İstanbul’un 2020 Olimpiyatına evsahipliğine adaylığı ve diğer iki aday Madrid ve Tokyo karşısında şansının hiç de az olmaması belli bir heyecan dalgasına neden olmuş durumda. Bu yüksek heyecan dalgasından olsa gerek, 2020 Olimpiyatını kazanmanın Türkiye ve İstanbul’un kaderini değiştip düzlüğe çıkaracak mucizevi bir gelişme gibi sunanların sesi çok yüksek çıkıyor. Vatan haini ya da Olimpiyat düşmanı olarak damgalanmayacaksam işin bu ‘kazanma’ kısmına bir şerh düşmek isterim.
‘’Ülkeler neden böylesi devasa bir organizasyonu düzenlemeye bu derece istekli olur ki?’’ California Üniversitesi Berkeley kampüsü Haas İşletme Fakültesi profesörlerinden Andrew Rose bu konuda yaptığı bir araştırmanın çarpıcı raporuna bu soruyla başlıyor ve ekliyor: ‘’Çünkü ekonomik getirisinin karşılamayacağı muazzam harcama gerektiren bir iş bu."
Örneğin, 2008 Pekin Olimpiyatı için Çin’de 500 milyon dolara inşa edilen ünlü ‘Kuş Kafesi’ olimpiyat stadyumu, olimpiyat açılış ve kapanış töreninden beri nerdeyse hiç kullanılmadı. 2004 Atina olimpiyatını Yunanistan’ın bugünkü ekonomik krizinin en önemli sebeplerinden biri olarak gören ekonomist sayısı hiç de az değil. Olimpiyattan sonra hiçbir şeye yaramayan 21 dev olimpiyat tesisi tamamen kaderine terkedilmiş durumda. Ama durumu en trajik şehirler Montreal ve Nagano oldu. 1976 Olimpiyatının evsahibi olan Kanada şehri, 37 yıl önce oluşan 1,6 milyar dolarlık borcunu ödemeyi 2006 yılında yani tam 30 yıl sonra tamamlayabildi. Japonya’da yapılan 1998 Nagano Kış Olimpiyatının resmi maliyetini ise kimse bilmiyor. Japonya’da bazı gruplar olimpiyata yapılan masrafları öğrenmek istediklerinde ortaya çıktı ki Nagano Olimpiyat Komitesi Başkan Yardımcısı Sumikazu Yamaguchi, tüm faturaların yaktırmıştı. Küçük bir şehir olan Nagano’nun olimpiyata evsahipliğinin öngörüldüğünden çok ama çok fazla olarak 10 milyar doları aştığı tahmin ediliyor. Nagano’nun ekonomisi felç oldu. Şehir hane başına 30 bin dolarlık borç yükü altına girdi. Nagano’nun borçlarını 2015’te bitirmesi bekleniyor.
Olimpiyat evsahipliğindeki ‘öngörülerin’ tutmamasının en önemli nedeni ülkenin olimpiyata evsahipliğini öğrendiği yıl ile olimpiyatın başlaması arasında 7 yıl gibi oldukça uzun bir süre olması. Londra 2005 yılında 2012 Olimpiyatı evsahipliğini kazandığında İngiltere ekonomisi bugünkü krizi yaşamaya başlamamıştı.
2005 yılında dönemin İngiltere Başbakanı Tony Blair, olimpiyatın ülkesine maliyetinin 2.4 milyar Euro olacağını açıklamıştı. 1948 yılında Olimpiyata evsahipliği yapan ve birçok tesisi kullanılır durumda olan, altyapısı sağlam ve etkin bir toplu taşım sistemine sahip Londra’nın olimpiyat maliyeti resmi rakamlara göre 14.4 milyar doları geçti. Olimpiyat evsahipliğinin ekonomiye olumsuz maliyetini gündemde tutan İngiliz ekonomistlere göre gerçek maliyet 18 milyar doların üzerinde. İngiliz medyasındaki bazı haberlere göre ise toplamda maliyet 38 milyar dolara kadar çıkıyor.
