Bir yanda, uzunca bir askeri diktatörlükten yeni çıkılmasına rağmen hâlâ kendisini ülkenin gerçek sahipleri gören askeri cunta kalıntısı devlet aparatları; bir yanda devlet güçlerinin korumasından ve internetin nimetlerinden yararlanarak ülkede fanatizmi şişiren, çoğunluk mensubu yığınları, azınlıklara karşı sürekli kışkırtan din adamları; bir yanda askeri diktatörlüğün en zor dönemlerinde bile demokrasi talebinde bulunarak bedel ödeme cesareti göstermişken bugün, yükselen milliyetçi ve dinci dalgadan çekinerek sessizliğe ve savunmacılığa çekilmiş sivil iktidar; bir yanda ise ülkedeki bu iklimin baskısını her geçen gün daha ağır şekilde yaşayan gazeteciler…
Financial Times gazetesinin Güneydoğu Asya muhabiri John Reed’in, 21 Şubat’ta bu gazetede yayınlanan, “Nefret Söylemi, Mezalimler ve Yalan Haberler; Myanmar’da Demokrasi Krizi’’ başlıklı yazısı, diktatörlük döneminde özgürlüğün ve demokrasinin sembol gazetesi olan The Irrawaddy gazetesi ekseninde Myanmar’da ve Arakan'da olan bitenlerin ibretlik manzarasını çarpıcı şekilde sunuyor. İngilizce orijinalini ve tamamını ŞURADAN okuyabilirsiniz. Okuyamayacak olanlar için bu müthiş gazetecilik çalışmasından biraz uzunca bir alıntı yapmaktan kendimi alamıyorum. Buyrun:
Geçen yıl Rohingyalı Müslüman kadın erkek ve çocukların, Myanmar’ın batısındaki Rakin eyaletinde (Arakan, CT) yakılan köylerinden kitlesel kaçışının duyulması, dünyanın ne olup bittiğini anlamak için internete yönelmesine neden oldu. Birçok kişi hemen, adını ülkenin sembol ırmağından alan ‘’The Irrawaddy’’ adlı ünlü haber sitesini açtı. Askeri rejime muhalif aktivist öğrenci Aung Zaw tarafından 1993 yılında kurulduğundan beri ülkede gerçek gazeteciliğin direği olmuştu.
İngilizce ve Birmanca dillerinde yayın yapan haber sitesi, Myanmar’ın 2007’deki Safran Devrimi’nden 2008’deki Nargis Kasırgası’na ve Aung San Suu Kyi’nin Ulusal Demokrasi Ligi’nin 2015 zaferine kadar ülkenin kritik anlarının tamamını haberleştirdi.
Myanmar ordusunun Rohingya’yı hedef alan ‘’temizlik operasyonları’’ ortaya çıktıkça, tarafsız enformasyon da çok değerli hale gelmişti. Yetkililer, Rakin eyaletinin, şiddetin merkezi olan kuzey kesimlerine gazetecilerin girmesini yasakladığında, gazeteciler de nehrin öteki yakasındaki Bangladeş’e kamp kurarak olup biteni öğrenmeye çalıştılar. Bölgeye vardıklarında, güvenlik güçleri ve yanlarındaki sivil kişilerce, silahlı veya palalı saldırılara, tecavüzlere uğradıklarını anlatan Rohingyalıların kaçışı, modern zamanların en hızlı gelişen kitlesel kaçış hareketlerinden biri oldu.
Ancak, Batı medyası Rohingya’da yaşanan şiddet olaylarına geniş yer ayırırken, The Irrawaddy’nin İngilizce versiyonunun düzenli okuyucuları kafaları karıştıracak değişikliği fark etmekte gecikmedi. Daha önce zulüm gören azınlıkları cesur şekilde haberleştirdiği için sürekli milliyetçilerin eleştirisine uğrayan site, Rohingyalıları, “Kendine Rohingyalı diyen bu insanlar’’ şeklinde tanıtmaya başladı.
‘’Rohingya’’ Myanmar’da sorunlu bir sözcük. Devleti ve kamusal alanı domine eden Bamar etnik çoğunluğunun milliyetçilerince şiddetle reddedilen bir isimlendirme. Onlar bu azınlığı, ‘’Bangladeşli kaçak göçmenler’’ olarak nitelendiriyorlar.
2018 başı itibarı ile sayıları neredeyse 700 bine ulaşan sığınmacıların Bangladeş’e akını uluslararası dünyada tepkiyi de yükseltti. Tabii ki Myanmar’ın sivil lideri Aung San Suu Kyi’ye yönelik eleştiri ve kınamaları da… The Irrawaday ise Aung San Suu Kyi’yi savundu. Sitenin benzeri sayısız başyazılarından birinde, ‘’Batı’daki birçok kurum ve grup hem Aung San Suu Kyi’yi hem de ülkemizi aşağılıyor’’ diye yazıldı.
The Irrawaday, Birleşmiş Milletler’in ve ABD’nin ‘etnik temizlik’ diye nitelediği olayları araştırmak yerine, daha çok yabancı medyanın bu kitlesel kaçışı nasıl taraflı yansıttığı iddiasına odaklandı. Ülkede yükselen Müslüman karşıtlığı ve milliyetçilikle uyumlu karikatürler yayınladılar.
