Dört ayrı seçimde ABD başkan adayı da olan hukukçu aktivist Ralph Nader, 1970'li yıllarda ABD Gelir Vergisi Dairesinin (IRS) başındaki isimle öğle yemeğinde bir araya gelince kafasını kurcalayan bir konuyu gündeme getirmekten kendini alamaz. Vergi yasalarındaki bazı bölümlerin Einstein'ın görecelilik yasasını anlamaktan bile daha zor olduğu şeklindeki benzetmeyi hatırlatarak, 'Doğru mu bu?' diye sorar. IRS Başkanı, 'Doğruluğundan hiç şüphem yok' yanıtı verir. "Peki öyleyse bu kanun maddeleri nasıl uygulanabiliyor ki?" diye sorduğunda aldığı yanıt şok edicidir; "Çoğunlukla uygulanmıyor ki zaten…"
"Kanunsuzluk, Amerikan yaşamının kahir gerçeği haline gelmiş durumda" diye yazıyor Nader, 'Kanunsuzluk Ülkesi' başlıklı yazısında, çok az kişinin yasaların nasıl hiç uygulanmadığına dikkat edebildiğinden yakınırken…
'ABD'nin bir kanun devleti olduğunun ve kimsenin kanunların üzerinde olamayacağı' klişesinin sıkça tekrarlandığına dikkat çeken Nader şöyle devam ediyor:
"Buna rağmen ülkenin legal yaşamını, bir yandan kanunların uygulanmamasının diğer yandan ise politik, ekonomik veya yasal silahlı kaba kuvvetin kendine açtığı büyük boşluk bölgelerinin hukuksuzluk alanları şekillendiriyor. Bu durum, hukuk devletini işlevsiz bir mite dönüştürüyor."
Nader'in yazısını, ABD Başkanı Donald Trump'ın nerdeyse her gün bir kez büyük harflerle, 'LAW&ORDER (KANUN&NİZAM)' Tweet'i atmaya başlamasından önce okumuştum. Trump, geçtiğimiz yıl, Latino göçmenlere karşı hukuk mevzuatının dışına çıkan ağır devlet baskısını savunurken de, bu 'kanun var nizam var' mazeretini kullanmıştı. ABD bir kanun ülkesiydi. Ne yani, kanunlar göçmenlere uygulanmayacak mıydı?
George Floyd'un bir polis tarafından vahşice katledilmesinden sonra yükselen protesto dalgasında, bazı küçük grupların da yağma olayları ve vandalizme dönüşen eylemleri sonrası Trump, kendisini 'düzenin ve asayişin savunucusu' gösterdiği hesabıyla, "kanun var nizam var' iddiasını yeniden ama bu kez her gün tekrarlıyor.
Aslında, bu tür toplumsal patlamaların arka planında yağma ve şiddet unsurlarının da gelişmesi, elmalı turta kadar bir Amerikan geleneği. 2008 Ağustos ayında, John McCain'in adaylığının resmen ilan edileceği Cumhuriyetçi Parti başkanlık kurultayını gazeteci olarak takip etmek için bulunduğum Minneapolis'te, St Paul'deki kurultaydan daha çok, kente gelecek Goerge W. Bush'a ve Irak savaşına karşı protesto gösterilerini takip etmek zorunda kalacaktık.
Yüz binlerce barışçıl protestocu, simsiyah elbiseleri ve maskeleriyle gelen ve anarşist olduklarını iddia eden 60-70 kişiden oluşan bir grubu, 'utanç verici bir şey yapmıyoruz, aramıza katılmak istiyorsanız maskelerinizi çıkarın ya da defolun gidin' diyerek aralarına almayacaktı. Ertesi gün, yüz binlerce kişinin önemli mesajlar verdiği görkemli protestosu değil, bu 60-70 kişilik grubun kentin başka bir bölgesinde dükkan camlarını kırması ve birkaç mağazayı yapmalamasının fotoğrafları manşetlerdeydi. Amerika, gerçek protestocuların dikkat çekmek istediği şeylerden, yani o kurultaydan yaklaşık bir ay sonra patlayacak ve Büyük Buhran'dan beri en büyük ekonomik krizin nedeni olan ekonomi politikalarından, Irak savaşının yol açtığı sosyal, hukuksal ve ekonomik yıkımdan değil ama gerçekte kim oldukları bile bilinmeyen bu 60-70 kişilik grup ile onlara takılan bir o kadar serserinin yarattığı birkaç fotoğraftan dehşete düşecekti.