Olimpiyatların istihdam yaratma gibi kısa vadeli, altyapı modernizasyonu gibi uzun vadeli getirileri olduğu muhakkak. Ancak, olimpiyatların, evsahibi ülkeye karı ve zararı konusundaki karşılaştırmalı araştırmaların tamamı gösteriyor ki, olimpiyatın gerçek bir talihe dönüşmesi çok kısıtlı şartlarda mümkün.
Yaygın kanaatin aksine, eğer ülke çok yüksek işsizlik oranına sahipse ve ciddi ekonomik bir darboğazda ise yani Türkçesi zaten dibe vurmuşsa olimpiyat evsahipliğinin bir ekonomik yükselişe neden olma ihtimali var. Bunun en dikkat çekici örneği 1992 olimpiyatına evsahipliği yapan Barcelona. Sadece olimpiyattan elde edilen 5 milyon dolarlık kar değil ama şehrin yeniden Avrupa’nın en önemli kültür-spor merkezlerinden dönüşmesine de hizmet etti. Bugün ekonomisi darboğazdaki İspanya’nın Madrid ile yeniden aday olması da belki bunu tekrar etme arzusu.
Ama, Montreal (1972), Atlanta (1996), Seul (1988), Sydney (2000), Atina (2004) ve Pekin (2008) olimpiyatlarının tamamında evsahibi ülkenin ekonomik zararı, ekonomik kazancından çok daha büyük oldu.
Peki ekonomik maliyeti ve zarar riski bu derece yüksekse devletler niçin olimpiyata evsahipliği yapmak için bu derece hırsla çabalıyor? Uluslararası prestij özleminden ulusal gurur okşamaya kadar sosyo-psikolojik gerekçelerle. Olimpiyattan ekonomik bir beklentisi olmayan Çin, Pekin olimpiyatlarına 40 milyar dolardan fazla harcayarak bir rekora imza attı.
Herhalde sporun jeopolitiği açısından dünyanın en büyük iki spor organizasyonuna (yaz olimpiyatı ve dünya kupası) aynı anda evsahipliği yapmak, bir ülkenin küresel duruşu açısından ‘çifte vuruş’ olarak nitelendirilebilir. Brezilya da 2014 Dünya Kupası ve 2016 Rio Olimpiyatı’nı, böylesi küresel bir yükün altından kalkabilecek bir güce eriştiğinin simgesi olarak kullanmak için hevesle bekliyor. Birçok ekonomist ise böylesi iki organizasyona birden evsahipliği yapmanın ekonomik sonuçlarını görmek için 2017-2018 yıllarını hevesle bekliyor.
Uluslararası Olimpiyat Komitesi neredeyse her olimpiyattan sonra yaptığı reklamlarda bir sonraki olimpiyatın o güne kadarki en görkemli olimpiyat olacağını iddia eder. Ancak, her olimpiyatın ev sahibi ülkeye maliyetinin bir öncekinden daha görkemli olduğunu dolayısıyla bir sonraki olimpiyatın en görkemli maliyete sahip olimpiyat olacağını ise gözlerden saklar. 1996 Atlanta Yaz Olimpiyatları ABD’ye 2 milyar dolara mal oldu. Olimpiyat evsahipliğinin maliyeti 4 yıl sonraki Sydney Olimpiyatı ile 4.8 milyar dolara yükseldi. 2004 Atina olimpiyatının Yunanistan’a maliyeti 15 – 32 milyar dolar arasında oldu. Çin resmi rakamları kamuoyuna açıklamadı ancak yaygın kabule göre 2008 Pekin olimpiyatı 42 milyar dolar civarındaki maliyetiyle tüm zamanların rekorunu kırdı.
