‘’Oyun Planı’’ ifadesini en seven politikacılardan biri, 1968 – 1974 yılları arasında ABD başkanlığı yapan Richard Nixon’du. Savaşmayı seviyordu Nixon. Vietnam Savaşını daha çok seviyordu. Savaşlarını sevmeyeni sevmiyordu. Sevmedikleri içinse heybesinde binbir türlü oyunu vardı.
O dönemde Nixon’un konuşmalarını yazan ünlü gazeteci William Safire, o günlerini anlatırken, ‘’Game plan (oyun planı) ifadesini has dairedeki konuşmalarımızda sıklıkla kullanıyorduk. Fiil haline gelmişti. ’’ diye anlatıyor. O dönemde meydana gelen bir skandal, ‘game plan’ ifadesini kapalı kapılar arkasındaki has daireden çıkarıp ilk kez siyasi literatüre taşıdı.
Askeri analist Daniel Ellsberg, Vietnam Savaşının mimarlarından Savunma Bakanı Robert McNamara'nın ofisine gelen bütün çok gizli metinleri görebilen birkaç kişiden biri olunca, Vietnam Savaşının ‘kazanılamaz bir savaş’ olduğunun ta en başından beri yöneticilerce bilindiğini farkedecekti. Ülkenin karar alıcıları, halka, savaşla ilgili birçok konuda açıkça yalan bilgi veriyordu. Halkın gerçekleri bilmeye hakkı vardı.
Ellsberg, yönetimin kamuoyuna yalan söylediğini ve savaştaki asker ve sivil ölümlerini çok da umursamadıkları ile ilgili yazışmalar ve belgeleri topladı. Önce senatörlere ulaştı ancak, hiçbiri tarihe ‘Pentagon Belgeleri’ olarak geçecek bu dökümanları Senato gündemine getirmeye cesaret edemedi. Bunun üzerine, New York Times gazetesine sızdırdı. NYT, 13 Haziran 1971 günü belgelerin ilk bölümünü yayınladı ancak Nixon yönetiminin ‘devlet sırrı ifşa edilmesin’ talebiyle başvurusu üzerine alt derece mahkemesi kararıyla yazı dizisinin yayını durduruldu. Bunun üzerine Ellsberg, belgeleri Washington Post başta olmak üzere 18 Amerikan gazetesine dağıttı. Bu arada, NYT’ın itirazı üzerine dava önüne gelen ABD Yüksek Mahkemesi, ‘ulusal güvenlik ve devlet sırrı’ palavrasının değil hukukun yanında yer aldı ve NYT’ın belgeleri yayınlanmasının engellenemeyeceğine hükmetti.
Nixon yanlışını örtmek için daha büyük bir yanlışa başvurdu; Algı yönetimi için ‘oyun planı’na... Bunun için tarihe ‘White House Plumbers (Hükümet sırlarının dışarı sızmasını engellemekle kişilere ‘plumber’ deniyor)’’ olarak geçen gizli çalışma grubu kuruldu. Başında Nixon’un iç politika başdanışmanı John Ehrlichman’ın olduğu grup, Ellsberg’e karşı mücadelesinde, o güne kadar istihbarat dünyasının karanlığında kalan iki kavramı daha politikaya taşıdı. Bunlardan birincisi ‘nötralize’ etmek ya da ‘nötralizasyon’du. Yani, karakter suikasti. Yani, onu halk nazarında sözüne güvenilmez bir insan haline getirmek. Ellsberg’i itibarını yerle bir etmeye karar veren Nixon yönetimi, işte bunun için kendi ifadeleriyle ‘’oyun planı’’ kurdu ve uygulamaya geçti.
Çalışma grubu, Ellsberg’in California’daki psikiyatristinin ofisine gizlice istihbaratçılar sokarak, Ellsberg’in tıbbi kayıtlarını ele geçirmeye çalıştı. Hastalıklarının, onu itibarsızlaştıracağına inanıyorlardı. İstedikleri bilgileri bulamadılar. Operasyon başarısız oldu. Ancak devlet içinde gizli bir çalışma grubu bir kere kurulmaya görsün, kurucusunun başını daha büyük belaya sokmadan ortadan kalktığı vaki değil. 1971 yılındaki bu devlet içi çete, bir yıl sonra tarihte ilk ABD başkanı istifasının yaşanmasına sebep olacak Watergate skandalının da mimarı oldu. Çalışma grubunun kiraladığı ve çoğunluğu rejim karşıtı Kübalılardan oluşan bir ekip, Demokrat Parti merkezine dinleyici yerleştirmeye çalışırken polise yakalandılar. Başkan Nixon iki yıl sonra istifa etmeden önce çalışma grubundaki danışmanlarının hepsini görevden almak zorunda kaldı. Ancak yargılanmaktan kurtulamadılar ve çalışma grubu tüm lider ve üyeleriyle hapsi boyladı.