Sanıldığının aksine bu şehir isyanları geleneğini başlatanlar ise siyahlar değil beyazlar. Kaldı ki beyazların şehir isyanlarında hedef polis veya marka dükkanlar da değildi. Doğrudan siyahların yaşadığı mahallelere, siyahların sahibi olduğu işyerlerine yönelik ırkçı, kitlesel katliam girişimleriydi bunlar. Örneğin Oklahoma'nın Tulsa kentinde siyahların yaşadığı Greenwood bölgesi, 1 Haziran 1921 günü, bir siyahın bir beyaz kadına sarkıntılık ettiği iddiasıyla (çoğu beyaz isyanının ve lincinin tek gerekçesi buydu ve neredeyse tamamında yalandı), binlerce beyazın silahlı ve bombalı saldırısına uğradı. Öyle ki, beyazlar özel uçaklara yükledikleri bombaları havadan bırakarak mahalleyi havadan bile bombaladılar. 18 saat süren saldırıda yüzlerce siyah öldürüldü, on binlercesi evsiz kaldı.
Trump'ın ABD'yi 'yeniden kavuşturmak istediği ihtişamlı günlerde' yani 19'ncu yüzyılın ortalarından 20'nci yüzyılın ortalarına kadar 100 yıl boyunca, beyazlarca gerçekleştirilen onlarca büyük şehir isyanına sahne oldu ABD.
Siyahların ilk isyanları ise 1960'larda başladı. Yani, 1960'ların başında haklarını açıktan talep etme cesareti kazanmalarından sonra. O yıllarda art arda karışan şehirler, Amerikan sağcılığının aniden 'kanun ve nizam'ı anımsamasına yol açacak ve Richard Nixon, 1968 seçimini, 'Kanun ve Nizam'ın adayı olarak kazanacaktı.
Trump'ın, 'LAW & ORDER' içerikli Tweetlerinin öncelikli hesabı da elbette ki 1968'de Nixon'un işine yarayan stratejinin kendi işine de yarayacağı. Kişi kendinden bilir derler. Beyazların, ortamlarda 'ırkçılık çok fena' diye konuşsalar da kendi evlerinin içinde, 'zencinin sırtından sopayı polisi eksik etmeyeceksin' ilkelliğini savunan iki yüzlü ırkçılar olduğu hesabına dayalı bir strateji. Trump, Kasım ayındaki seçimde özellikle Michigan, Wisconsin, Ohio, Pennsylvania, Florida gibi kritik eyaletlerde bu hesabın işe yarayacağını umuyor.
Trump'ın 'kanun var nizam var' uyarılarının hedefindekiler, gerçekte tabii ki bu yağmacı küçük gruplar değil. Onun asıl itibarsızlaştırmak, katılımını azaltmak ve yasadışı haline getirmek istediği barışçıl kitlesel protestolar. Trump'ın 'kanun var nizam var' çığırtkanlığının, bir kanun ve hukuk duyarlılığı olduğundan şüphelenmek için çok haklı sebeplerimiz var.
Daha görev süresi ile bitmeden ABD tarihinde 'KANUN & NİZAM' kalıbını en çok kullanan başkan haline gelen Donald Trump ve yönetimi, ABD tarihinde, hem de açıktan, kanunları ve anayasayı en fazla çiğneyen Amerikan yönetimi haline gelmiş durumda.