Atina Olimpiyatı konusundaki çalışmalarıyla ünlü Girit Üniversitesi profesörü Minas Samatas, 2012 Londra Olimpiyat oyunları öncesi yaptığı açıklamada, 2004 Atina Olimpiyatı’nın ülkeyi daha sonra derin bir ekonomik buhrana sürükleyecek bir yük getirdiğini ve olimpiyat güvenliği için çıkarılan sözde anti-terör yasalarıyla sivil özgürlüklerin büyük ölçüde budandığını kaydetmişti. Olimpiyat masraflarının neden olduğu bütçe açığı 2004 yılında ülkenin gayrisafi hasılasının yüzde 6.1’ine ulaştı. Yani Euro-Bölgesi limitlerinin iki katında fazlasına. Yunanistan’ın masraflarına kaynak bulmak için yapılan kamusal borçlanma da 2004 için öngörülen 35 milyar doları aşarak 43 milyar dolara çıktı. Ülkenin milli borçları 2004 yılından itibaren katlanarak arttı ve 2010 yılında 469.8 milyar dolara (Bugün ise GSMH’nın yüzde 165’i) kadar yükseldi.
Sadece olimpiyat güvenliğine 1,5 milyar dolar harcandı. Dört C bir İ diyebileceğimiz C4I (Command, Control, Communications & Integration) güvenlik donanımının kurulması bile 300 milyon dolara maloldu. 11 milyon nüfuslu bir ülkenin 300 milyon dolar harcadığı ve tam bir fiyasko olan sistem olimpiyattan yıllar sonra bile etkin kullanılamadı. Sistemi kuran firmanın hem sağcı Yeni Demokrasi Partisi’ne hem de solcu parti PASOK’a rüşvet ödediğinin ortaya çıkmasıyla demokrasi de oluşan çürüme de cabası…
Yani olimpiyatın ve demokrasinin ana vatanı yine olimpiyatın ve demokrasideki çürümenin getirdiği yükle tarihinin en büyük bunalımlarından birine sürüklenerek tarihi bir ironiye sahne oldu.
Olimpiyatın bütün dünyayı bir araya getiren yegane etkinlik olduğu yıllar artık çok geride kaldı. Ülke tanıtımına katkısı ise tartışılır. Elbette katkısı hiç olmuyor denemez ama 30-40 milyar dolarlık bir harcamaya göre akıllı bir tanıtım faaliyeti olduğu söylenemez. Bunu çok iddialı buluyorsanız, hafızanızı bir yoklayın bakalım 2008 Pekin olimpiyatı ile ilgili aklınızda ne kalmış. Çok uzağa gitmeyelim, 2012 Londra olimpiyatı ile ilgili ne hatırlıyorsunuz? İnsanların internetten hergün dünyanın dört bir köşesini izleyebildiği, dünyanın en uzak köşelerine gitmenin bile günlük sıradan bir işe dönüştüğü günümüzde Olimpiyat çok fazla kimseyi heyecanlandırmıyor. Hele 2020’nin dünyasında hiç önemi kalmayabilir. Olimpiyata harcanacak devasa paranın çok azı kullanılarak ülkenin sportif başarılarının artırılması, doğrudan turizme yönelik yatırımlar yapılmasıyla tanıtım ve turizme çok daha büyük katkı yapılabilir.
Olimpiyat fikrine tamamen karşı değilim. Ancak olimpiyatın anlamına gerçekten inananların, spora değer verenlerin küresel bir gönüllü hareketi başlatarak, devlet yönetimlerinin egolarını şişirdiği, piyasa ve güvenlik temelli mevcut çakma olimpiyatlar yerine spora ve küresel tanışıklığa teşvik eden bununla da barış dolu daha iyi bir dünya oluşumuna katkı yapacak alternatif bir olimpiyat başlatacakları günün de hayalini kuruyorum.
2020 İstanbul Olimpiyatı fikrinin kasırga şiddetinde estiği bugünlerde birinin de bu açıdan bakması gerekiyordu. Hiç üstüme vazife değilken görevi üstlendim. Ancak evsahipliğinin kesinleşmesi halinde ülkede oluşacak on milyarlarca dolarlık pastadan pay kazanmayı madalya kazanmaya tercih edecek bir medya atmosferi varken konunun bir de böyle bir boyutu olduğuna ne kadar bakılır bilemem.