İnsan hakları savunucuları sitenin bu yayın değişikliğinden duydukları endişe ve hayal kırıklığını dile getirmeye başladı. Aung San Suu Kyi’nin hükümetini ve Rohingya’da yaptıklarını açık şekilde eleştirebilen bir kaç politik yorumcudan biri olan Khin Zaw Win ile konuştuğumda bana ‘’The Irrawaddy eskiden bağımsızdı ve güçlü şekilde demokrasiden yanaydı. Ancak durduğu yeri değiştirdi ve hakim resmi açıklamayla müttefik oldu’’ diye konuştu ve ekledi:
"Bu konuda medyada bir tartışma sürüyor, kamuoyunun büyük bölümü de resmi açıklamadan yana.”
Bu, gazetecilik idealine bağlılıkları ve bazı muhabir ve yazarlarının özgürlüklerinden vaz geçmesi pahasına Burma halkı için fedakarlıkları bir yana sadece The Irrawaddy ile ilgili bir durum da değil.
Konu, Myanmar’da askeri cuntaya karşı başarılı bir mücadele vermiş demokratik güçlerin, milliyetçiler ile ve ‘ne yaparlarsa yapsınlar bizimkileri savunurum’cu kesimlerle aynı çizgiye gelip, bunun da onları Batı dünyası ile karşı karşıya bıraktığı süreçtir. Bu, sosyal medya ve medyada, internet özgürlüklerinin aynı anda hem yalan haberleri hem de keskin dilli gazeteciliği artırdığı hem de yalan haberler ve nefret dilini yaygınlaştırdığı, ülke tarihi açısından kendine özgü rahatsız edici yeni bir süreç. Bazı gazeteciler tutuklandı bazıları ise ölüm tehditleri alıyor. Diğerleri ise ülkeyi terk etmeye hazırlanıyor. Myanmar’ın, gerçekleri yansıtmasa bile kendi öykümü kendi bakış açımdan anlatımdaki ısrarı ile uygar dünyadan kopuşu derinleşiyor.
Özgürlüğün tiranlığı yendiği şeklinde basitçe anlatılan öyküsü geçen sonbahardan beri artık Myanmar’ı yansıtmıyor. Ki hiç yansıtmış mıydı o da şüpheli. Ev hapsinde olduğu 15 yıl boyunca birleştirici bir güç olan Aung San Suu Kyi, iktidarında hızla dibe çöküyor.
Ona sempati ile bakan gözlemciler bile Aung San Suu Kyi’nin ‘her şeyin kontrolünü kendi eline alma’ tarzının, hükümetin kararlar alabilme yeteneğini körelttiğini belirtiyor.
Geçen Sonbahar’da Rohingyalılara karşı başlatılan askeri operasyonlar, Aung San Suu Kyi’nin önceden rızası veya bilgisi dahilinde başlatılmamıştı. Buna rağmen, o da uluslararası tepkilere savunmacı ve yetersiz bir karşılık verdi. İnsan Hakları İzleme Örgütünden Phil Robertson, “Myanmar için yanlış zamanda yanlış kişi olduğunu gösterdi’’ diyerek ekliyor, “Etnik azınlıklara, ‘sizinleyiz, sorunlarınızı çözmek, askerlerimizi politikadan uzaklaştırıp kışlaya döndürmek için beraber çalışabiliriz’ diyerek bölünmeye karşı köprüler inşa edecek karizmatik bir liderlik sergileyeceğini umuyorduk. Umduğumuz çoğu konuda yanıldık.”
Myanmar’ın 2012’de demokrasiye geçiş sürecinde internet de serbest bırakıldı. Bugün halkın çoğunluğunun haberleri takip ettiği internetin açılması, azınlıklar hakkındaki eskiden var olan yakınmaları yeniden canlandırdı ve bu kez daha hızlı yayılmasına neden oldu. 2012’de bir Rohingyalı adamın bir Budist kadına tecavüz ederek öldürmesi ile başlayan olaylarda 200 kişi öldü. O günlerde Devlet Başkanı Thein Sein’in sözcüsü olan bugünlerde ise Aung San Suu Kyi hükümetinde görevli Zaw Htay, Facebook’ta bazı fotoğrafları paylaşarak yangını daha da alevlendirmekle itham ediliyor. Facebook, ülkede çoğu kişinin akıllı telefonları aracılığı ile ana haber kaynağı haline gelmiş durumda.
Yangon merkezli teknolojik yenilik şirketi Phandeeyar’a göre Myanmar, kendi nüfusundan fazla Sim karta sahip durumda. Nüfusun yüzde 90’ı internet ve telefon ağı içinde yaşıyor.
Geçtiğimiz Ağustos ayında kendisine Rohingya Kurtuluş Ordusu (ARSA) adını veren militanların polis karakolları ve askeri birliklere saldırarak 12 kişiyi öldürmesiyle toplumsal şiddet yeniden patladı. Burma ordusu bu saldırılara oldukça acımasız bir karşılık verdi. Sınır Tanımayan Doktorlar örgütüne göre, ARSA’nın saldırılarından sonra başlayan karşı saldırılarda geçtiğimiz Aralık ayı itibarı ile en az 6700 Rohingyalı öldürüldü.
