19 Kasım 2009 günü Fransa ve İngiltere’nin karşı karşıya geldiği Dünya Kupası eleme maçı İrlanda’nın 1-0 üstünlüğü ile sürerken, Fransız Milli Takımı’ndan Thierry Henry, milyonlarca kişinin ağır çekime bile gerek olmadan göreceği şekilde, orta ile gelen topun dışarı çıkmasını eliyle engelleyip sonra da boş kale ağzındaki arkadaşı Gallas’a çıkardı. İrlandalı oyuncuların, Dünya Kupasına katılma umutlarını bitiren bu gole uzun süre itirazları sonuç vermedi. Milyonların görebildiğini, kararı sonucu belirleyecek tek kişi, yani hakem o andaki açısı nedeniyle görememişti ve inatla ilk kararını değiştirmedi. Son düdüğü çaldıktan sonraki yaşamında belki o pozisyonun tekrarını yüzlerce kez seyretmiştir ama nafile… Kararının hem İrlanda Milli Takımı’na hem de kendi hakemlik kariyerine etkisini artık değiştiremezdi.
Bu golden yaklaşık 1 ay önce NorthWest Airlines şirketine ait 188 sefer sayılı yolcu uçağı normal rotasında ilerlerken, pilotlar, şirketin son birleşmesinden sonra oluşturduğu yeni çalışma mevzuatı üzerine hararetli bir tartışmaya başladılar. Pilot kabini içinde cep telefonu, laptop, PC türü her hangi bir elektronik eşya açmaları yasak olmasına rağmen kişisel bilgisayarlarını açıp bakmaya karar verdiler. Ancak tartışma öylesine koyulaştı ki, hep birlikte 31 bin saat uçuş deneyimine sahip uçuş ekibi, ‘NORDO (radyo iletişimi dışı)’ pozisyona girdiğini fark edemedi.
Kulenin, şirketin ve diğer ilgili kurumların gönderdiği uyarıları alamayan pilotlar, inmeleri gereken havaalanının 11 bin metre yukarısından geçmek üzere olduklarını, hosteslerden birinin, resmi iniş saatlerine 5 dakika kala kabine gelerek, ‘ne zaman inişe geçiyoruz?’ diye sormasıyla fark edebildiler. Pilotlar, 150 deniz mili geçtikleri havaalanına biraz rötarlı ve utanç içinde ama 144 yolcu ile sağ salim dönebilmeyi başardılar.
Hakemler, insandır. Yani hata yapmaları bir 'ihtimal' bile değil, kaçınılmaz bir gerçektir. Dolayısıyla maçın sonucuna etki edecek hakem hataları da futbolun başından beri var. Kusursuz hakemlik diye bir şey yoktur, hiç olmadı. Fakat futbolun ilk yüzyılında bu çok büyük bir sorun olmadı. Çünkü, kimse kararın bir hata olup olmadığından tam da emin olamıyordu. Ancak kamera teknolojisindeki gelişmeler, hakem hatalarını milyonların gözleri önüne serdi. Son yıllarda hakemler daha fazla hata yapıyor değil, sadece taraftarlar artık daha fazla hatayı görebilecekleri teknolojik olanaklara kavuştular.
Bir tür ‘kabilecilik’ olan aşırı taraftarlık ise bu hakem hatalarını geniş kesimler için sosyal bir travmaya dönüştürdü. İbn-i Haldun’un ‘asabiyet’ teorisinin öznesi olacak fanatik taraftar, hakemlerin kendi takımı lehine hatalarını önemsiz görmeye ve kendi takımı aleyhine hatalarını ise ‘takımlarının şampiyonluğuna karşı dev bir komplo'nun varlığının delili olarak görmeye başladı. Bu sorun futbol sistemi için tam bir varoluşsal krize dönüşmek üzereyken yine teknolojik olanaklar imdada yetişti.
Adını, İngilizce’de ‘video yardımcı hakem’ anlamına gelen ‘Video Assistant Referee’ teriminin baş harflerinden alan VAR sistemi, yaklaşık 4 yıldır değişik lig ve turnuvalardaki denemelerden sonra 2018 Rusya Dünya Futbol Kupası ile resmen futbol dünyasının parçası haline geldi. Buna göre, video yardımcı hakem, dört önemli kararda (gol, penaltı, doğrudan kırmızı kart ve yanlış oyuncuya kart gösterilmesi) kendiliğinden pozisyonun tekrarını izlemekte ve eğer hakemin kararını değiştirebilecek bir durum varsa orta hakemi kulaklığından anında bilgilendirmekte. Orta hakem de saha kenarındaki monitörden pozisyonun tekrarını izleyerek nihai kararını vermekte...
