Çetin Altan\'ın sık sık yazılarında kullandığı bir deyim vardır: Türk\'ün Türk\'e Propagandası...
Çetin Altan'ın sık sık yazılarında kullandığı bir deyim vardır: Türk'ün Türk'e Propagandası. Ben de merak ederek ve herhangi bir önyargı içinde olmadan gittiğim Fetih 1453 filiminin sonunda bu deyimi hatırladım ve içimde bir hayal kırıklığı ile salondan ayrıldım. Filme teknik olarak söylenecek hiçbir şey yok. Ufak tefek teknik aksaklıklar mutlaka vardır. İşin o kısmını zehir hafiye ekşi sözlük yazarlarına bırakmak lazım. Örneğin bazıları Ulubatlı Hasan'ın final sahnesinde slip donunu görmüş. Ben görmedim. Benim gördüklerimi de muhtemelen onlar görmemişlerdir. Bu nedenle filmle ilgili "teknik" bir eleştiri yapacak değilim.
Öncelikle belirtmek gerekir ki film baştan sona yanlış bir mekan kurgusuyla çekilmiş. Anlaşılıyor ki bu kasıtlı olarak yapılmış bir tercih. Yoksa bu kadar milyon dolar harcanmış bir film için herhalde bu işi bilen bir takım tarihçiler danışman olarak kullanılmıştır. Ancak çarpıtma sadece mekanlarla sınırlı kalmıyor, olaylara da sıçrıyor. Bir başka deyişle mekanlarda varolan çarpıtma olaylarla da perçinleniyor ve film bize gerçeklikle ilgisi olmayan bir kurgu sunuyor.
Örneklersek 1453 yılına gelindiğinde filmde sık sık kullanılan hipodrom tamamen yok olmuş bir harabe idi. Bunu Veronalı Onophinus Panvinius'un Fetihten hemen sonra çizdiği gravürden anlamamız mümkün. 9. yüzyıldan itibaren Bizans'ın sosyal yaşamında dinin giderek güçlenmesi ile hipodrom giderek önemini yitirmiş, ardarada gelen yangınlar ve depremlerden sonra yeterince ilgi gösterilmemiş, ancak esas yıkımı 1204-1261 Latin istilasından sonra yaşamıştır. 1261'den sonra ise tamamen bir harabe haline gelmiş olan bu yapı nasıl oluyor da filmde sapasağlam ve onbinlerce insanı içine alan bir yapı olarak karşımıza çıkıyor? Buna ek olarak toplam yüzbin kişi kapasiteli olduğunu bildiğimiz bu devasa yapının filmde hıncahınç dolu olduğunu görüyoruz. Oysa 1453'e gelindiğinde Bizans'ın toplam nüfusu 40 ila 50 bin. Tüm kent hipodroma toplansa yarısını zor doldururdu.
(Panvinius'un çiziminde harabe halindeki Hipodrom)
Daha büyük bir garabet ise sık sık Ayasofya'nın karşısında konuşlanmış olarak karşımıza çıkan Bizans Büyük Sarayı. Bu masallardan çıkma devasa yapı adeta Bizans'ın gücünü simgelercesine sık sık gözümüzün içine sokuluyor. Temellerini 1. Konstantin 330 yılında atılan Bizans Büyük Sarayı, 1. Aleksios Komnenos döneminde (1081-1118) bugünkü Ayvansaray'da inşa ettirilen Blahernai Sarayının tamamlanmasıyla terkedilmişdir. Yani 400 yıl boyunca boş kalmış ve harabe haline gelmiş bir saraydan bahsediyoruz! Fetihten 30 yıl önce İstanbul'u ziyaret eden Floransalı gezgin Cristoforo Buondelmonte sarayın tamamen harabe haline geldiğinden sözediyor. Sadece Boundelmonte değil 1261-1453 yılları arasında şehri ziyaret eden gezginlerin tamamı şehrin bitik ve perişan halinden, halkın yoksulluğundan, silah yapabilmek için kiliselerin çatılarındaki kurşunların söküldüğünden bahseder. Oysa filmde Bizans "imparatoru"nun elinden altın kupalar eksik olmuyor.
Filmin genelinde hakim olan atmosfer Gani Müjde'nin Kahpe Bizans filminde dalga geçtiği ortalama Bizans algısının ötesine geçemiyor. Biraz efemine, taverna sakallı bir Bizans İmparatoru sefih bir hayat sürüyor. Havuzda üç kadınla oynaşırken siyaset tartışıyor vb. Bu tür sahneleri Holywood eksenli Roma dizilerinde ve Yeşilçam'ın üçüncü sınıf Kara Murat filmlerinde görmek mümkün. Ayrıca Yeşilçam filmlerinin alamet-i farikası olan Bizans komutanının yüzüne tüküren Türk esiri sahnesi de unutulmayarak gelenek sürdürülmüş! Ne kadar milyon dolar harcarsanız harcayın, dönüp dolaşıp ucuz Yeşilçam filmlerinin ritüellerine dönüyoruz.