Rakin'in kuzey kesimlerine gazetecilerin girmesi hâlâ yasak olmasına rağmen Associated Press haber ajansı topladığı delillerle ile en az 5 ayrı toplu mezar tespit etti. Aung San Suu Kyi’nin ofisi, AP’nin belirttiği yerlere inceleme heyetleri gönderdi ve sonunda iddiaların ‘’gerçek olmadığını’’ açıkladı. AP sözcüsü ise haber ajansının haberdeki iddialarının arkasında durmaya devam ettiklerini duyurdu.
ABD, İngiltere ve AB, Myanmar ordusunu kınayan ve izole eden bazı adımlar attılar ama sokaktaki Myanmar yurttaşlarını cezalandırmaktan veya kırılgan demokratik gelişmeyi rayından çıkarmaktan korktukları için Myanmar hükümeti ile ilişkiyi tamamen kesmek veya ekonomik ambargoda da isteksiz davranıyorlar.
Ama Myanmar’da gazetecilere baskılar, tacizler ve hatta yasaların bütün ağırlığının dayatılmasıyla zemin hızla kayıyor. Geçen Aralık ayının son gecesi Reuters’ın Yangon bürosundan iki genç muhabir, Wa Lone ve Kyaw Soe Oo, polisler tarafından bazı belgeler verilmek üzere bir restorana davet edildiler. Restoranın kapısında tutuklandılar. Ertesi gün Enformasyon Bakanlığı iki muhabirin, yabancı medya ile paylaşma niyetiyle gizli belgeleri elde etmekten, casusluk suçu ile suçlandıklarını açıkladı. Halen, askeri cunta döneminde, aralarında çok sayıda gazeteci ile bugünkü hükümet üyelerinin de olduğu binlerce muhalifin hapsedildiği Insein Hapishanesi’nde tutuklu bulunuyorlar.
Şubat ayında Reuters iki muhabirin üzerinde çalıştığı haberi deşifre etti. Inn Din köyünden kovulan Rohingyalılar arasından askerlerce rast gele seçilmiş 10 Rohingyalı erkeğin orada kurşuna dizilmesi hakkında oldukça titizlikle kaynaklandırılmış bir haberdi. Dava sürerken muhabirlerin hapiste tutulması, Myanmar’ın Dünya’daki yeni algısının da tanımı oldu.
Çok duyulmadı ama Associated Press Haber Ajansı’nın Yangon muhabiri Esther Htusan, ölüm tehditleri üzerine ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Ağustos ayında ARSA’nın saldırıları başlamadan sadece saatler önce bir panelde konuşurken Rakin eyaletinde ordunun insan hakları ihlalleri hakkındaki iddiaları dile getirmesiyle online tacizler başlamıştı. Kasım ayında ona bağlı çalışan muhabirlerden biri Aung San Suu Kyi’nin ‘kaçak göçmenler terörizme neden oldu’ dediğini haberleştirdi. AP daha sonra bu haberini düzeltti ancak buna rağmen Myanmar Yayıncılar Birliği Esther Htusan’ı kınayan bir açıklama yaptı. Facebook’ta 300 bin takipçisi olan bir milliyetçi çete liderinin de kendisi hakkında, ‘orospu’ diyerek, ‘liderimiz hakkında bir daha konuşursa öldürülmeli’ diye yazmasından sonra Bangkok’a yerleşti. Htusan, bu yazı için açıklama talebime yanıt vermedi.
Diğer Myanmarlı gazeteciler de her geçen gün daha da düşmanlaşan bir iklimde çalışmanın ağırlığı altındalar. DVB haber grubunun yorum yazarlarından Kyaw Lin, Rakin eyaletinin başkenti Sittwe’de haber kovalarken yanaşan bir motosikletten inen iki suikastçı tarafından sırtından bıçaklandı. Ülkenin İletişim Yasasının 66’ncı maddesi uyarınca ölçüsüzce uygulanan ‘hakaret ve aşağılama suçu’ kapsamında gazetecilere yönelik ceza davalarında patlama yaşanıyor. Myanmar Now’un yayın yönetmeni Swe Win, Müslüman karşıtı ırkçı retoriğiyle ünlü Budist keşiş U Wirathu hakkında Facebook’tan yaptığı paylaşım nedeniyle geçen yıl tutuklandı. Uluslararası Gazetecileri Koruma Örgütü, 2017’de basın özgürlüğünde dünyanın en geri basan kişisi ödülüne Myanmar lideri Aung San Suu Kyi’i layık gördü.
Rohingya’da askeri operasyonların başladığı Eylül başında ben de Financial Times gazetesi temsilcisi olarak Güneydoğu Asya’ya taşındım. O zamandan beri, Myanmar’dan sonuncusu Ocak ayında olmak üzere üç kez haber yaptım. Gazeteci vizesi almak her geçen gün daha da zorlaşıyor. Son ziyaretimde, gün gün yapacağım her şeyin listesini vererek, yasak bölgelere gitmeyeceğim taahhüdünü de imzalamak zorunda kaldım.
