Devlet güçleriyle PKK gerillaları arasında sıcak çatışmaların devam ettiği bir ortamda, geçtiğimiz hafta Demokratik Toplum Kongresi (DTK), Olağanüstü Kongresi'ni yaptı. Kongre, Kürt sorununun çözümü bağlamında Türkiye’nin demokratikleşmesinde demokratik özerkliğin ne anlama geldiğini açıklayan “Öz yönetimlerle ilgili siyasi çözüm deklarasyonu” yayınlandı.
PKK ve bileşenleri, demokratik özerklik tezinin mimarı Abdullah Öcalan olduğunu her fırsatta dile getiriyorlar. 1998 yıllarında PKK ile devlet arasında dolaylı görüşmelerin başlamasıyla Öcalan'ın Kürdistan'ın bağımsızlığı yerine Kürtlerin kimliklerini, dillerini ve siyasal haklarını özgürce yaşayacağı bir birlikteliğin olabileceği konusunda açıklamaları olmuştu. Öcalan'ın 1999'da Kenya'da yakalanıp Türkiye'ye getirilmesiyle, PKK tümüyle bağımsız Kürdistan tezinden vazgeçerek; sırasıyla federasyon son olarak demokratik özerklik tezini savunmaya başladı. Öcalan'daki stratejik ideolojik dönüşümü PKK ve bazı çevreler doğal bir düşünsel evrim olarak kabul etseler de, Öcalan'ın devletin elinde rehin olması ve üzerindeki siyasal ve psikolojik baskının bu noktaya gelmesinde belirleyici olduğu hakim bir kanaattir.
Üzerinde durmaya çalışacağım nokta, Öcalan'ın nasıl ve neden bağımsız Kürdistan tezinden vazgeçtiğinden ziyade, demokratik özerkliğin Kürt ve Kürdistan sorununun kalıcı çözümünü kapsayıp kapsamadığıdır. Konuya ilişkin benzer düşüncelerimi, daha önceki makalelerimde de paylaşmıştım. Demokratik özerklik tartışmasının kendi kulvarı içinde daha çok tartışılacağından, düşüncelerimin tekrarı olsa da gündeme gelmesinde yararı olacağını düşünüyorum.
DTK’nın on dört maddede formüle ettiği öz yönetimlerle ilgili siyasi çözüm deklarasyonu, Türkiye'nin Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'ndaki çekincelerini kaldırmasına ek olarak, Kürt sorununun çözümü bağlamında Türkiye’nin demokratikleşmesini kapsayacak siyasi, toplumsal, kültürel, idari, kimlik, inanç, cinsiyet ve yerel asayiş konu başlıklarının TBMM çatısı altında karara bağlanarak, demokratik özerklikle çözülebileceğini içeriyor.
Söz konusu deklarasyonda Kürt sorununun çözümü, “Kürtlerin demokratik hakları” kavramıyla ifade edilmektedir. Özel olarak Kürtlerin ulusal demokratik haklarına ve ülkeleri Kürdistan'ın coğrafi bütünlüğü korunarak ve siyasi sınırları belirtilerek Kürdistan'a açık bir özerklik vurgusu yapılmamaktadır. Önerilen özerkliği sorunlu kılan en önemli ve temel eksikliğin burada yattığını düşünüyorum. Bunun yerine ülke genelinde kültürel, ekonomik, coğrafi yakınlıklar dikkate alınarak bir veya birkaç komşu şehri kapsayacak biçimde, idari özerk bölgelerin oluşturulmasıyla Kürt sorununun çözülebileceği, Türkiye'nin de demokratikleşeceği ifade ediliyor.
Kürtlerin özerklik talebi ve mücadeleleri yeni bir fenomen değildir. Güney Kürdistan (Irak Kürdistanı) ve Doğu Kürdistan’daki (İran Kürdistanı) siyasi güçler, yakın döneme kadar özerklik için mücadele verdiler. Hedefleri Kürdistan’a otonomi, Irak ve İran’a demokrasi idi. Öcalan ve PKK çevresinin önerdiği demokratik özerklik modeli ise, İspanya özerklik modelinin budanmış ve kısırlaştırılmış halidir diyebiliriz. Demokratik özerkliğin bu haliyle hayata geçmesi durumunda, Kürtlerin kendi geleceklerini kendilerinin belirleme haklarının önü kapatılmaktadır.