David Crockett, ‘’Martin Van Buren’in yaşamı’’ adlı eserinde, ‘’Devlet adamları kart oyuncusudur. Halk da ellerinde oynadıkları deste. Bu desteyi karıştırma ve kesme şekilleri, oyuna yeni başlayan herkesi kendilerine hayran kılar…’’ diyor.
İngilizcede ‘oyun’un karşılığı olan ‘game’ kelimesi ile ilgili en eski tarihli sözlük atfında (Oxford English Dictionary), ‘’entrika, hile, vaat’’ gibi anlamlar sayılıyor.
‘’Savaş oyunu (war game)’’ kavramının babası ise Prusya ordusudur. Ürettikleri ‘’kriegspiel (savaş oyunu)’’ askeri literatüre böylece girdi. Prusya ordusu 1800’li yıllarda art arda askeri zaferler elde edince, ‘savaş oyunu’ da dünyadaki bütün orduların uygulamaya başladığı, uyguladıkça sevmeye başladığı bir tatbikata dönüştü. Politikacılar, bu hazineyi askerlerden öğrendi. Zaten politikacılar, ‘gücü elde etme’ ve ‘gücü koruma’ adına ne öğrendilerse askerlerden öğrendiler.
Amerikan politik literatüründe ‘’oyun’ için bir başka ifade kullanıldığı da oldu; senaryo. Bu noktada yeniden Richard Nixon’un Beyaz Saray’daki has dairesine dönelim. Ekibin önde gelenlerinden biri de danışman John Dean’di. Başlangıçta Adalet Bakanı John Mitchell’ın danışmanıydı. Beyaz Saray’da danışmanlık teklifi geldiğinde danıştığı Mitchell ona, ‘Beyaz Saray şu anda sağlıklı bir yer değil’ şeklinde dostça bir tavsiyede bulunacaktı. ‘En tepedeki ile çalışma isteğine’ gem vuramayan Dean, Beyaz Saray’ın teklifini kabul edecek ama iki yıl sonra hapsi boylayacaktı. 1976 yılında her politikacının okuması gereken ‘’Kör Hırs (Blind Ambition)’’ adlı bir itirafname yazarak Nixon yönetiminin hastalıklı karar alma süreçlerini ifşa etti. Bu önemli kitapta, ‘’Has odada hazırlayıp fişeklediğimiz bütün senaryolar iki temel temaya dayanıyordu’’ diye yazıp ekliyor: ‘’Gerçek bilgilerin kamuoyundan nasıl saklanacağı ve muhaliflerin nasıl itibarsızlaştırılacağı…’’
Sonradan ortaya çıkan tapelerde Nixon’ın kendisinin de defalarca ‘muhalefetin itibarsızlaştırılması’ talimatları verdiği ortaya çıkacaktı. Nixon’ın Gölgesi adlı kitabıyla ses getiren Rutgers profesörü David Greenberg, Richard Nixon’ın bu nedenle ‘Tricky Dick (Düzenbaz Dick)’ diye anıldığına dikkat çekiyor.
Haberleriyle Nixon’ın istifasına giden süreci hazırlayan en önemli iki gazeteciden biri olan Bob Woodward, 40 yıl sonra Nixon’ın has dairede oyun planları toplantılarının ses kayıtlarını dinledikten sonra yapacağı açıklamada, ‘Watergate’in o günlerde düşündüğünden çok daha büyük bir skandal olduğunu anladığını’ söyleyecek ve ekleyecekti: ‘’Bu tapeleri dinlediğinizde görüyorsunuz ki, başkanlığı şahsi ödüllendirme ve cezalandırmalarının enstrümanı gibi kullanmış’’. Nixon, Oval Ofis’e kurdurttuğu gizli kayıt sistemiyle buradaki bütün toplantıları kaydettirmişti. Woodward, ‘’O kadar güçlüydü ki, bu kayıtların birgün başkasının eline geçebileceğine bile ihtimal vermemişti’’ diyor. Nixontapes.org sitesini yöneten Nixon uzmanı Luke Nichter’in deyişi ile, ''Amerikan tarihinin en gizli yönetim anlayışı, kendi kaydettiği tapelerle, Amerikan tarihinin en fazla ifşa olmuş yönetimi olarak tarihe geçti.''