Gazeteciler genelde kendileri haber olmak istemezler ancak Myanmar’da artık bunun riski çok yüksek. Yangon’da yaşayan yabancı muhabirlerin çoğu valizlerini toplayarak ülkeden ayrılma hazırlığında. Önde gelen Budist milliyetçisi bir gruba bu haber için görüşme teklifi yaptığımda, bana, görüşmeyi videoya kaydedip yayınlamaları şartıyla kabul edeceklerini söylediler. Yerel rehberim sakın kabul etme dediği için bu şartı kabul etmedim. Geçen yıl sonunda bir restoranda iki insan hakları aktivisti ile konuşurken genç bir kadının telefonuyla bizi kaydettiğini fark ettim. Bitirip çıktığımda bile hâlâ telefonuyla beni takip edip çekiyordu.
Dünyanın Rohingya’ya ilgisi, Myanmar içinde Müslüman karşıtı duyguları daha da güçlendirdi. Halkın büyük bölümü, resmi devlet açıklamalarındaki, ülkenin teröristlerin ve ayrılıkçıların saldırısı altında olduğu tezine inanıyor. Tarihçi Thant Myint-U bana, ‘’Rakin’de olup biten hakkında Myanmar içindeki ve Myanmar dışındaki görüş sadece farklı değil, taban tabana zıt’’ diye anlatıyor, ‘’Krizin algısı zaman zaman değişiyordu ama geçen yılki şiddet ve gerçekte ne olduğu hakkındaki oldukça farklı anlatım, iki görüş arasında artık geçiş olanağı bırakmayan bir ayrılık oluşturdu’’.
Ülke nüfusunun yüzde 4’ünü oluşturan Müslümanlar, bağımsızlığına kavuştuğu 1948’den beri ülkenin sosyal dokusunun bir parçası oldular. Ancak 1970’lerden itibaren, bazı vakalarda vatandaş sayılmamaları veya 2015’te kabul edilen bir yasanın üçüncü kişilere Müslüman-Budist evliliğini engelleme hakkı veren yasa gibi artan kısıtlamalarla yüzleşmeye başladılar. Radikal Budist keşişler Müslümanlara karşı nefreti yaydılar. ABD Holokost Müzesi 2015 yılında, ‘Myanmar’da yaklaşan soykırımın ilk sinyalleri’ dediği bir rapor hazırlattı. Rapor, büyük ölçüde Rohingya’ya odaklandı ve vatandaş sayılma haklarının reddedilmesine, ülke içinde seyahat özgürlüklerinin kısıtlanmasına ve yüzleştikleri ‘’azgın nefret söylemine’’ dikkat çekti.
Rohingyalılar, şiddet olayları başlamadan önceki nüfuslarının yarısından fazlası yurt dışında olduğu için artık sürgünde bir halk. Fakat insan hakları savunucuları, kalan Rohingyalılar ile ülkenin Budist kesimlerinde yaşayan Rohingyalı olmayan 1 milyon Müslüman için riskin sürdüğünü belirtiyor. Myanmar’daki Müslümanların yaşadıklarını belgeleyen Burma İnsan Hakları Ağı ile çalışan ve İngiltere’de sürgün durumdaki Myanmarlı Müslüman Kyaw Win, ‘’Nefret çok güçlü şekilde büyümüş durumda. En ufak bir şey bir kan selini tetikleyebilir. 2012’den beri Myanmar’ın yeni bir Bosna ve Ruanda olacağı uyarısı yapıyorum ve şimdilerde bu gerçekleşiyor’’ diye anlatıyor. Birçok kişi, Müslümanların sorumlu tutulacağı yeni bir bombalı saldırı veya diğer olayın, yeni bir şiddet dalgası başlatacağını düşünüyor. Hem ARSA hem de El Kaide, Myanmar içinde eylem tehdidinde bulunuyor ancak bu tehditlerin ne kadar ciddi olduğu konusunda hiçbir veri yok. Bazı yorumcular, Ağustos ayından beri kendilerine halk desteğinin arttığını gören Myanmar ordusunun, ortamı daha da kızıştırmak için ‘Müslümanlar yapmış gibi göstereceği bazı sahte saldırılar’ yapabileceği spekülasyonu yapacak kadar ileri gidiyor. Uzun yıllardır Yangon’da yaşayan bir yabancı gözlemci bana, ‘’Shwedagon Budist tapınağında bir bomba patlasın, bütün Myanmar’da kan akar’’ diye kaydediyor bunu.
Kitlesel mezalimleri önleme ve çözüm uzmanları Myanmar’da ‘çok tehlikeli bir söylemin’ devam ettiğini gözlemledikleri uyarısı yapıyor. Nefret suçu ile mücadele eden bir NGO olan Over Zero’nun kurucusu Rachel Brown, ‘’tekrak tekrar yaşanan bazı belirtiler var’’ diyor. Buna ‘insandışılaştırma’ da dahil. Azınlık üyesi birinin kadınlar ve çocuklara tehdit olduğunu söyleyip sözleşmeler sona erdiriliyor. “Bu söylemler birikiyor ve artıyor. Myanmar bu açıdan şu anda dünyada en endişe verici yer’’.
