Kürdistan Ulusal Kongresi’nin toplanmasına ilişkin son beş yıldır çağrılar yapılmakta ve konferanslar düzenlenmekte. Geçtiğimiz günlerde HDP milletvekilleri Leyla Zana, Sırrı Süreyya Önder ve KNK Eş Başkanı Nilüfer Koç’tan oluşan bir heyet, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın bu konudaki bir mektubunu daha Federal Kürdistan Başkanı Mesut Barzani ve YNK lideri, Irak eski Cumhurbaşkanı Celal Talabani’ye iletmek üzere Güney Kürdistan gittiler.
Kürdistan Ulusal Kongresi’nin toplanması için son iki yıl içinde Diyarbakır, Hewler, Bürüksel ve Ankara’da ön konferanslar yapıldı. Ön konferanslar ardından Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesut Barzani’nin başkanlığında Hewler’de 24 - 26 Ağustos 2013 tarihleri arasında dört parçadan Kürdistanlı siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ve kanaat önderlerinin katılımıyla bir konferansın yapılması kararlaştırılmıştı. ‘Teknik’ hazırlıklar tamamlanmadığı gerekçesiyle konferans, 15-17 Eylül 2013 tarihlerine ertelenmişti. Daha sonra 21 Eylül 2013’de yapılacak Güney Kürdistan genel seçimleri gerekçe gösterilerek ikinci bir erteleme daha gündeme geldi. Konferans tarihi 25 Kasım 2013 olarak belirlendi. 25 Kasım 2013’de yapılacak konferans da gerçekleşemedi.
Konferansın toplanamaması Kürt kamuoyu ve dış medyada yoğun tartışma ve yorumlara yol açtı. Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla konferansın gerçekleşememesinin üç önemli nedeni vardı. Birincisi; PKK’nin talep ettiği kongre delege sayısına diğer siyasi güçlerin itirazda bulunması. İkincisi; Batı (Rojava) Kürdistan’da PKK ve KDP yanlısı gruplar arasındaki anlaşmazlığın hazırlık toplantılarına damgasını vurması. Üçüncüsü; Türkiye ve İran başta olmak üzere bölge devletlerinin Kürdistan Ulusal Kongresi adı altında bir organa ve atılacak adımlara karşı olmaları.
Kürdistan Ulusal Konferansı şu veya bu nedenlerle toplanmasa da çağrılar durmadı. Türk hükümetinin Kürt açılımı olarak adlandırdığı PKK lideri Öcalan ile MİT arasında 2009 yılından itibaren sürdürülen görüşmelere paralel olarak Öcalan, Kürdistan Ulusal Kongre çağrısını her defasında tekrarladı. Leyla Zana, Öcalan’ın çağrılarını bizzat Mesut Barzani ve Celal Talabani’ye iletti. Zana, Öcalan ile Güney Kürdistan arasında elçi pozisyonu rolünü yüklenirken aynı zamanda da PKK ile KDP arasındaki gerilimin düşmesi için arabuluculuk rolü de oynadı ve oynamaya devam ediyor.
Olası Kürdistan Ulusal Kongresi’nin hayata geçmesi durumunda hedefi, Kürdistan’ın dört parçası adına uluslararası topluma karşı temsil gücü olan, ortak siyaset üretip mücadele edecek bir organ olarak ifade ediliyor. Kongre’nin bununla kalmayıp, Kürt ulusunun kendi geleceğini kendi belirleme hakkı başta olmak üzere, Kürdistan’ın parçalanmasına ve paylaşılmasına yol açan uluslararası anlaşmaları ortadan kaldırmaya yönelik faaliyet içinde olması Kürdistanlıların genel beklentisidir.
Peki, o zaman Türkiyelileşme siyasetini önüne koyan Öcalan’ın, neden Kürdistan Ulusal Kongresi’nin toplanmasında bu kadar ısrarcı olduğu ilk akla gelen soru oluyor.
Yine aynı şekilde Türkiye üzerinden siyasi ve ekonomik ilişkilerini sürdüren ve birbirlerini stratejik ortak gören Kürdistan Bölgesi Hükümeti, Kürdistan Ulusal Kongresi’nin toplanması ve yukarıda sayılan hedefleri programlaştırması durumunda Türkiye ile ilişkilerinin bozulmasını göze alabiliyor mu?
Öcalan’ın, Kürdistan Ulusal Kongresi’nin toplanmasında ısrarcı olması, sadece PKK ve HDP’den gelen desteğin kendisi için yeterli olmadığı kanaatinde olmasıdır. Ayrıca PKK’nin “Kongreya Netewî ya Kurdistanê (KNK) - Kürdistan Ulusal Kongresi” adı altında 1999’da kurduğu bir yapılanması mevcuttur. HDP’den Leyla Zana ve Sırrı Süreyya Önder’le birlikte Güney Kürdistanlı siyasi liderlerle görüşmelerde bulunmak için giden heyetin içinde Nilüfer Koç, KNK Eş Başkanı sıfatıyla heyette bulunmaktadır. Demek ki bu organizasyonun ismi Kürdistan Ulusal Kongresi olsa da bileşenleri ve niteliği anladığımız anlamda ulusal bir kongreyi içermemektedir.