İspanya yakın siyasi tarihi Baskların, Katalanların ve Galiçyaların Madrid'den yetki devri ve güç paylaşımı talepleri ile Franco faşizmine karşı mücadeleyle biçimlendi. Diktatör Francisco Franco’nun 1975’de ölümünün ardından, İspanya’nın demokratikleşmesine paralel olarak 17 bölgeye özerklik verildi. 17 bölgeden sadece üç ulusun bağımsızlık, özerklik talebi ve mücadelesi vardı. On dört bölgenin özerklikle ilgili hiçbir talebi yoktu. Her üç ulusun özerklik talebine karşın, özerklik talep etmeyen ve buna ihtiyaç duymayan İspanya’nın diğer 14 bölgesine de özerklik statüsü verilerek, ara bir çözüme ulaşıldı ve 17 özerk bölge ortaya çıktı.
Gaye, ulusal demokratik talepler içeren Bask, Katalan ve Galiçya bölgelerinin özerk statülerine benzer statü, diğer 14 bölgeye de verilerek ülkenin bölünmediği, ulusal sorunların bir nebze de olsa idari sorun düzeyine çekilerek, yerel yönetimleri kuvvetlendirip, tüm ulusları İspanyol üst kimliği içinde tutmaya çalışmaktı.
İspanyol üst kimliğinin karşılığını önerilen demokratik özerklik modelinde Türkiyelilik kimliği kabul edersek; devlete ve Türk halkına ülkenin batısı ile doğusundaki iller arasında ayrı bir idari statü ve farklılık olmayacağı mesajı verilmektedir. Amaç, Kürt hareketinin ayrılıkçı ve birlikçi ikili niteliğinden, ayrılıkçı niteliğinin olmadığı algısını Türk kamuoyunda oluşturmaktır. Oysa ülkenin batısında demokratikleşme sorunu varken, doğusunda ise Kürt ulusunun ulusal demokratik hakları ekseninde yetki devri ve güç paylaşımı yanında, kendi geleceğini kendi belirleme meselesi vardır. Edirne, Çankırı ve Tokat'taki vatandaşın idari özerklik talebi olmadığı gibi, olması durumunda ise kendi geleceğini kendisinin belirlemesi, yani “self determination” sorunu yoktur.
1975 İspanya Anayasası’nın en belirgin özelliği Katalanların, Baskların ve Galiçyaların kendi geleceklerini kendilerinin belirleme haklarının Madrid tarafından ipotek altına alınmış olmasıdır. Bu açıdan yapılan tüm bağımsızlık referandumlarını merkezi hükümet geçersiz kabul etmektedir. 1975 anayasasında yapılan bu tarihsel hatayla Katalanlar, Basklar ve Galiçyalar kendi elleriyle giydikleri deli gömleğini bugün nasıl çıkarabiliriz mücadelesi içindedirler.
İspanya özerklik modeli, Britanya modelinin tersine ucu kapalı bir modeldir. Britanya modelinde İskoçya’nın, Kuzey İrlanda'nın ve Galler’in bağımsızlıklarının yolu her zaman açıktır. Demokratik özerklik modeli ise, Kürt ulusunun kendi geleceğini kendisinin belirleme hakkı konusunda ucu kapalı bir tutum içindedir. Kürt ulusunun Türk ulusuyla bugün birlikte yaşama kararını yarın ayrılmadan yana kullandığında, bunu garanti altına alacak hiç bir önermeye ve yaptırıma sahip değildir.