The Irrawaddy sitesinin editörleri, kendi yayın ekipleri ve sponsorları da özel toplantılarda gündeme getirdiği için son dönem yayın çizgileri etrafındaki tartışmaların farkındalar. Sitenin İngilizce yayınının editörü Kyaw Zwa Moe, sitenin genel yayın yönetmeni Aung Zaw’ın da kardeşi aynı zamanda. Bir öğleden sonra Yangon’da buluştuk. (Aung Zaw ile e-mailleştik ancak görüşmeyi kabul etmedi). Kyaw Zwa Moe, 46 yaşında ince yapılı ve 8 yıl siyasi mahkum olarak hapis yattığına inanmayı güçleştirecek kadar genç gösteriyor. “Bizim iki okur kitlemiz var. Myanmar’da yaşayanlar ve uluslararası toplum. İkisine de haber hazırlıyoruz. Yapmamız gerekeni yapıyoruz’’ diye konuşuyor. ‘’Ancak sorun şu ki’’ diyor, ‘’Uluslararası toplum bizim yayınımıza farklı bakıyor. Biz Myanmar’daki gerçek durumu ve Rakin’deki son derece karmaşık durumu yansıtmaya çalışıyoruz’’.
Bu sözlerin, yabancıları, Myanmar’ın ekonomik sıkıntılar, ordu ve hükümet arasındaki güç dengesi, diğer etnik gruplar arası çatışmalar gibi diğer sorunlarını göz önüne almadan sürekli Rohingya’ya takıntılı olmakla suçlayan Aung San Suu Kyi ve diğer sivil yetkililerin savunmasıyla benzerliği dikkat çekiyor.
Kyaw Zwa Moe, dikta rejimine karşı öfkenin kitleleri sokağa çektiği 1988’de daha çocuk yaşlarındaydı. Ağabeyi Aung Zaw protestolara katılırken o lisede aktivistlik yapıyordu. Protestolar güçlendikçe rejimin tepkisi de sertleşti. Aung Zaw, kısa bir tutukluluğun ardından Tayland’a kaçtı. Kyaw Zwa Moe ise Myanmar’da kaldı ve arkadaşlarıyla illegal bir gazete çıkarmaya başladı. Ancak Aung San Suu Kyi’nin 1991’de Nobel Barış Ödülü almasından sonra aktivistlere karşı yeni bir operasyon dalgası başlatan rejimin ağına düşerek yakalandı. İşkence gördü. ‘’Cehennemde 10 gün’’ dediği o süre boyunca sürekli uykusuz bırakıldı, dayak yedi. Sonra da 10 yıl hapse mahkûm edildi.
Tayland’ta bulunan abisi, askeri rejimin sansürü ve kontrolündeki ülkedeki gelişmeleri yansıtmak için The Irrawaddy gazetesini basmaya başladı. Aung Zaw, sınırda kaçak geçenlerden ve telefon aracılığıyla ülkeden bilgiler toplayan bir muhabir ekibi kurdu. Kyaw Zwa Moe, bana, ‘’Dünya Myanmar hakkında haber arayışındaydı. Bunun için önce İngilizce yayına başladık’’. The Irrawaddy, İngilizce web sitesini 2000 yılında ve Birmanca web sitesini ise 1 yıl sonra 2001’de kurdu.
Komünist bloğun çökmesi ve Güney Afrika’daki ırkçı rejimin devrilmesiyle bağımsız gazeteciliğe destek olmak isteyen birçok vakfın yardımında da artış meydana geldi. The Irrawaddy, Demokrasi İçin Ulusal Hayırseverlik Vakfı ile George Soros’un Açık Toplum Vakfının da aralarında olduğu birçok kurumdan destek gördü. 1999’da serbest kalan Kyaw Zwa Moe da Tayland’a kaçarak kardeşine katıldı.
Askeri rejimin yeniden demokrasiye dönülmesi müzakerelerine başlamasıyla sansürü kaldırması ve internet engellemelerini durdurmasından sonra The Irrawaddy, 2012’de Yangon’da bir ofis açtı. Hala bağışçılarının desteğiyle devam etse de kısa sürede, Birmanca ve İngilizce yayınları için geniş okuyucu kesimi oluşturdu.
Ülkenin ilk demokratik seçimlerinin yaklaşmasıyla ülkeye akın eden yetenekli yabancı genç muhabirleri işe aldı. Bu olurken internetin açılması, web siteleri, online vaazlar ve videolarla yayılan Budist aşırılık da etkinliğini de artırıyordu.
2012’de Arakan’da ilk şiddet olayları patladığında The Irrawaddy, ‘Rohingya’ sözcüğünü kullandığı için büyük tepki gördü. Aung Zaw, 2013 yılında New York Times’ta yayınlanan yazısında, milliyetçilik ve nefret söylemindeki artışı kınayacak ve o günlerde hala muhalefette olan Aung San Suu Kyi’yi azarlayacaktı; ‘’Mohandas Gandhi ve Nelson Mandela kadar saygın olabilmek için Rohingyalılara, Kachinlere ve diğer etnik azınlıklara yönelik bu katliamı açıkça kınamalı, polis ve güvenlik güçlerinin ihmalkârlık ve rahatlığını eleştirmelidir’’.
