1300’lü yılların hemen başında, Hollandalı burjuva Van der Beurze(Bursa), bugün Belçika sınırları içinde kalan Anvers’teki binasında tüccarları toplar ve gemiler daha limana yanaşmadan içindeki malları alıp satarlarmış. Bu buluşmalara, vesile olan adamın soyadından dolayı bu toplanmalara ‘beurzen’ dendiği rivayet edilir. Beurzen buluşmaları çevre şehirlere de yayıldı. Kelime İtalyancaya ‘borsa’ şeklinde geçti ve biz de Venedik ve Cenevizli tüccarlardan öğrendik. Bu ticaret yöntemi sonraki yüzyıllar içinde bir finansal yatırım aracı oldu.
İlk resmi borsa binası ise Amsterdam’da kuruldu. Yüzyıl Hollandalı tüccarların denizcilerin yüzyılıydı… New York bile Hollandalılara aitti o günlerde ve adı da New Amsterdam’dı. Bugünkü Manhattan’ın güney ucunda küçük bir kasabadan ibaret New Amsterdam’ın ilk yerleşimcileri, şehirlerini civardaki kızılderililerden korumak için kasabanın en kuzeyine 3-4 metre yüksekliğinde tahta bir duvar inşa eder. Hollandalılar, duvara paralel uzanan sokağa da ‘’Waal Straat’’ dediler. Şehir AngloSaksonların eline geçince adı ‘’Wall Street’’ olan bu sokaktaki görünür duvar 1700’lerin başında yıkıldı. Görünmez duvar ise hala duruyor. Wall Street hala her isteyenim girebileceği bir yer değil.
1700’lerin sonuna doğru tüccarlar bu sokaktaki bir çınar (buttonwood) ağacının altında toplanıp alım satım yapmaya başladılar. Bu alım satımı bir kurala bağlamak isteyince 1792 yılında tarihe ‘Buttonwood Sözleşmesi’’ olarak geçen bir akit yaptılar. Bu akit, New York Stock Exchange’in yanı New York Borsasının resmi doğumu oldu.
1882 yılında Charles Dow ve Edward Jones adında iki gazeteci Wall Street’te hisse senedi alım satımı için soyadlarının birleşimiyle adını oluşturdukları şirketlerini kurdular. Dow Jones, müşterileri için günlük bir bülten yayınlamaya başladı. New York Borsasında işlem gören hisse senetlerindeki değişiklikleri gösteren Dow Jones Sanayi Endeksini de bu bültende yayınlamaya başlayan şirket, 1889 yılından itibaren bu bülteni Wall Street Journal adıyla çıkarmaya başladı. Bugün her ikisi de Rupert Murdoch’a ait Dow Jones endeksi ve Wall Street Journal gazetesi de öykümüze böyle katıldı. Ekonomi bültenlerinin ‘piyasalarda bugün’ diye başladıkları haberlerde ilk baktıkları ana piyasa işte bu Wall Street Borsasıdır.
İtalyancadan dilimize giren piyasa, aslında bildiğimiz çarşı demek. Çarşı da Farsça, ‘dört’ demek olan ‘çar’ ile ‘taraf’ demek olan ‘su’ kelimelerinden oluşuyor. Eski şehirlerde merkez genellikle iki ana sokak ya da caddenin kesiştiği yer olduğu için, ‘’dörtyol’’ denmiş yani… Günümüzde bizdeki genel şehir merkezi yani çarşı, Atatürk bulvarı ile Cumhuriyet caddesinin kesiştiği yerdir. Amerika’daki yerleşim birimlerinde çarşıya, ‘downtown’ diyorlar ki genellikle, nerdeyse her yerleşim biriminde birer tane bulunan ‘Main Street’ ile ‘Boradway’in kesiştiği yer oluyor.
Dow Jones ve Wall Street Journal gazetesinin arzı endam etmeye başladığı 19’ncu yüzyılın ikinci yarısının Google’ı, Apple’ı, Microsoft’u demiryolu şirketleriydi. Hem toplumsal hayatın, hem günlük ekonominin hem de finans dünyasının kontrolü demiryolları şirketlerinin elindeydi.
Demiryollarından önce kredi vermek, kredi verenler için kolaydı. En azından kredi verdiklerinin fabrikalarının dükkanlarının nerede olduğunu biliyorlardı. Ancak demiryolları, o günlerde ‘vahşi batı’da kol geziyor sürekli yeni hatlar inşa etmeye çalışıyorlardı. Çünkü hattı işletme hakkı da inşa edenindi. Ne kadarını sen inşa etmişsen o kadarının işletmesi sana ait. Yatırımcılardan kredi isteyen o kadar çok demiryolu şirketi vardı ki, yatırımcılar, hangi şirketin kredi vermeye değer, hangisinin riskli olduğunu bilmek istiyordu.
O günlerde Henry Varnum Poor ve John Poor adlı iki kardeş Maine eyaletinde yeni yeni zenginleşmeye başlamışlardı. Demiryolu işine giren John, 1849 senesinde American Railroad Journal adlı demiryolu dergisini satın aldı ve kardeşi Henry’i yayın yönetmeni yaptı. Henry Poor, 1860 senesinde ABD Demiryollarının ve Kanallarının Tarihi adlı kitabı yayınladı. Bu rapor, demiryolları şirketlerinin finansal ve icrai durumları hakkında kapsamlı bilgiler de içeriyordu. Sonradan H.W Poor şirketini kuran Henry’nin oğlu da babası gibi her sene bu kitabı bilgileri güncelleyerek yeniden yayınlamaya başladı.