Trump'ın, kanun ve nizamdan anladığı tek bir şey var; devlette, yargı ve Kongre erkleri de dahil herkes başkanın keyfine uymakla yükümlü. Bu aslında, 'cumhuriyet' fikrinin yaygın kabul görmesinden önceki saltanat çağının zihniyetidir. Saltanatta ülke bir şahsın mülküdür. Devlet, anayasa ve yasalara uymakla yükümlü, milletin hizmetkarı bir organizasyon değil. O şahsın, 'mülkü' üzerindeki hükümranlığının, keyfi talimatlarıyla çalışan bekçisidir. Fransa Kralı 14. Lui'nin Fransa Parlamentosuna, "L'Etat c'est moi! (Devlet, benim!)' diye çıkışması bu yönetim tarzının bütün özetidir. 16. Lui de aynı parlamentoya "Bu kanundur, çünkü ben öyle istedim!" şeklinde çıkışarak bu saltanatçı zihniyete yeni bir slogan kazandıracaktı. Bunun kişisel egoya doğal bir yansıması olarak 15. Lui, yatakta bile Madam Pompadour'dan kendisine adıyla değil 'Fransa' diye hitap etmesini isteyecekti.
Amacı 'Lui'ler gibi olmak olsa da henüz buna gücü yetmeyen Trump da, sıkıştığında keyfini, 'kanun nizam' kılıfına sokma ihtiyacı duyuyor. Ülkenin bir anayasası, yasaları ve kamu düzeni olduğunu sadece, kendisine, çıkarına, seçim hesaplarına ve keyfine aykırı kişiler ve durumlarda hatırlıyor. Kendisinin, ailesinin, kabine üyelerinin, büyük şirketlerin, federal kurumların, polisin ve istihbaratın, kanunları ayaklar altına almasını ise "vatan-millet-Mississippi" hamasetiyle savunup geçiştiriyor. Bu açıdan, Peru'nun 1930'lardaki askeri lideri Óscar Benavides'ın, “Bizimkilere her yol mübah, muhaliflere her kanun uygulanır” sözü, Trump yönetiminin de gayri resmi mottosu gibi.
Örneğin, Trump'a yakın kişilerin, açıkça yasaları çiğnemesine karşı soruşturma yürüten federal görevliler, 'kanun var nizam var'cı Trump tarafından görevlerinden alınıyor.
Örneğin, Trump'ın kişisel avukatının, kampanya finansmanı yasalarını, hem de Trump'ın talimatıyla çiğnediği belgelendi. Mahkum oldu. Buna rağmen kanun ve nizamın başkanı, yasaları çiğneyen avukatını başkanlık affıyla yargının elinden kurtarmaya hazırlanıyor.
ABD'de, Başkan ve Başkan Yardımcısı dışında kalan yönetim elementlerinin, yani başkan danışmanları, bakanlar, federal kurum başkanları ve diğer tüm federal görevlilerin, politik açıklamalar yapmasını, politik toplantılara katılımını, mesai saati dışında katılacakları zaman ise ünvanla, makam arabasıyla, koruma görevlileriyle katılımını yasaklayan Hacth Yasasını, Trump yönetiminin danışmanları, bakanları kamuya açık şekilde yüzlerce kez çiğnedi, çiğniyor. Bu yasanın uygulandığını denetlemekle görevli kurumun, kanunu çiğnediğine hükmettiği isimleri, Trump işten çıkarmadığı gibi onlara, yasal dokunulmazlık sunarak bu suçu işlemeye devam etmelerini teşvik ediyor.
Yine örneğin Trump'ın ABD Ticaret Bakanı yaptığı Wilbur Ross, bu bakanlığın yetki alanında olan ülkelerle ticari ilişkileri olduğunu, örneğin Çin devletinin de ortağı olduğu bir şirkette, Putin'in dar dairesinden bir isme ait bir nakliye şirketinde ve savcı Robert Mueller'in Rusya soruşturmasında da radara takılan bir Kıbrıs Bankasında hisseleri olduğunu, bakan olarak atanmadan önce Senato'ya ve devlete verdiği mal bildirimi beyanlarında bu hisselerini gizleyerek suç işlediği ortaya çıktığı halde hala bakanlık yapmaya devam ediyor. Bakana karşı kanunu uygulamakla görevli Trump, 'kanun var nizam var' tweet'leri atmaktan bir türlü konuya gelemiyor.