Bu açıdan Öcalan, kendi örgütü dışında Kürdistanlı diğer güçlerin de Türk devletiyle sürdürülen diyalog sürecini desteklemelerini ve meşrutiyeti olan bir mekanizma tarafından yaptıklarının ve yapacaklarının onaylanmasını istemektedir. Güney Kürdistanlı güçler, Öcalan ile Türk devlet yetkilileri arasındaki görüşmeleri destekliyoruz deseler de, Öcalan ve PKK çevresinin talep ettikleri ulusal ve demokratik haklar ile devletin attığı adımların yeterli veya yetersiz olduğu konusunda açık bir beyanda bulunmamaktadırlar.
Kuzey Kürdistan’daki PKK dışındaki güçlerin ise Öcalan ile devlet arasındaki görüşmelere ilişkin eleştirisel tavırları biliniyor. Bu güçler, Öcalan’ın tutsaklık koşullarından dolayı devletin rasyonelleri içinde kalarak özgür iradesiyle diyalog ve müzakere sürecini götüremeyeceğini her fırsatta dile getiriyorlar. Sorunun PKK’nin silah bırakmasından öte Kürtlerin ulusal demokratik hakları ve Kürdistan’ın statüsü konusunda müzakere masasının bileşenlerinden biri olmak istiyorlar.
Öcalan, PKK dışındaki çevrelerin söz konusu eleştiri ve uyarılarını kendisi de kabul etmektedir. 15 - 17 Haziran 2013’de Diyarbakır’da yapılan Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı’na gönderdiği yazılı açıklamada Öcalan: ‘’Benim içinde bulunduğum İmralı koşulları nedeniyle tek başıma bir müzakere yürütmem hem imkânsızdır hem de doğru değildir. Ben, bana yüklenen önderlik misyonum gereğince müzakere sürecinin yolunu açıyorum, bu yolda yürümesi ve sürecin içini doldurması gerekenler sizlersiniz… Bu temelde geniş katılımlı toplanan konferansınız müzakere sürecinin en temel siyasal mekanizması olmak durumundadır’’ demektedir.
Öcalan, konumuyla ilgili endişeleri dile getirmesine karşın, kendisi ve örgütü somut adımlar atmadığı gibi, süreci tek başına götürmesi konusunda da Türk devleti bizzat Öcalan’a ısrarcı davranmaktadır.
Öcalan da bu yüzden yüzünü Kuzey Kürdistanlı güçlerden ziyade, Güney Kürdistan hükümeti ve siyasi güçlerine çevirerek destek talep etmektedir. Öte yandan Öcalan’ın diyalog sürecinde izlediği siyaset ve tavır, Kürdistan Federe Hükümeti’nin Türkiye ile ilişkileri göz önüne alındığında çelişen değil çakışan bir durumdur. Bu durum Güney Kürdistan Hükümeti’nin Türkiye’ye karşı elini de rahatlatmaktadır.
Kürdistan Ulusal Kongresi’ne istisnalar hariç Kürdistanlı güçlerden kimse karşı çıkma pozisyonunda gözükmüyor. Karşı çıkış olmaması Kongre’de Öcalan, PKK ve Güney Kürdistan hareketinin ortak ulusal bir siyaset ortaya çıkaracakları anlamına gelmiyor. Bunun nedeni, Kongre bileşenlerinin stratejik hedeflerinin ve ilişkilerinin buna müsaade etmemesidir.
Bağımsızlığı önüne koyan Güney Kürdistan, Batı (Rojava) Kürdistan’ında elini taşına altına koyarak peşmerge güçleriyle sıcak çatışmada yer alırken, İran ve Türkiye ile ilişkilerini fırtınalı bir iklime çekmekten uzak durmaya çalışıyor. ‘Ulus devlete’ karşıyım diyerek Güney Kürdistan’ın devletleşmesine karşı olan bir PKK ile kongre düzleminde ortak temsil ve iradenin ortaya çıkması da şuan için mümkün gözükmüyor.
Aynı şekilde PKK’nin Şengal’de kanton ilanı girişimi ile Kerkük’e özel statü verilmelidir çıkışları, Kürdistan’ın siyasi ve coğrafik bütünlüğüne yönelik çıkışlar kabul edilerek, Öcalan ve PKK’nin ulusal kongre çağrılarının samimiyetini sorgular duruma getirmiştir. Hewler ve Duhok anlaşmalarına rağmen, Batı Kürdistan’da siyasal grupların bir araya gelip ortak bir platformda hareket edememelerinde alandaki egemen güç PYD ve PKK çevresinin uzlaşı bir tavır içinde olmamalarının rolü Ulusal Kongre’nin bu güçler tarafından ne kadar içselleştirildiğinin ipuçlarını da ortaya koymaktadır.
Ayrıca Ulusal Kongre’nin toplanması için 2013’de Diyarbakır’da düzenlenen Kuzey Kürdistan Konferansı ardından oluşturulan komisyonların varlıkları ve işlevleri ne oldu sorusu tartışılmadan, ulusal konferans ve kongreden bahsetmek ne kadar doğru bir tavır olabilir?
Ha keza parçalarda ittifak ve ortaklık olmadan ulusal konferans ve kongre hayata geçebilir mi? Bu sorunu yalnızca PKK’nin üzerine yıkmak da siyaseten doğru değildir. Parçalar düzeyinde ittifak meselesi mevcut siyasal güçlerin ortak sorumluluğudur.
Bu açıdan olası Kürdistan Ulusal Kongresi’nin bugün için uluslararası topluma karşı Kürdistan’ın kendi geleceğini kendi belirleyecek ulusal bir siyasetten çok, parçalarda mevcut yürütülen siyasetin onay mekanizması, bir tür noterlik işlevini görmekten öteye gidemeyeceğini söyleyebiliriz.
@cetin_ceko