desteği artıracak enformasyon girişimleri yapmasına engel oluyor’’ şeklinde konuşuyor.
BBG sözcüleri ise, Smith-Mundt yasasının Pentagon ile hiçbir ilgisi olmadığını belirterek, yeni düzenlemenin Pentagon’un Amerikalıya propagandasına zemin hazırlayacağı iddiasını ‘’saçma’’ buluyor. BBG, ürettikleri içeriğin amacının, dünyada resmi haber kanallarından başka haber kanalı olmayan ülkelerin yurttaşlarına objektif haber sağlamak olduğunu savunuyor. BBG sözcüsü Lynne Weil, Foreign Policy sitesine açıklamasında BBG’nin bir propaganda ağı olmadığını savunarak, ‘’Bizim gazetecilerimiz, birçok insanın ülkesinde elde edemediği, sansürsüz haber, sorumlu tartışma ve açık münazara imkanı sağlıyor onlara’’ görüşünü dile getiriyor.
Son yasal düzenlemeye rağmen BBG’nin diğer ülkelerdeki gibi bir devlet televizyonu kanalı kurma planı yok. Daha çok içeriklerini ülke genelindeki özel kanallarla paylaşmayı planladıklarını belirtiyorlar.
Aslında ABD’de 1967 yılında çıkarılan bir yasa ile oluşturulan kar amacı gütmeyen özerk bir şirket olan Kamusal Yayın Şirketi (CPB) tarafından kurulan bazı ‘public (kamusal)’ radyo ve TV’ler de var. Bunların hiç şüphesiz en bilinenleri NPR diye adlandırılan Ulusal Kamu Radyosu ağı ile PBS adıyla bilinen Kamu Yayın Servisi televizyon ağı. 1970 yılında kurulan NPR, ülke genelinde üyesi 900 yerel radyoya içerik sağlayan bir organizasyon. NPR’ın içerik üretiminde Amerikan devletinin hiçbir yetkisi yok. NPR bir üyelik şirketi yapısına sahip. Üye olabilmek için radyonun kar amacı gütmeyen (reklamsız) bir yayın olması gerek. NPR’ın gelirlerinin yarısı üye radyoların içerik karşılığı ödedikleri paradan ve geri kalanı da çoğunlukla bağımsız haberciliği desteklemek isteyen vakıflar ile dinleyicilerinin bağışlarından oluşuyor. Gelirin sadece yüzde 10’unu CPB karşılıyor.
ABD’nin en güvenilir kurumu bir televizyon kanalı
PBS televizyon ağı ise tüm dünyada fenomen olan Susam Sokağı, Frontline gibi programları da üreten saygın bir televizyon ağı. Ülke genelinde PBS ağına üye 354 TV kanalı var. Bunların en ünlüsü New York metropolitan bölgesine yayın yapan Thirteen adıyla da bilinen WNET. PBS televizyon ağı, uzun süredir yapılan anketlerin tamamında, Amerikan halkınca mahkemelerin bile önünde, ‘ülkenin en güvenilir kurumu’ olarak görülüyor.
ABD’nin bir yönüyle Meclis TV’si diyebileceğimiz C-SPAN kanalı ise, PBS ve NPR’ın aksine özel bir yayın kuruluşu. Kar amacı gütmeyen bu TV kanalının yayın kurulunda ülkenin en önde gelen kablolu yayın ağlarının temsilcileri var. İçeriğine ABD Kongresi ya da hükümetinin karışma yetkisi yok.