Peki gerçek nedir? Çok uzağa giteye gerek yok. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi'nin 3. cildinde Fetih maddesi var. Maddenin yazarı büyük tarihçi Profesör Halil İnalcık. Halil Hocamızdan öğreniyoruz ki öyle filimde gösterildiği gibi eşit güçler arasında bir mücadele yok. Şehri savunan 983 Rum 2000 civarında katolik (Venedik, Ceneviz ve Katalan birlikleri) ile toplam savunma gücü 6-7 bin civarında. Osmanlı birlikleri ise 10.000'i özel eğitimli yeniçeri olmak üzere 70 bin! Dolayısıyla zaten 1204-1261 Latin istilası sırasında yerle bir edilmiş, toplam nüfusu 40-50 bin civarına düşmüş bu perişan şehrin tek umudu İtalya'dan gelecek yardım. Bu yardım için dinlerinden bile vazgeçmeye hazır hale gelmişler.
Yine Halil Hocamızdan öğreniyoruz ki Fatih birkaç kez 11. Konstantin Paleilogos'a Cenevizliler aracılığı ile şehri teslim ederse ailesi ve maiyeti ile Mora hükümdarı olan kardeşlerinin yanına sağ ve salim gönderilme garantisi veriyor. 11. Konstantin bu teklifleri defalarca reddediyor ve şehri terkederse halkın direncinin kırılacağını söylüyor. Sonunda da savaşarak ölüyor. Tüm film boyunca sefih bir profil veren Konstantin Paleilogos'un neden kaçmayıp savaştığını izleyici anlayamıyor.
Bu arada filimde ikide bir kelime-i şahadet getirip kendilerini feda eden lağımcıların Müslüman değil Sırbistan'ın Navo-Brdo bölgesinden getirilen Hıristiyan gümüş madeni işçileri olduğunu öğreniyoruz. Bilinenin aksine İstanbul'un fethi sırasında sadece Müslüman orduları değil, Varna savaşından sonra bağlılıklarını göstermek amacıyla fethe destek veren Sırp birlikleri de savaşmıştır.
Film Ulubatlı- Era- Guistiniani aşk üçgenine oturmuş zorlama bir Holywood taklidi olamanın ötesine geçemiyor. Bu üçlüden sadece Guistiniani'nin varlığı tartışma dışıdır. Ancak biliyoruz ki Guistiniani surların üzerinden ağır yaralı olarak kendi askerleri tarafından bir Venedik gemisine bindirilip kaçırılmıştır. Ulubatlı- Guistiniani çarpışması ise zorlama bir Hector- Akilleus Troya kopyası olmuş. Filmin havada kalan sorularından birisi de Çandarlı Halil Paşa'nın akıbetidir. Halil Paşa elbette idam edilmiştir. Ancak film bu sonu görmezden geliyor ve soru havada asılı kalıyor. Tabii bir de filmin final sahnesinde şehri ele geçiren yeniçerilerin gayet centilmence şehre girip hiçbir şeye dokunmamaları gerçekten gözyaşartıcı! Fatih, 26 Mayıs 1453 günü topladığı savaş divanında askerin savaşma azmini arttırmak için "şehrin taşı toprağı, binaları benim, kalanı askerlerindir" buyruğunu ile 3 gün yağma izni veriyor. Kritovulos'un İstanbul'un Fethi kitabından öğrendiğimize göre- ki kendisi bizzat şehrin düşüşüne şahit olmuştur- 50.000 kişi köleleştirilmiştir. Yine onun anlatımına göre Fatih Ayasofya'ya doğru ilerlerken şahit olduğu yağma ve yıkım karşısında hüzünlü bir şekilde "nasıl bir şehri yağmaya ve yıkıma terk etmişiz" (sayfa 76) diye söylenir.
Kuşkusuz Fatih sadece Osmanlı tarihinin değil, dünya tarihinin de en önemli politik ve askeri dehalarından birisidir. Onun entelektüel birikimi ile ilgili daha önce yazdığım yazılarda bu yönlerini sık sık vurgulamıştım. Ancak artık Fetih fetişizmi yaparak tarihi tahrif etmek yerine gerçekleri abartmadan, deforme etmeden olduğu gibi aktarmak gerekir. Yoksa filmin finalinde Guistiniani'nin "esas oğlan" Ulubatlı Hasan'a dediği gibi "tarih sadece kazananları yazar" Oysa sadece kazananların gözünden bakılan tarih bize gerçeği veremez...
Fatih ile ilgili olarak yazdığım diğer yazılardan bazıları aşağıdadır:
http://kulturistanbul.blogspot.com/2011/08/fatihin-kutuphanesi-1.html
http://kulturistanbul.blogspot.com/2011/09/fatihin-kutuphanesi-2.html