Barack Obama, 2014’te Myanmar’ı ziyaret ettiğinde The Irrawaddy’e röportaj verirken, Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) de Aung Zaw’ı, gördüğü devlet baskısına direnci nedeniyle basın özgürlüğü ödülüyle ödüllendirecekti. Aynı yıl, The Irrawaddy’nin web sitesi hacklenerek, sitenin açılış sayfasına ‘’Radikal Müslümanların ve Cihadistlerin destekçisi’’ yazısı yazılacaktı.
Fakat, 2015 seçim kampanyaları döneminde İngilizce yayının editörleri bazı değişiklikleri fark etmeye başladı. The Irrawaddy bütün gücüyle Ulusal Demokrasi İttifakı’nı (NLD) destekledi. Eskiden bu gazetede editörlük yaban bazı yabancı gazetecilere göre, o süreçte NLD’yi kötü gösterebilecek bazı haberlerin yayınlanması da engellendi.
Kyaw Zwa Moe bunu reddederek, sitenin, Myanmar’ın yeni demokratik kurumlarını eleştirmekten çekinmediğini söylüyor. Bana gönderdiği e-mail’de ‘’Biz, 2015 seçiminde Müslüman bir aday göstermemesi de dahil NLD’yi eleştiren bir çok habere de yer verdik’’ diye yazdı. ‘’Bizim misyonumuz, ülkemizi sadece halka bağlılık duyan sıkı bir gazetecilikle, hem İngiliz Kolonisi hem de otoriter rejim döneminden miras kalıntılardan arındırıp, demokratik bir toplum olarak yeniden inşa etmektir’’.
The Irrawaddy, tartışmalı karikatürlerinin ilklerinden birini 2016 yılında yayınladı. ‘Önce ben’ yazılı karikatürde, esmer tenli yarı çıplak halinden ve üzerindeki ‘tekne insanları’ yazısından Rohingyalı olduğu aşikar biri, Myanmar’ın geri kalan gruplarını temsil eden kıyafetler giyenlerin olduğu bir sırayı yararak öne geçmeye çalışıyordu. Geçtiğimiz Ağustos ayındaki saldırılardan sonra ise İngilizce yayının yöneticileri, muhabirlere, haberlerinde artık, ‘Rohingyalı’ yerine, ‘kendi ifadeleriyle Rohingyalı’ ve ikinci olarak da ‘Rakin eyaleti Müslümanları’ tabirlerinin kullanılacağını tebliğ ettiler.
Şiddet ülkeye yayılırken gazete içinde de tartışma çıktı. Bazı yabancı editörler, haberlerde hiç Rohingyalı kaynak olmamasından yakınmaya başladı. Evlerinden kovulan Rohingyalılardan hiç bahsedilmezken, sadece şiddet olayları nedeniyle evlerini terk eden Hindu ve Budistlerle ilgili haberlere yer verilmesi de bir başka tartışma konusu oldu. Eski yabancı editörlerden biri bana, ‘’Özgürlük için uzun yıllar mücadele etmiş insanların, şimdi ülkenin geçmişindeki yanlışlarının tekrarını ilerlemek diye tanımlayan bir yanlışın tarafında olduğunu görmek acı verici’’ diye anlatıyor. (Sonbaharda bu değişim başladıktan kısa süre sonra dört yabancı editörden üçü istifa etti).
Sitenin Birmanca versiyonunun, ‘Önce Ben’ karikatürünün yayınlanmasına imza atan editörü Ye Ni ile görüştüm. ‘’Karikatüristin vermeye çalıştığı mesajı ben şöyle anlıyorum; Myanmar, sadece Rohingya değil, iç savaş, ekonomik kalkınma gibi birçok sorunu olan oldukça kırılgan süreçte bir ülke’’. Editörlerin, okuyuculardan gelen nefret yorumlarını elemek için büyük çaba harcadığını belirtiyor. ‘’2012’den beri The Irrawaddy’ı Müslüman yanlısı, Rohingya yanlısı olmakla suçluyorlar. Çatışmalarla ilgili haberlerimizden dolayı vatan hainliği ile itham ediyorlar. Biz hiç değişmedik’’.
Hamasi bir çizgiye kayan tek yayın The Irrawaddy değil. Mizzima ve DVB de dahil Burma haber organları, olaylara milliyetçi zihinle bakan bir çizgide yayın yapıyorlar. İngilizce yayının eski editörlerinden Ben Dunant, ‘’The Irrawaddy’nin, devletin Rohingya krizi hakkındaki resmi söylemini reddetmekte gönülsüzlüğü büyük hayalkırıklığı ama bu tavır, NLD’nin içi ve dışındaki demokrasi yanlısı cephenin, Rohingya sorununu ‘kaçaklar ve terörizm’e indirgenmiş insandışılaştırıcı resmi söyleme karşı insan hakları ilkelerini yüceltmedeki büyük fiyaskosunun sadece bir parçası’’ diye konuşuyor. Gazetenin, Rohingya’daki kriz hakkında ‘görece ılımlı bir tonda’ kalmaya devam ettiğini ama Myanmar’ın diğer yerlerinde askerlerin yaptıkları hakkında çok önemli haberler yaptığını acı duyar şekilde ekliyor.