Wilbur Ross, devlete yalan mal beyanı vererek, ağır bir suç işleyen tek Trump yönetimi üyesi de değil. Örneğin Trump'ın damadı, Orta Doğu elçisi ve başdanışmanı Jared Kushner, devlete 'doğrusunu' vermekle yükümlü olduğu mal bildirimi beyanını, medya ona ait olan yeni mal mülkü ortaya çıkardıkça, tam 39 kez güncelledi ve daha önce unuttuğunu söylediği yeni kalemler ekledi. Bazıları milyonlarca dolar değerinde kalemler bunlar. Örneğin, New Jersey eyaletinde 1 milyon dolarlık alkollü içki ruhsatı olduğunu veya kişisel sanat koleksiyonunda 25 milyon dolar değerinde eser olduğunu, gazetelerde çıktıktan sonra hatırlayıp ekledi. Yine Kushner'in Beyaz Saray başdanışmanı olarak devletin en gizli bilgilerine toplantılarına erişim yetkisi kazanmak için verdiği başvuru formunda, yabancı ülkelerde yüz civarında ticari ilişkisini unutması da, 'kanun ve nizam'a aykırı düşmedi.
Trump'ın kızının bir yandan babasına danışmanı sıfatıyla devletin en tepesinde gezinip yabancı devlet delegasyonlarıyla devletler arası toplantılara katılırken, bir yandan da sahip olduğu şirketlerle aynı ülkelerde ticaret yaparak etik kanunlarını aleni çiğnemesi de 'kanun ve nizam'a aykırı düşmüyor. Örneğin, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile babasının Florida'daki evinde akşam yemeğinde 'danışman' olarak aynı masaya oturan Ivanka Trump'ın, büyük bir tesadüfle hemen ertesi gün Çin devletinden, üç markasına tescil alarak, dünyanın en büyük pazarında bu mücevher, çanta ve spa hizmeti alanlarındaki bu markaların tek satıcısı olma hakkı elde etmesi, kanun ve nizam için sorun teşkil etmedi.
Neredeyse bütün ABD başkanları, gelir vergisi dairesi, FBI, istihbarat gibi federal kurumlara profesyonelleri atarken, 'LAW & ORDER' Tweetçisi Trump'ın, bu kurumlara atayacağı kişilerde aradığı tek özelliğin, "anayasa ve kanunları takmamak olması" da ayrı bir ironi. Trump yönetiminde görev almanın tek şartı, anayasa ve yasalar yerine Trump'ın şahsına sadık olmak. Kişinin uhdesine verilecek yetki ve kurumun öncelikli görevini "Trump muhaliflerinin açığını bulmak, Trump destekçilerinin ise açıklarını örtmek" haline getirmek.
Trump'ı hararetle desteklemeye devam eden liberteryanların en büyük gerekçesi, Trump'ın 'diregülasyon' yanlısı olmasıydı. Yani federal kurumların, ekonomik, politik ve sosyal hayat üzerindeki denetim mevzuatlarını mümkün olduğunca ortadan kaldırmak. Ancak Trump, bu regülasyonları kaldırmak bir yana, ona muhalefet edenlere karşı, daha önce hiçbir Amerikan başkanının kullanmadığı ölçüde kullanan, kullanmak isteyen bir başkan haline geldi. Örneğin, kendisinin apaçık bir yalanına, 'doğrulanan bir bilgi değil' uyarı notu koydu diye özel bir şirket olan Twitter'a karşı, 'strongly regulate or close them down (güçlü şekilde kurallara bağlama veya tamamen kapatma yoluna gitme)' tehdidinde bulunabildi. Ve hemen ardından bir Başkanlık Kararnamesi bile yayınlayarak bu isteğine yasal kılıf biçmeye bile çalıştı.
Kimlerin yoksul olduğuna ve federal yoksulluk yardımlarından yararlanacağına eyalet yönetimleri karar veriyordu. Trump ile birlikte, federal hükümet bu konuda yığınla yeni belge temini istemeye başladı. Çok yoksul olmadığı halde öğle yemeği yiyen çocuk var mı diye artırılacak denetimler için birçok yeni eleman istihdam edildi. Böylece, bir milyon yoksul çocuğun, kamu okullarında örneğin, ücretsiz öğle yemeği hakkından yararlanması olağanüstü zorlaştırıldı. Çünkü Trump ve destekçisi kitle, büyük çoğunluğu siyah ve Hispanik ailelere mensup yoksul çocukların yediği ve ülkeye maliyeti birkaç milyon doları geçmeyen öğle yemeği ile ülkenin yoksullaştığına inanıyor.