İspanyol özerklik modelinde her üç ulusun Katalanların, Baskların ve Galiçyaların ülkelerine ulusal bütünlükleri ve siyasi sınırları korunarak, parçalanmadan özerklik verilmiştir. Diğer on dört bölgeye de, idari işlerlik göz önüne alınarak ve yapay siyasi sınırlar oluşturularak özerklik inşa edilmiştir. Bu açıdan demokratik özerklik modelinde en vahim önerme, Kürdistan’ın coğrafi siyasi sınırları ve Kürtlerin ulusal bütünlükleri göz önüne alınmayıp, Kürdistan’ın bir kez daha kendi içinde iller bazında parçalanarak ayrı özerk yapılara bölünmesidir. Önerilen Batı (Rojawa) Kürdistan'da uygulanan kanton modelidir. Bu modelin Suriye'nin yeniden yapılmasında temel oluşturup oluşturmayacağını zaman bize gösterecektir. Ezilen ulus açısından, İspanya modelinde ulusal coğrafi siyasi sınırların bütünlüğü içinde özerklik, DTK'nın demokratik özerklik, öz yönetim önermesinden daha ileri ve tutarlı bir muhtevaya sahiptir.
Türk devleti 90 yıl aradan sonra sadece söylemde Kürtlerin varlıklarını inkardan vazgeçmesine karşın, Kürtlerin ve Kürdistan'ın statüsüne direnmektedir. Öz yönetim deklarasyonunda önerilen çözümün ve modelin, bundan daha fazla nasıl makul olacağına ilişkin vurgu bu nedenle çok önemlidir. Burada devlete bir serzeniş vardır, o da “daha ne kadar taviz vermemizi bekliyorsunuz” serzenişidir. Türk devletinin Kürt ve Kürdistan sorunu karşısındaki tarihten günümüze duruşu göz önüne alındığında, gelebileceği azami noktanın, Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki çekinceleri kaldırarak, yerel yönetimleri güçlendirmesi olarak tahmin ediliyor. Gerek Türk devleti gerekse Kürt hareketinin bütün bileşenleri, Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın kabul edilmesi ve idari tanzimle Kürt ve Kürdistan sorununun kalıcı çözüme kavuşmayacağını, sadece ara, geçici bir çözüm olacağını gayet iyi biliyorlar.
Şu soruyu sorabiliriz; Kürtlerin ulusal demokratik istemleri Türk devletinin Kürdistan sorunu karşısındaki duruşuna göre mi inşa edilmeli, yoksa evrensel haklar ve özgürlükler esas alınarak Kürdistan sorununun geldiği nokta itibariyle mi inşa edilmelidir?
Talep edilen demokratik özerklik modeli, Türk devletinin Kürt sorunu karşısında gelebileceği azami noktaya göre tek ayak üzerinden inşa edilmeye çalışılmaktadır. Kuşkusuz bu da bir çözümdür, ama kalıcı bir çözüm değildir. DTK, HDP ve PKK bileşenleri kalıcı olmayacak bu çözümü nihai ve mükemmel bir çözüm olarak ifade etmeleri sorunun özüdür.
Son dönemlerde HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş'ın, Kürtlerin ve Kürdistan'ın statüsü konusunda özerklik dışında, federasyon ve ayrı devlet kurma hakları olduğu açıklamaları demokratik özerklik, öz yönetim deklarasyonunun ilerisinde açıklamalardır. Bu düşünceler, Demirtaş'ın şahsi düşünceleri mi yoksa HDP grubunun mu düşünceleri olduğunu zaman içinde göreceğiz.
Ayrıca daha önce ilan edilen ama geri çekilen demokratik özerklik gibi, son dönemlerde ilan edilen öz yönetimlerin de usul ve meşrutiyet açısından talep edilen özerkliğin içini boşalttığının altını çizmemiz gerekir.
PKK, DTK ve HDP bileşenleri önerilen öz yönetim ve demokratik özerkliğin Kürt ve Kürdistan sorununda kalıcı bir çözüm olmadığı, kalıcı çözümün Kürtlerin bir ulus ve ülkeleri Kürdistan'ın coğrafi ve siyasi sınırlarının tanındığı, Kürt ulusunun ayrılma hakkı da dahil olmak üzere, kendi geleceğinin garanti altına alanıdığı bir modelle mümkün olacağını gündemlerine almaları gerekir.
@cetin_ceko