PBS ve NPR’ın ise CPB’den gelen küçük bir fon dışında Amerikan devleti ile içerik ve yayın kadrosu olarak hiçbir bağları yok. Dolayısıyla klasik anlamda ‘devlet radyo ve televizyonu’ olarak görülmüyorlar. Daha çok ‘kamu yararı’ ekseninde eğitici, katılımcı ve çoğulcu yayın anlayışına sahipler. Amerikan devlet politikalarının aksine bir yayına yer verebileceklerini söylemek zor ama nerdeyse bütün siyasal kesimlerce ülkenin görece en bağımsız ve güvenilir haber kaynakları olarak görülüyorlar. Bu yapılarıyla medyadaki keskin siyasal kutuplaşmaya bir alternatif oluşturuyorlar. PBS ve NPR’ın kurulmasına yol açan ünlü Carnegie Komisyonu raporunda kamu yayıncılığığının özellikleri olarak, ‘’başka türlü keşfedilemeyecek yeteneklere keşfedilme imkanı sağlaması, başka türlü sesleri duyulmayacak gruplara seslerini duyurmayı sağlaması, ülke gündemindeki tartışmaların bağımsız platformu olmaya, cesur yayıncılığa, insan ve dünya merkezli bir bakışa sahip olması…’’ sayılmış.
ABD’nin kurucu babaları, insana güç emanet etmenin, aç kurda kuzu emanet gibi olduğuna inanıyordu. Bu nedenle iktidara karşı şüphe ve temkin, uzun yıllar Amerikan kamuoyunun karakteristik özelliklerinden biri oldu. BBG sözcüsü Lynne Weil de, The Verge sitesine açıklamasında, ‘’Hükümetin kurduğu herşeye karşı doğal bir şüphe olacağını’’ kabul ediyor.
Bazı analistler ise toplumların geldiği aşamada ve internet çağında artık resmi kanalların propagandalarına kanma oranının çok düşük olacağına dikkat çekerek, BBG’nin istenilse bile etkili bir propaganda aracı olamayacağını ifade ediyor. Bu görüş sahiplerine göre asıl korkulması gereken ‘propaganda araçları’, yandaş ticari yayın kuruluşları. Örneğin Fox News, Bush yönetiminin propaganda kanalı gibi yayın yaparken, MSNBC News kanalı ise Obama yönetiminin propaganda kanalı gibi yayın yapıyor.
Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği (ACLU) ise her zamanki teknik hukuksal bakışına paralel olarak, BBG yayınlarının ülke içine yayın yasağının kalkmasını olumlu bulduğunu açıkladı. ACLU’ya göre devletin yurtdışında yaptığı yayını Amerikalının görmesi şeffaflık ve ifade hürriyeti açısından önemli. ACLU, bilgi edinme özgürlüğü yasasının herhangi bir istisnası olmasına da şiddetle karşı.
ABD dışında neredeyse bütün ülkelerde televizyon yayıncılığı devlet tarafından başlatıldı ve bir zamanlar sadece devlet televizyonları vardı. Bugün hala sadece devlet televizyonunun yayında olduğu ülkeler de var.
Son düzenlemenin bazı kesimlerde doğurduğu propaganda endişesine rağmen hiç kimse bu düzenlemenin içeriğini ve kadrosunu iktidarın belirlediği bir merkezi devlet televizyonu kanalı kurulmasını mümkün kılacağını düşünmüyor. BBG’nin en önde gelen destekçilerinin bile uzun vadede böyle bir teklifi yok. Konuyu farklı açılardan tartışan neredeyse bütün Amerikalılar, bir devlet televizyonunun Amerika’nın değil, yönetimdeki siyasi iktidarın televizyonu olacağında hemfikir.
Bununla beraber, siyasi yelpazenin zıt uçlarında zaman zaman tenkitlere uğrasalar da NPR ve PBS gibi kamu yayınlarının korunması konusunda da hala bozulmamış güçlü bir konsensus var. Bilgisine, gazeteciliğine, etik anlayışına derin bir saygı duyduğum Bill Moyers, devletin değil ama ‘toplumun’ malı olan böylesi kamu yayıncılığını da vazgeçilmez görenlerden. Gazeteci ve tarihçi Richard Reeves’in, kendisine ‘gerçek haberin tarifini’ soran bir öğenciye yanıtını aktarıyor Moyers: ‘’Devlet karşısında özgürlüklerimizi korumak için ihtiyacımız olan haberler gerçek haberlerdir’’