Ama, hakkını vermek lazım, bazı konularda ise devlet baskısı ve regülasyonlar tamamen kaldırılıyor. Örneğin, tamamı onun destekçisi olan kömür endüstrisinin, tedbir maliyetini düşürüp kârlarını artırmak için, arsenik ve kurşun gibi sağlığa çok zararlı tehlikeli kimyasalları kamusal sulara boşaltma yasağını kaldırdı. Ülkenin ormanlarını, doğal su kaynaklarını, yaban yaşamını koruyan birçok koruma mevzuatı, buralara gözünü dikmiş Trump destekçisi şirketlere yatırım alanı ve kâr sağlamak için ortadan kaldırıyor.
Cumhuriyetçilerin 2016 seçiminde en büyük fırtınaları kopardığı konu, Hillary Clinton'ın dışişleri bakanı olarak, özel şirket sunuculu kişisel e-mail'ini de kullanmasıydı. Bu tür kullanım, Trump yönetiminde nerdeyse bütün üst düzey isimlerin rutini haline gelmiş durumda. Trump'ın damadı ve kızı da dahil birçok önemli ismin, devlet kayıtlarına girmesini istemediği ilişkiler, sözler nedeniyle, resmi iletişim kanallarını değil, yabancı ülkelerce erişimi çok kolay olan özel şirket sunuculu kişisel e-mailler ve WhatsApp kullandıkları defalarca örnekleriyle medyaya yansıdı ama 'kanun ve düzen' artık rencide olmuyor. Devlet de, Cumhuriyetçiler de 'kim hangi server'ı kullanıyor' diye takip etmeyi bıraktı.
Tabii ki Trump'la başlamış bir sorun değil bu. Çoğu yönüyle Trump'ın alenileştirdiği bir tablo var karşımızda. Nader'in anısının da gösterdiği gibi, ABD, kanun ve nizamın, uzun zamandır, güçlüler, zenginler ve devlet görevlileri lehine uygulanmadığı bir ülke.
Son yarım yüzyılda Kongre, yani yasama faaliyeti, büyük ölçüde lobilerin etkili olduğu bir mekanizmaya dönüştü. Parasını verenin yasayı istediği gibi çıkarabildiği bir düzen oluştu.
Örneğin, 1966'da Kongre, otomobil güvenliği yasalarında, devletin otomobil güvenliği regülasyonunun ihlal edilmesinin doğrudan sonucu olarak bile insanların ölmesini, otomobil üreticileri için kriminal suç olmaktan çıkardı.
Yasaların dili ve metinleri, uygulamada büyük boşluklar yaratacak şekilde muğlaklaştırılıp karmaşıklaştırıldı. Örneğin, vergi konularında uzmanlaşmış avukatları tutmaya gücü yetenler, bir sokak mafyasının haraçtan veya kaçakçılıktan kazanamayacağı kadar parayı kazanabiliyor. Baba filminde mafya lideri Don Corleone'nin "İşlerimi yürütmek için artık sokak bıçkınlarına değil, avukatlara ihtiyacım var" derken kastettiği buydu.
Bu 'yağma düzeni' sayesinde, ABD ekonomisinin ürettiği refahın, yüzde 90'ı ülke nüfusunun yüzde 5'ine giderken, nüfusun yüzde 95'i, refahın yüzde 10'luk kısmını paylaşıyor. Trump'ın 2018 vergi reformu ile 'vergi kaçırma suçu' çok daha kolaylaştırıldı. Sadece 2019'un ilk çeyreğinde şirketlerin bu yasa sayesinde kasasına giren ek para miktarı 1,9 trilyon dolar oldu. Örneğin, dünyanın en büyük şirketi olan ve on milyarlarca dolar kâr eden Amazon'un, yasadaki boşluklar sayesinde ABD'de iki yıl üst üste ödediği federal miktarı '0' cent' oldu. 2019'da tek kuruş bile vergi vermediği gibi federal devleti kendisine yüzde -1 borçlu çıkardı.