Bir çok Asya ülkesinin aksine Myanmar’da internete sansür yok. Gelişmelerden haberdar olmak isteyen Myanmarlılar, artan bir sıklıkla, hiçbir açık yaptırıma uğramadan şiddet çağrıları yapılan denetimsiz online sığlıklara yöneliyor. Facebook, ırkçı, tacizci paylaşımları haber verildiğinde siteden kaldırıyor ancak o vakte kadar bir çok kullanıcı ekran görüntüsünü almış oluyor ve tahrik yayılmaya devam ediyor.
Rohingyalıları savunmaya çalışan ve Nickey Diamond takma adını kullanan Myanmarlı aktivist Ye Myint Win, ‘’Buradaki çoğu nefret söyleminin kökeni, milliyetçilerin yıllardır İngiliz kolonisi döneminde olduğunu iddia ettikleri şeye dayanıyor; Yani, Müslüman Hindistanlıların, İngilizlerin yardımıyla bu bölgeye geldikleri ve Birmanyalı kadınlarla evlenerek ülkeyi adım adım işgal ettikleri iddiası. Bu iddialar yeniden canlandı ve oldukça kötü şekilde yorumlanıyor’’ diye aktarıyor.
Askeri diktatörlük döneminde azınlıklara karşı kışkırtmalar oldukça sık yaşanıyordu. Bu tür kışkırtmaların yazılı olduğu broşürler elden ele dağıtılıyordu. Ancak internetin gelmesi, tehditlerin, söylentilerin ve aşağılamaların görülmemiş ölçüde yayılmasına neden oldu. Güvenli internet kullanımı konusunda çalışan Yangon merkezli bir teknoloji firmasından Victoire Rio, ‘’Bir çok internet kullanıcısı için internet demek Facebook demek. Dijital okur yazarlığının oldukça düşük olması da hesaba katıldığında, yalan haberler ve online nefret söylemleri Myanmar’da özellikle büyük bir tehlike oluşturuyor’’ şeklinde yorumluyor bunu.
Facebook’ta yoğun bir okuyucuya sahip propaganda sayfalarından biri Lwin Pyin (Saha). Üç milyondan fazla takipçisi var. Yaşam tarzı konularının yanı sıra bir çok yalan haberi de paylaşıyor. Yakın zaman önce Yangon’daki ünlü Budist tapınağı Shwedagon’un içindeki iki dua yerinin yıkılmak istendiği yalan haberini yayınladı. Her hangi bir Budist’i öfkelendirmeye yetecek bu yalan haber internette hızla yayıldı.
Bazı yalan haberlerin özellikle kaos yaratma amaçlı olduğu da görülüyor. ARSA’nın saldırılarından iki hafta sonra ve 11 Eylül’ün yıldönümüne sadece bir kaç gün kala aynı anda iki ayrı mesaj Facebook Messenger aracılığı ile hızla yayıldı. Budistler arasında yayılan mesajda, Müslümanların 11 Eylül’de Myanmar’a cihad ilan edecekleri iddiası vardı. Müslümanlar arasında yayılan mesajda ise Budist aşırıların ‘kalar’lara (Güney Asyalı esmer tenli insanlar hakkında argo bir hitap) saldırı hazırlığında olduğu uyarısı yapılıyordu. Kaynağı belirsiz bu ikiz mesaj sonrası Magway ve Taungdwingyi kentlerinde sokaklara çıkan çeteler ve linç grupları, polis tarafından zor kullanılarak dağıtılıncaya kadar Müslüman evlerine, dükkanlarına ve mabedlerine saldırdı.
Nickey Diamond, internetten sayısız tacize maruz kaldı ve ölüm tehditleri alıyor. Bir tartışmada, askerlerin gazetecilerin Arakan’a girişini yasaklamasını eleştiren AP muhabiri Htusan’a destek çıktıktan sonra ev sahibi onu kiracı olduğu evden attı. Şimdilerde can güvenliği nedeniyle metal dedektörlerin arkasında yaşamak zorunda. Milliyetçilerin 2015’te çıkarılan ve karışık evliliği üçüncü tarafların engellemesine izin veren yasayı kullanarak evliliklerini bozacağı korkusuyla, bebek kızının annesi Hristiyan eşiyle resmen evlenemiyor. Asker ve devletin diğer birimlerine çalışan iki adamın, nereye giderse gitsin sürekli onu takip ettiğini söylüyor. Ancak, bu durum çabasından vazgeçmesine engel olmuyor. ‘’Biz mücadele etmeyi bırakırsak, her şeyi kaybedeceğiz. Mücadeleden vazgeçemeyiz. Vazgeçersek, onlar yaptıkları şeyi yapmaktan vazgeçmeyecek’’ diyor.
Bir sabah, kendisini ‘Müslümansız’ diye nitelendiren Myanmar yerleşim birimlerinden biri olan Sin Ma Kaw’ı ziyaret ediyorum. Taşranın derinliklerinde çiftçilik dışında çok az seçeneği olan bir yer. Halk beni endişeyle karışık bir nezaketle ağırlıyor. Müslüman, Hristiyan veya Hinduların bu kasabaya yerleşemeyeceğini, burada uyuyamayacaklarını, burada ev veya mabed inşa edemeyeceklerini anlatıyorlar. Kasabanın büyüğü U Aye Swe, bir Budist mihrabının gölgesinde çay içerken, ‘’Herkes ziyaret edebilir ama burada kalamazlar’’ diye konuşuyor, ‘’Burada Müslümanlar cami inşa edemez. Hristiyanlar kilise inşa edemez’’.