1906 senesine gelindiğinde Luther Lee Blake adlı bir analist de Standard İstatistik Bürosu’nu kurdu. Standard şirketi, Poor’dan farklı olarak demiryolu sektörü dışındaki şirketlerin de finansal durumunu analiz ediyordu ve bunu yılda bir kitap ile değil, kartlara yazarak daha kısa aralıklarla yapıyordu. 1941 senesinde her iki şirket birleşerek meşhur Standard & Poor’s şirketini oluşturdular. Şirketi 1968 senesinde McGraw-Hill grubu satın aldı. S&P’nin bugünkü büyük patronu Bush ailesine yakınlığıyla bilinen Harold McGraw III…
1909 yılında John Moody de demiryolu şirketleri bülteni işine girdi. Kredi derecelendirme kullanılan harfli sistemi ilk kullanan Moody’dir. Moody’i 1913’te Fitch takip etti ve böylece kredi derecelendirmenin ‘üç büyükler’i oluştu. S&P ve Moody’s Amerika merkezliyken, Fitch Londra-New York merkezli ama Fransız FIMALAC grubuna ait bir şirket.
Bu 3 şirket 1929 Büyük Krizine kadar finansal yatırımcılara para karşılığı servis yapan birer şirketten başka birşey değildi. Peki onlara bugünkü güçlerini kim verdi? İronik olarak bugünlerde bu kurumlarla pek de arası iyi olmayan Amerikan yönetimi… 1929 krizinden sonra borsayı ve bankaları düzene sokmak isteyen Washington, piyasaya sürülecek tahvil ve bonoların bu 3 şirketin derecelendirmesinden geçmesi gerektiğini yasaya bağladı. New York Üniversitesi ekonomi tarihi profesörü Lawrence White, NPR’a yaptığı bir açıklamada, bunu, ‘devletin kendine ait bir işi dışardan müteahhitlere yaptırmasına’ benzetmişti.
‘Üç büyükler’ yıllarca iyi krediyi riskli krediden ayırma konusunda yararlı işler yaptılar. Ta ki 1960’lar kredi işine ‘şike’ bulaşıncaya kadar. Bu 3 büyük kredi derecelendirme kuruluşu artık sadece kredi verenden para almıyordu, kredi almak için bono ve tahvil yayınlayandan da para almaya başladılar.
Profesör White bu kararın oluşmasında pek de dikkat etmediğimiz bir faktöre dikkat çekiyor: Fotokopi makinesinin icadı…
Fotokopinin icadıyla, kredi derecelendirme kuruluşu, müşterilerinin, hazırladıkları rayting raporlarını üçüncü kişilere ya da ilgili şirketlerle de bedavaya paylaşabileceklerinden korkmaya başladılar. Borç isteyenden de kendi paralarını kendileri toplamaya karar verdiler ve artık onlara raporlarını para ile satmaya başladılar.
Sistemin ne kadar büyük yozlaşmaya yüz tuttuğu ise ancak son 10 yılda anlaşılabildi. 2000’lerin başında Amerikan enerji devi Enron’un iflas etmek üzere olduğunu bile bile görmezden geldiler ve piyasayı yanılttılar. Mortgage kredilerinin gruplandırılmasıyla oluşan RMBS ve borçların birleştirilerek yatırımcılara satıldığı borç iştiraklerine yani CDO’lara AAA kredi notu vererek, bankaların, fonların, devlet kurumlarının bu son derece riskli varlıklara yatırım yapmasına zemin hazırladılar. Tabii ki bunu hayır olsun diye yapmıyorlardı. Moody’s şirketinin bu riskli varlıkların derecelendirilmesinden doğan gelirleri 2002’de 61 milyon dolardan 2006 yılında 260 milyon dolara ulaştı. S&P’nin CDO’larden geliri aynı 4 yılda 64 milyondolardan 265 milyon dolara ve RMBS’lerden geliri de 184 milyon dolardan 561 milyon dolara fırladı.
Bu kredi derecelendirme kuruluşları ne yaptıklarını bilmiyor değillerdi. Bir S&P yöneticisinin çalışma arkadaşlarına 2006 yılında gönderdiği emaildeki, ‘’Umut edelim ki bu kağıt kartlardan ev yıkılmadan önce hepimizi emekli olmuş ve müreffeh bir hayat standardına kavuşmuş olalım’’ sözleri Amerikan Senatosu raporuna bile girdi. Piyasayı riskli yatırımlarla şişiren kredi derecelendirme kuruluşları, balonun patlamak üzere olduğunu görünce, 30 Ocak 2008 günü bütün bu riskli yatırımların kredi notlarını bir günde düşürerek ABD’deki mortgage krizinin başlamasını ve küresel ekonomik krize dönüşmesini tetiklediler. O gün sadece S&P, 6 bin 300 ayrı kurumun reytingini düşürdü.
Bu yüzyılda birkaç büyük krizden geçen Amerika, ekonomisini korusun kollasın diye oluşturduğu güçlerin aslında ekonomik krizlerin de kaynağı olduğu gerçeği ile yüzyüze böylece geldi…
Şimdi, 19’ncu yüzyılın demiryolu dünyasında oluşturulmuş kredi derecelendirme kuruluşlarına, bugünün ulaşım teknolojisi ve internet çağında gerek olmadığı fikri her geçen gün ekonomi çevrelerinde daha da fazla taraftar buluyor. Son yıllarda, kısa sürelerle birbirine taban tabana zıt karne notları verecek cüretkarlıkta olmalarını, onların da yaklaşan sonlarının farkında olduğunun ifadesi olarak okuyan analistler de var.
Şimdi baştaki soruyu küçük bir eklemeyle bir daha soralım;
Kredi derecelendirme kuruluşları hala niçin var?