Kendisi de eski bir hakem olan Belçikalı Prof. Werner Helsen iki asistanı ile birlikte son iki yılın büyük bölümünü futbol maçı izleyerek geçirdi. VAR sisteminin uygulandığı 1000 maç seyreden bilirkişi heyeti, VAR sistemi sayesinde hakemlerin isabetli karar oranının yüzde 5.8’den yüzde 98.8’e yükseldiğini tespit etti. 1000 maçtan sadece 19’unda hakemlerin sonuca etki edebilecek hatalı kararı söz konusu olmuştu.
VAR sistemi, sadece hakemlerin maçın sonucuna etki edecek hatalarını en aza indirmedi. Art niyetli futbolculara caydırıcılık özelliğiyle de 2018 Dünya Kupası’nın tüm zamanların en temiz dünya kupalarından biri olmasına neden oldu. VAR sisteminin olmadığı maçlarda futbolcular, hakemin kararına veya sonraki kararlarına etki edebilmek için haklı veya haksız oldukları her kararda hakeme yoğun itiraz ediyor. Rakibi baskı altına almak kadar hakemi baskı altına almak da neredeyse bir futbol stratejisi haline gelmiş durumda. Örneğin, Brezilya’nın yıldızı Neymar, Rusya Dünya Kupasında sahada olduğu sürenin toplam 14 dakikasını hakemi etkilemek için yerde geçirdi. İlk 11 maçta tek bir kırmızı kartlık pozisyon bile olmadı. Bütün turnuvada sadece 4 kırmızı kart gösterildi ki 1978 Kupasından beri en az sayı bu.
29 Aralık 1972 günü Amerikan Eastern Air Lines firmasının New York’tan Miami’ye uçan 401 sefer sayılı yolcu uçağı, Florida üzerindeyken, iniş takımlarının açıldığını gösteren lamba yanmadı. Bütün uçuş ekibi, 'iniş takımının açılmaması sorunu' ile meşgulken, oto-pilot sisteminin bir aksilikle devre dışı kaldığını farkedemediler. Uçak kendiliğinden irtifa kaybetmeye başladı ve nihayetinde Florida bataklıklarına çarptı. 101 yolcu ve görevli yaşamını yitirdi. Sonradan yapılan incelemeler, iniş takımlarının aslında açılmasında hiçbir sorun olmadığını, sadece açıldığını gösteren düğmenin lambasının arızalı olduğunu ortaya çıkardı.
Bu kazalarda, havacılık endüstrisi de tıpkı futbol gibi evrensel bir gerçeği yeniden keşfetti; Pilotlar insandır. Pilot kabinleri, pilotların 'insan' olduğu gerçeğine göre yeniden düzenlendi.
Son çeyrek yüzyılda uçak kazalarındaki keskin düşüşün nedeni, ‘daha iyi pilotlar’ yetiştirilmesi değil, pilot kabinlerinde sıfır hoşgörü politikası uygulanmasıdır. İnsanın hata yapabilir bir canlı olduğu gözönünde bulundurularak, mümkün olduğunca önemli kararı, tek bir kişinin insiyatifine bırakılmamasıdır… Bir çok denge denetleme mekanizması oluşturulmasıdır. Yapılan her hatanın üzerine laf olsun diye değil, gerçekten gidilerek, bir daha asla yapılmamasının kesin yolunu bulmaktır.
Türümüz, binlerce yıl liderlerinin ya tanrı, ya yarı-tanrı veya tanrının yer yüzündeki gölgesi olduğuna inandı. Otoritelerini sorgulamak hayal bile edemeyecekleri bir şeydi. Ancak, teknolojik ve sosyal değişimlerle beraber kralların, padişahların, şahların, çarların, imparatorların da yiyen, içen, tuvalete giden, acıkan, uyuyan ‘insan’lar olduğu geniş kesimlerce görülür hale geldi. Nihayetinde, midelerinde birikmiş gazın, bağırsak veya idrar torbası baskısının, kan şekeri düşüklüğünün bile kararlarına etki edebileceği canlılar oldukları gerçeğine uyanıldı. Bir ülke, tek bir insanın keyfine bırakılamazdı.
Anayasalar, kanun önünde eşitlik, vatandaşlık kültürü, hukuk devleti, kamuoyu, şeffaflık, bağımsız yargı, özgür basın, denge-denetleme gibi kurumlar insanın uygarlık yürüyüşüne bu uyanış nedeniyle katıldı.
VAR sisteminin gerçek anlamda var olabilmesinin ilk şartı, hakemlerin gördüğünü, her iki takım taraftarının da görebilmesidir. Yani, hakeme gösterilen görüntü, aynen seyirciye de gösterilmeli.