Aslında, yetkilerin kolayca istismar edildiği ve sıklıkla yasaların ihlal edildiği bu yönetim anlayışı, Nixon’ın, kendinden önceki bütün başkanların aksine neden gazetecileri bir ‘düşman gücü’ gördüğünü de açıklayan şey. 14 Aralık 1972 günü Oval Ofis’te konuştuğu yardımcıları Henry Kissinger ve Alexander Haig’e, ‘’Asla unutmayın! Basın düşmandır. Profesörler düşmandır. Kara tahtaya 100 kere yazın bunu’’ diyecekti.
Nixon, gazeteciler hakkında ‘medya’ tabirini kullanan ilk ABD başkanıydı. Halkın haber alma özgürlüğünü akla getiren ‘the press (basın)’ yerine uğursuz bir tınıya sahip ‘medya’yı bilerek tercih etmişti. Atlantic dergisinden Jon Marshall, Nixon ve yardımcılarının, medyanın, ‘vatansever Amerikalıların kendilerini korusması gerekli, halkı temsil etmeyen, sorumsuz bir çıkar grubu olduğuna’ inandıklarını belirtiyor. Daha başkanlığının ilk yılında 1969’da Başkan Yardımcısı Spiro Agnew’den, rakip politikaları savunan gazete ve televizyon ağlarına saldırmasını istedi. Agnew, Nixon’ın ‘küçük bir elit grubun yönettiği medyanın kurbanı’ olduğunu söyledi. Bu çıkışlardan sonra Agnew’in popülaritesi yükselirken, televizyon ağları ve gazetelerde Nixon’ın politikalarına eleştiride hatırı sayılır bir düşüş oldu. Elbette bu azalışta sadece Nixon ve yardımcısının kamuoyuna açık şekilde medyaya fırça çekmesi rol oynamayacaktı. Tapelerin sonradan ispatlayacağı ‘oyun planları’ medya için de devredeydi. Yönetimin hoşuna gitmeyen konulara eğilen gazetecilerin telefonları gizlice dinlenirken, Gelir Vergisi Dairesi (IRS) de bu gazetecileri ve medya kurumlarını büyük bir baskı altına alacaktı. Nixon, Watergate haberlerine başladıktan sonra Washington Post’un kazançlı televizyon lisansını iptal tehdidinde bulundu. Nixon’ın başdanışmanı Mitchell'ın, Watergate skandalını araştıran Woodward ve Bernstein’ın kendisine sorduğu bazı sorulardan sonra, gazetenin patroniçesi Katherine Graham’ı kast ederek, ‘’Eğer bunları yayınlarsanız, Katie Graham memesini büyük bir merdaneye kaptırır’’ tehdidi ünlüdür.
Yönetimin pekala günlük işlerden olan karar ve uygulamalarının bile ‘ulusal güvenliği koruma’ veya ‘devlet sırrı’ gerekçesiyle gazetecilerden saklanması, Nixonian yönetimin temel karakteristiği oldu. Medyanın halkı temsil etmediği iddia ediyordu Nixon ama gerçekleri halkın kendisinden de saklıyordu. Öyle bir ‘muhalefet’ alerjisi vardı ki, ülkedeki en basit en küçük muhalif eylemler bile Beyaz Saray’a rapor ediliyordu. 40 yıl sonra ‘Derin Gırtlak’ olduğu anlaşılacak dönemin FBI başkan yardımcısı Mark Felt’in, Oval Ofis’e giderek, koca Amerika'nın Rhode Island eyaletinde 20 gencin ‘barışçıl’ oturma eylemini ABD başkanına rapor etmek zorunda kalması, Nixon’ın paranoyasının sembollerinden biri olarak görülüyor.
Başkanlığı döneminde çokça eleştirilmiş, büyük muhalefetle karşılaşmış ABD başkanı çoktur. Ama başkanlıklarından sonra daha ölçülü değerlendirmelere, kitaplara konu oldular. Nixon’ın Henry Kissinger ile ilişkisi hakkında bir kitabı 2007’de yayınlanan Robert Dallek, ‘’Tarihsel şöhret, para piyasası gibidir. Yükselir ve düşer. Ama Nixon’ın şöhreti üzerine beton dökülmüş gibi, asla değişmeyecek.’’ diyor. Ülkeyi, yasalar ve şeffaf kararla değil de ‘oyun planları’ ile yönetmeye kalkmanın faturası ağır oldu. ‘Bushism’in bile açık savunucularının olduğu ABD’de, bugün bile ‘Nixonian’ tabiri, bir politikacıya yapılacak en ağır aşağılamalardan biri.