Amazon, vergi kaçırmanın sembolü haline dönüşmesinden sonra bu yıl ilk kez 163 milyon dolarlık federal gelir vergisi çıkardı. Ancak bu bile, onlarca milyar dolarlık kârı olan bir şirket için oldukça komik bir rakam. Fakat, ülke refahına trilyonlarca dolarlık zarar veren bu yasadışı finansal yağma, birkaç siyah gencin Nike mağazasını yağmalaması kadar Trump'ı ve ülkenin bir kesimini dehşete düşürmüyor.
Harvard Üniversitesi'nden Profesör Malcolm Sparrow, 'Çalma Ruhsatı' adlı kitabında, sağlık endüstrisinin, yani, ilaç, sağlık sigortası ve hastane şirketlerinin evraklardaki sahtekarlık, mevzuattaki açıkları istismar ile her yıl 350 milyar – 400 milyar dolar arası parayı nasıl 'iç ettiğini' belgeliyor. Bu göz göre soygun, tümüyle bir kez bile yasal soruşturma konusu olmadı. Bazı küçük parçaları için nadiren soruşturmalar yapıldı. Bu sektördeki kanunsuzluğun sadece ekonomik bir maliyeti de yok.
John Hopkins Üniversitesi Tıp Fakültesinin ülke genelindeki hastanelerden derlediği verilerle 2016 Mayıs ayında hazırladığı rapora göre, sadece 1 yılda 250 bin Amerikalı, sağlık sigortalarının ve hastane sistemlerinin yasal soygunları yüzünden, tedavi edilebilir, önlenebilir hastalıklardan öldü. Yani bu yağma ve hırsızlıkla, haftada ortalama 5 bin Amerikalı öldürülüyor. Ama bu korkunç yağmanın, kamuoyunu, Nike mağazasından ayakkabı çalınması kadar dehşete düşürmediği görülüyor.
Ekonomik Politikalar Enstitüsünün ABD Çalışma Bakanlığının, eyaletlerin çalışma bakanlıklarının ve eyaletlerin adalet bakanlıklarının verilerinden hazırladığı rapora göre, genellikle işini kaybetmemek için ses çıkarmayacak düşük ücretli işçilerin maaş bordrolarındaki, 'asgari ücret ihlali, mesai ücreti ihlali, bahşiş ihlali ve diğer hesap hileleriyle işverenlerce çalınan para yılda 50 milyar doları geçiyor. Çok zayıf durumdaki yasal teftiş sisteminin bu hırsızlıktan kurtarabildiği para, 2015 ve 2016 yıllarının toplamında bile ancak 2 milyar dolar olabildi. Emeğiyle kıt kanaat geçinen insanların maaşından yaklaşık 100 milyar dolarlık yağma da kimseyi dehşete düşürmüş görünmüyor.
ABD Gelir Vergisi Dairesi, yılda yaklaşık 400 milyar dolarlık vergiyi tahsil edemediğini raporlaştırıyor. Vergi Adaleti için Yurttaş Hareketinden Robert McIntyre, şirketlerin ve zenginlerin bu büyük vergi kaçakçılığı nedeniyle, sıradan düz vatandaşın vergi yükünün her yıl daha da arttığı, elde ettiği kamu hizmeti miktarının ise daha da azaldığına dikkat çekiyor. Ama bu devasa yağma, birkaç yüz serserinin toplamda birkaç milyon dolarlık zarar oluşturan yağması kadar ürkütücü bulunmuyor.
Oysa ki, varoşların bu halde olmasından hane içi şiddete, sokaklarda bugünlerde gördüğümüz manzaraya kadar birçok olayda, bu konuşulmayan büyük hukuksuzlukların, soygunun ve devasa yağmanın doğrudan veya dolaylı etkileri çok daha büyük.
Peki devlet neden böylesi hukuksuzluk bölgelerini yok edecek net düzenlemeler ve icrai faaliyet yapmıyor? "Çünkü kendisi de çoğu işinde hukuk ve yasaları çiğniyor da ondan" diyor Nader.
Kanun ve nizam, adalet ve eşitlik varsa 'kanun ve nizam'dır. Başkan da olsa her devlet görevlisi de, milyarderler de, şirketler de kanunlara uymak zorunda ise kanun ve nizam vardır.
Yazıyı bitirirken, Twitter hesabına son kez bakınca gördüm, Trump yine, 'kanun var nizam var' Tweet'i atmış.
Hayır, yok.