Burma İnsan Hakları Ağı’na göre Myanmar içinde bu şekilde yasakçı iki düzineden fazla yerleşim birimi var. U Aye Swe, ‘’Müslümanlar terörizm yapıyor. Biz terörizmden çok korkuyoruz’’ diyor ve ekliyor, ‘’Bizden biri bir Müslümanla evlendiğinde Müslümanların bu yaklaşımı Budistlere de bulaşıyor. Bundan hoşlanmıyoruz. Bunu istemiyoruz. Ana sebep inanç.’’
Ocak ayında, Myanmar’ın hızla büyüyen yeni başkenti Naypyidaw’da Enformasyon Bakanı Pe Myint ile de bir görüşme gerçekleştirdim. Pe Myint etnik olarak bir Rakin. Yani, Rakin (Arakan, CT) eyaletine adını veren Budist çoğunluktan. Eski rejim döneminde önceleri doktordu. Sonradan yazar, editör ve Çehov’dan Tavuk Suyuna Çorba öykülere kadar geniş bir yelpazede kitapları çeviren bir çevirmen oldu. 2016 yılı Mart’ında The Irrawaddy’e verdiği bir röportajda, ‘basın özgürlüğü’ için çalışacağı vaadinde bulunmuştu.
Makamına girdiğimde kameraların, röportajımızı kaydedeceğini görünce şaşırdım. Biz konuşurken, Reuters muhabirleri Wa Lone ve Kyaw Soe Oo mahkemedeydiler. Bakan Pe Myint, Halkın Çağı gazetesinde birlikte çalıştıklarında Wa Lone’in editörüydü. Demokrasi ile yönetilen bir ülkede gazetecilerin hapse tıkılmasını uygun bulup bulmadığımı sordum. ‘’Dava konusu olay hakkında yeterli bilgiye sahip değilim’’ dedi.
Aung San Suu Kyi hükümetinin bir çok üyesi gibi, henüz demokrasinin tam oturmadığı ve sorunları olduğu söylemini tekrarladı. ‘’Demokrasiye inanıyorum. İfade özgürlüğüne inanıyorum. Ancak bildiğiniz gibi henüz tam anlamıyla bir demokrasi değiliz. Demokrasiye geçiş sürecindeyiz. Demokratik kurumları, hukuk altyapısını ve diğer demokratik uygulamaları inşa etmek zorundayız’’.
Bakandan daha açık bir yanıt alabilmek için, Wa Lone’u hatırlayıp hatırlamadığını sordum. Tutuklu Reuters muhabirini, ‘aktif bir genç’ olarak nitelendirdi.
Peki bu iki muhabir adilce yargılanır mıydı? ‘’Öyle olacağına inanıyorum’’.
Myanmar gazetecilik yapmak için güvenli bir ülke mi? ‘’Sen çok deneyimli bir muhabirsin. Buranın, dünyanın birçok yerinden daha güvenli olduğunu bilirsin.’’
Sözü tekrar tutuklu gazetecilere getirdim.
‘’Hala geçiş dönemindeyiz ve demokratik kurumları inşa etmek zorundayız’’ diye tekrarladı ve ekledi, ‘’Mevcut yasaları ve uygulamaları yeniden gözden geçirmemiz lazım’’.
Bu arada, Myanmar’ın Batı dünyasından kopuşu da sürüyor. Obama’nın eski bakanlarından Bill Richardson -ki Aung San Suu Kyi’nin ev hapsinde olduğu dönemde demokrasi hareketinin aktif destekçisi de olmuştu-, Aung San Suu Kyi’nin Rakin Danışma Grubu’ndan istifa etti. Bu grubun Rakin’de olanları ‘örtbas’ grubuna dönüştüğü ithamında bulunarak. (Richardson, bir defasında tutuklu gazeteciler konusunu gündeme getirdiğinde Aung San Suu Kyi’nin çok öfkelendiğini de aktarıyor).
The Irrawaddy, yakın zaman önce ofisini, ülkenin önde gelen bir şirketinin sahibi olduğu yeni bir binaya taşıdı. Bu da kendisine yeni bir sponsor bulduğu spekülasyonlarına neden oldu.
Kyaw Zwa Moe, The Irrawaddy’nin, mülteci Rohingyalılar için Bangladeş’e iki muhabir göndermeye karar verdiğini bana söyledi. Haberlerinde, ‘Rohingyalılar’ yerine ‘kendi tabirleriyle Rohingyalılar’ diye yazma editoryal kararından da geri adım atmışlar. Söz konusu niteleme için ‘’bu sadece geçici bir kullanımdı’’ dedi Kyaw Zwa Moe, “insanların gerilimini biraz azaltmak için’’. Gelecekte de hangisi uygunsa onu kullanmaya devam edecekler. Bu yeniden ayarlamalar, öyküsünü dünyaya anlatmanın çok daha zor hale geldiği ama aynı zamanda çok daha önemli hale geldiği Myanmar’ın haberlerini yapan bütün gazetecilerin bugünlerde başına gelen çok sayıda şeyden biri…