Devlet yönetiminde bunun karşılığı şeffaflık ve özgür medyadır. Her şeyin ama her şeyin halktan saklandığını diktatörlüklerdeki en büyük şarlatanlık, tek bir kişinin keyfine milli irade denmesi şarlatanlığıdır. Devlet yönetiminin kapalı kapılar ardında gördüğü gerçeklerden de alternatif iddialardan habersiz olup, sadece kameralar önündeki resmi açıklamaları görebilen bir toplumun iradesi diye bir şey olmaz.
Bunun için samimi devlet sistemleri, yalan yanlış bile olsa medyanın her şeyi yazabilmesinin, varlıklarının devamının en önemli şartlarından biri olduğunu bilirler. ‘Whistleblower’ denen ve devlet içindeki yasadışı işleri medyaya sızdıran kişileri cezalandırmak bir yana korumaya alırlar. Halkına karşı samimi ve dürüst bir politik düzen özgür medyadan da şeffaflıktan da bağımsız yargıdan da korkmaz. Sadece, halka göründüğünde başka bir yüze sahip, kapalı kapılar ardında kirli ve yasadışı işler yapan iki yüzlü politikacılar bunlardan rahatsız olabilir.
Ne kadar süslü, hamasi, politik, ideolojik sözcüklerin arkasına saklasalar da, tek adam rejimlerinin günün sonunda tek bir hedefi vardır; Liderin keyfini ülkedeki her konuda tek belirleyici yapmak. George Orwell'ın da belirttiği gibi hiç bir zaman, devrimi korumaya almak için diktatörlük uygulanmaz, her zaman diktatörlüğü korumaya almak için devrim yapılır.
Günümüzün kasvet verici dünyasındaki kusurlu demokrasilerde art arda tek adam rejimleri boy veriyor. Trump gibi hevesli bazıları yolun başında peşrev yapıyor. Viktor Orban veya Şi Cinping gibi son rötuşları yapanlar da var, Putin veya Maduro gibi ülkesini çoktan kişisel lego oyuncağına çevirenler de var. 18’nci yüzyılın dünyasında bile ülkesine beden ödeten ‘devlet benim’ saçmalığının, yaşamın, toplumun ve küreselleşmenin bu derece girift hale geldiği 21'nci yüzyılda yenilik olarak pazarlanması, türümüz için vahim bir unutkanlıktır.
Keşifler çağında denizcilerin en büyük düşmanlarından biri iskorbüt hastalığıydı. Dişetlerinde kanama, dişlerin dökülmesi, anemi, halsizlik, kol bacak eklemlerinde ağrılarla ortaya çıkan hastalık, bazen uzun yol gemilerinin tayfanın yarısını kaybetmesine neden oluyordu. 1747 yılında İskoç denizci ve doktor James Lind, limon ve portakalın bu hastalığı tedavi ettiğini keşfetti. Fakat, limonun iskorbüt hastalığını neden tedavi ettiği hakkında hiçbir fikri yoktu. Çünkü, bu hastalığın nedeni -bugünkü bilgi ile- C vitamini eksikliğiydi. Ancak, çok sonraları, daha 1601 yılında İngiliz Doğu Hindistan Şirketinden James Lancaster’ın limonun, iskorbüt hastalığına iyi geldiğini yazdığı arşiv araştırmacılarınca bulunacaktı.
İngiliz Kraliyet donanmasının, sefere çıkacak gemilerine, ‘limon’u denizcilerin istihkakı yapmayı zorunlu yapması bu bilginin kazanılması üzerinden ancak 200 yıl sonra gerçekleşti. Diğer dünya donanmalarının bu uygulamaya geçmesi çok daha da uzun sürdü.
Fakat, gemi tekonolojisindeki gelişmeler ile sefer süreleri kısaldıkça ve limon suyunun neden iskorbüt hastalığına iyi geldiğini açıklayan bilimsel araştırmalar olmadığı için bu bilgi çoğu kişi tarafından yine unutuldu.
Lancaster’ın ‘limon iskorbütü engelliyor’ tespitinden 300 yıl sonra, 1911’de Robert Scott’ın, aralarında İngiliz Kraliyet Donanmasından bir hekimin de olduğu Güney Kutbu keşif ekibi, iskorbüt hastalığını nasıl engelleyeceklerini bilmiyorlardı. Bu cehaletin bedelini ağır şekilde ödediler.
Yani bilgi ve deneyim kazanılabilen bir şey olduğu gibi, unutulabilen de bir şeydir. Türümüzün en büyük hatalarından biri de unutabilen bir canlı olduğumuzu unutmak olsa gerek...
@CemalTdemir